Cenâb-ı Hak kullarının dünya hayâtında uymaları gereken bir takım ölçüler, kurallar, sınırlar belirlemiştir. Kurâni terim olarak ‘hudûdullah’ ile ifâdesini bulan bu sınırların dışına çıkanlar haddi aşan kimseler olarak nitelenmekte ve onlar kınanmaktadır. İrâdesine hâkim olup Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu sınırları çiğnemeyenler, kulluk bilincinin farkında olan, her işinde, davranışında ölçülü ve dengeli hareket eden kişiler hakikaten inanan kişilerdir. Allah Teâlâ’nın koyduğu ölçülerin, sınırların içinde kalmak zâten inanan kişinin kulluk görevidir.
Müslüman yemesinde, giyinmesinde, konuşmasında, harcamalarında, insanlarla muaşeretlerinde, vaktini kullanmada hayâtının her safhasında dengeli olmalıdır. Bedeni aşırı yorarak vücûdunun dengesi, aşırı yiyerek sağlığının dengesini, ruhsal birikimlerini gereksiz yerlerde aşırı kullanarak sabrının dengesini bozmamalıdır. Başına gelen sıkıntı ve problemleri savuştururken itidalden ayrılmamalı, hastalık kazâ, ölüm gibi hâdiselere aşırı üzülerek haddi aşmamalıdır: “Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki isrâfımızı (taşkınlığımızı) bağışla…” (1)
Yüce İslam dîni, dünya ile âhiret arasında daha alt basamakta ruh ve madde arasında mükemmel bir denge kurmuştur. Yahudilikte, Hiristiyanlıkta ve Hint dinlerinde bu dengeyi bulamazsınız. Yahudilikte kişisel ve toplum olarak bedensel zevkler ve maddi hayat her zaman birinci plandadır. Âhiret hayâtı yaşamın kıyısındadır. Hiristiyanlıkta ve Hint dinlerinde ise âhiret tercihi sebebiyle dünya terk edilir. Bu vesileyle rûhu eğitmek maksadıyla nefse eziyet ve zulüm edercesine icra edilen ritüeller vesilesiyle ruh örselenir. Bunlara karşın İslâmiyette dünya ve âhiret arasında muhteşem bir denge ve uyum mevcuttur. Ruh ve bedene zulmedilmez. ‘Hiç ölmeyecek gibi dünyâya, yarın ölecekmiş gibi ahrete çalışma’ prensibinden hareket eden mümin kişiler, “Allâh’ım bize dünyâda iyilik, ahrette de iyilik ver” (2) diye duâ ederler.
Yaratılış amacından uzak yalnızca dünya hedefli yaşayanlar hırsla sarıldıkları dünyâyı bırakmamak ve daha çok kazanç elde etmek için önüne çıkan ne varsa, meşru olmayacak biçimde kendi lehlerinde kullanırlar. Bunlar dengeli davranışlar değildir. Kişisel ve toplumsal olarak dengelerin alt üst olduğu, ümitlerin yıkıldığı, kötülüklerin yaygınlaştığı, mantık ve irâdenin çökertilip nefsi hislerin ön plana çıkarıldığı, istikrârın korunamadığı toplumlarda pek tabiî ki dengeden, dengeli davranışlardan bahsedilemez. Uzun yıllar ne yazık ki ihmal ve sorumsuzluk neticesinde dengeli nesiller yetiştirilemedi.
Ancak geçmişten günümüze târihsel seyir içerisinde inişler çıkışlar, sevinçler üzüntüler, ağlamalar gülmeler olmuş, geceler gündüzlere, kışlar yazlara dönüşmüştür. Zâlimlerin zulmü, mazlumların ‘ah’ı hiçbir zaman karşılıksız kalmamıştır. İşlenen her hayrın mükâfatı her şerrin de cezâsı bir başka âlemde değerlendirilecek er ya da geç ‘hak’ mutlaka gerçekleşecektir. Adâlet dengesinin gereği budur.
Devam edeceğiz şimdilik hayırla kalın efendim.
--------------
1- Âli İmran, 147
2- Bakara, 201