Yazımıza her zaman ki gibi ‘Selam duâsı’yla başlamak isteriz;
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Bu haftaki beytimiz şöyle;
“Gam ile geçen günlerimiz uzadı. Günlerimiz ateşle eş ve arkadaş oldu.” (15. Beyit)
Hiç şüphesiz dünya hayâtı bir keyif etme, hoşça vakit geçirme yeri değildir. Dünya hayâtı sıkıntı, problem, dert ve ıstırapların çekilme mekânıdır. Çekilen bela ve musibetler, kişiye ve durumlara göre değişiklik arz eder. Pek tabi imtihanları kazananlar olduğu gibi kaybedenlerin olması da mukadderdir.
İnsan bir belâya, bir sıkıntıya meselâ, diyelim bir hastalığa dûçar olduğunda günler geçmek bilmez. Bu süreçte kişi aklını kullanarak tefekkür boyutunda, zaman mefhumunun ne kadar kıymetli olduğunu idrak eder. Ama bir sıkıntısı olmayanın günleri, neşeyle çabucak geçer. Böyleleri sağlık ve afiyet içinde âdeta günlerini gün ederek, nefislerinin peşine düşerek dünyânın her türlü lezzetlerinden kifâyet miktarlarının dahi dışına çıkarak haddi aşarak, dengeyi bozarak vakitlerini hebâ ederler. Halbuki insan dünyaya, ebedi saadetini kazanmak için gelmiştir ve onun ömründen başka sermâyesi yoktur. Zamanı çabucak bitiren bu insanlar, ömürlerinin sonuna yaklaşınca çok pişmanlık çekerler. Bunlar için zamânın bereketi olmaz, tıpkı ömürlerinin bereketlerinin olmadığı gibi.
Kimilerine göre günler, dertlerden dolayı bitmek bilmez. Bilhassa hastaya günler çok uzun gelir. İnsana bir sıkıntı isâbet ettiğinde, kişi eğer hakça başına gelene sabreder, etrafına şikâyet etme ise, o sıkıntı onu Cenâbı Hakk’a yaklaştırır. Böylesi kişiler, dertlerini kabullenerek, âdeta onunla arkadaş olurlar. Derdiyle yaşamaya alışmış bu insanlara artık, derdi ağır gelmez, çünkü onunla olmaya alışmıştır. Belki derdiyle arkadaş olmasaydı, be sefer neşeyle arkadaş olacak, yüzünü dünyaya dönerek, günlerinin kıymetini bilmeden yaşayacaktı. O sebeple, sıkıntılı günler hâdiselerin hikmetini idrak edene gam gelmez. Zâten insanın hüzün günleri, fıtrat gereği neşeli günlerinden daha çoktur. Yani elem-keder, ezâ-cefâ, ömrün değerini bilmeye vesiledir. Yoksa insan bu tefekkür hâliyle başına gelenlere bakmasa, gam günleri insana uzar da, uzar. Derdin bitmesini, gitmesini beklemek, insana acı-üzüntü ve endişe verir, bu bekleyiş sanki bir iç yangını gibidir.
‘Bu dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir’ (Müslim, Zühd, 1) hadisi şerif mucibince, insan dünya hapishânesinde, her türlü dert ve sıkıntılarla karşılaşması mümkündür. Elem ve kederler karşısında ne yapacağını bilemeyenler, başına gelenlere karşı kararsız davranırlar, günlerini acıyla-üzüntüyle yana-yakıla geçirerek ömürlerini boşa harcarlar. Böylesi hallere düşmemek elbette imanlı kişilerin harcıdır. İmansız insanlar, en ufacık problemle başa çıkamaz, psikolojik sıkıntılara dûçar olurlar hatta canlarına kıymaya kadar işi götürebilirler. Oysaki imanlı insanlar, başlarına gelenlere sabrederler, tahammül gösterirler. O musibeti gönderine nazar ederler dolayısıyla derdi onu Rabb’ine yakın eder. Allah Teâlâ’nın rahmet ve merhametinin olduğuna kesin olarak inanan, Yüce ve Aziz olan Cenâbı Hakk’ın onu gördüğünü, derdini bildiğini, O’nun asla kuluna zulmetmeyeceğine inanan kişi için dert ve tasa ona zarar veremez, onu üzgün kılamaz. Hiç bir dert devamlı değildir. Elbet her başlangıcın bir bitişi vardır. İşte böyleleri için dert ve tasaların ona menfi tesiri olmaz, hatta yok gibidir. O bilir ki, dertler kişinin sevap hânesine yazılmış kazanımlardır. Yâni o dertler, hesabı ahrette görülmek üzere saklanan hazine hükmündedir.
Allah dostları; ‘Cenâbı Hak, sevdiği kulunun kalbini elemlerle yaralar ve mahzun eder. Buğzettiği kulunun gönlünü ise sevinçlerle doldurup memnun eder.’ Derler. Kişinin dünyevî bir kaygıyla veya sıkıntıyla mahzun olması, kişiyi nefsinin kötülüklerinden, aşırı isteklerinden alıkoyar. Cenâbı Hak hüzünlü kalpleri sever, onları kendine yaklaştırır. Neden peki? El cevap; kul başına bir problem gediğinde, o problemi kendine verene yönelip, günah ve isyanlarla kalbi daralan kişi, Cenâbı Hakk’tan gözyaşlarıyla af diler ise Rabb’i Teâlâ hiç kuşkusuz kendisine samimiyetle döneni kapısından boş çevirmez. Böylesi durumlarda, Mevla’nın mağfiret kapıları açılarak, rahmetler iner de iner. Nihâyetinde kul, kendisini Rabb’ine yaklaştırdığı için âdeta derdine sevdâlanır, ondan kurtulmak dahi istemez.
Hakikatte, Hakk’a ulaşmada, dert ve musibetlerle dolu hayat yolu, aslında bir ‘aşk yolu’dur Bu yol, Allah Teâlâ’ya ulaşmada en kestirme yoldur. Cenâbı Hak, bela ve musibetlerle âşıkları kendine çeker, başka bir deyişle, üzüntü ve dertlerle insanı kendi kapısına alır, kendine yalvartır, huzûrunda olmaktan zevk aldırır. Bu şekilde sabır, rıza, tahammül ile dertzedeye öyle tecelliler lütfedilir ki, belki onu sâir zamanda elde edemez. Dolayısıyla kul müsibetle ilgilenmez, yok sayar, kendini ruh ve bedenini Hakk’a hakiki anlamda kul eder. Her şey kaynağına doğru akar. İstifâde eden mirâca erişir.
Bu bal-kaymak sözleri sona erdirmek zamânı geldi şimdi, ne yazık ki… Haftaya devam etmek üzere. Efendim sizlere hayırlı Cumâlar diliyorum. En sevilene emânetsiniz.