İslamcılık bizim memleketimizde hangi tarihten başlatılırsa başlatılsın bu güne kadar geçen zamanlar içinde hep bir bütün gibi görülüyor olsa da, hem zaman hem de fikir açısından çok çeşitli dönemler halinde inceleniyor olması doğru bir davranıştır. Bu bizde olduğu gibi dünya da geçerli bir düşünce şeklidir. Mesela Osmanlı dönemi dışında bizde ilk dönem İslamcılar olarak kabul edilen grubun çoğunluğu şartların zorlaması nedeniyle Çanakkale ve İstiklal savaşının şehitleri arasında yer almışlardır.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ise kalanlar 1925 yılında çıkarılan “Takrir-i Sukün” yasası ve “Tek parti hükümetlerinin” dikta yönetimlerinin uygulamalası ile mağdur oldular ve tasfiye edildiler.
Cumhuriyetin kuruluşunun ilk günlerindeki davranışların tam aksi bir davranışla devletin ve cemiyetin hayatından idamlara varan radikal bir biçimde tasfiye edilen İslamcılığın Türkiye’deki serüveni bir kez daha inkıtaya uğramış oldu.
İslamcıların 1950 yılında siyasi hayata nispeten serbesiyet kazandıran DP iktidarına kadar derin bir uykuda veya daha doğrusu yer altına inmiş olduğu kabul edilir.
Demokrat Parti iktidarının devlet zoruyla Türkçe okutulan ezan ın asli haline döndürülmüş olması ile başlayan yeni dönemi faaliyetlerinin tekrar günyüzüne çıktığı ve savunucularının sayıların önemli ölçüde arttığı yeni bir dönemdir.
Sıralamada üçüncü nesil olarak kabul edebileceğimiz ve 12 Eylül askeri darbesine kadar geçecek sürede yetişen genç nesil İslamcıların en temel düşünceleri Şehid Seyyid Kutup (rha) başta olmak üzere tercüme edilen kitaplardaki fikirler olmuştur.
28 Şubat günlerinin ağır şartlarına kadar geçecek süre içinde gelişip serpilen genç İslamcılar sahnede oldukları süre içinde bu defa devletin yapısı ve değişimi ile ilgili argümalarını topluma sunmuşlar ve hayli de karşılık bulmuşlardır.
28 Şubat darbesinin bir sonucu olarak tepki oyları ile işbaşına geldiği kabul edilen Akp hükümetleri döneminde ise İslamcıların temel argümanlarının muhafazakârlık maskesi altında yeniden yapılanıp veya diğer tabirle uzaklaşıp ulus devleti muhafazkar devlet şeklinde yapılandırmaya yöneldiği görülür.
Bu yeni yapılanma düşüncesinin en büyük sebebi ise bu zaman kadar devlet ve millet hayatından dışlanan İslami düşüncenin sürekli olarak karşılaştığı meşruiyet problemini aşabilmek adına batılı devlet yapısını İslamileştirerek kendilerina alan açma çabasıdır.
Türkiye'de böyle bir süreç haşayan İslamcılığa devirler itibarıyla Cumhuriyet döneminde hayatiyet kazandırmak için ortaya çıkan aktörlerin tarihi sıralamasına gelince:
En baştan beridir dine dayalı siyasi bir düşünce olarak kabul edilen İslamcılığın dine dayalı tarafının Necip Fazıl Kısakürek’e milliyetçilik tarafının ise Nurettin Topçu dan Arvasiye kadar uzanan kişilerce sürdürüldüğü söylenir.
Necip Fazılın Büyük Doğu nesli düşüncesinin devamı olarak Kabul edilen Sezai Karakoç'un diriliş nesli düşüncesi düşüncelerini istedikleri şekilde hayata geçiremeyenler safında yerlerini almışlardır.
2002 den sonraki İslamcılık düşüncesinin yaşadığı söylenen kriz düşünce açısından çok sık görülen fetret devrinin son halkası olarak görülebilir.
Osmanlı dönemi İslamcılığı ile Cumhuriyet dönemi İslamcılığı arasında yaşanan fetret devirlerinin belkide en büyük sebebi zaman zaman İslamcılık düşüncesine giydirilmeye çalışılan farklı düşünce kılıflarıdır.
Mesela 1950 li yıllardan başlamak üzere Necip Fazıl Kısakürek Nurettin Topçu ikilisinin Türk-islaın ve Anadolu islamı nıilliyetçiliği ve 1980 darbesinin askerleri eliyle başlatılan rabıta destekli yeni bir devlet İslamı ile AKP nin başlattığı kabul edilen muhafazakar Müslümanlık maskeleri bunun en açık örneğidir.
Üçüncü yeni nesil İslamcılar denilen ve esas itibariyle 2002 yılı sonrası tek parti iktidarı ile gün yüzüne çıkan devlet kadrolarını işgalle görevlendirilmiş kitle geçmiş birinci ve ikinci nesil İslamcıların fikri müktesebatıyla donanmış gibi görünse de kendi düşüncelerine yakın insanların iktidar olmasıyla elde ettikleri dünyalıklar sebebiyle pek azı hariç sahip oldukları tüm fikri müktesebatı tarihe gömmek durumunda kalmışlardır.
Maalesef bu durumun en büyük sebebi olarak geçmişte islamcı entelektüel, çağdaş islami aydın veya ilim adamı olarak kazandıkları kişiliklerini tek parti iktidarı ile elde ettikleri devlet dairelerinin karanlık koridorlarında siyasetin müptezelleşen çarkı içinde kendi elleri ile yok etmeleridir.
Siyasetle entellektüel ve ilim adamları arasında olması gereken ilişki her iki kesimin meşruiyet kazanma endişesi içinde kendilerini olmamaları gereken yerde konumlandırmaları kadar siyaseten kendilerine ön açma daha doğrusu siyasete yön verme çabalarından doğmuştur.
Ancak uygulamada siyasete yön vermeye soyunanların akıbeti kendilerinden önceki islamcılardan farklı olmamış ve maalesef siyasete yön vermeye çalışanlar siyasetçilerin ayak oyunlarını ve hatalarını İslamileştiren (!) hık deyicileri haline getirilmişlerdir.
Bu arada kitlelerin din eğitimi konusundaki taleplerini resmi din anlayışının tezahürü olan türk tipi İslam ile karşılayan devletin uleması ise iktidardakilerin icraatlarına kılıf bulmaları konusunda zaman zaman tenkit ediliyor hatta aşağılanıyor olsalarda sonuç değişmemektedir.
FARKINDA MISINIZ?
Kamuoyunda devletin fetvacıları olarak kabul edilen üniversite ve diyanette çöreklenen kişilerin yaşananlardan hiç ders almadıkları idareciler ve devletin laik uleması tarafından aşağılanmaları İslamın izzetini savunamamaları sebebiyledir.