Bu ülkede en çok eksen kaymasına uğrayan şey maalesef insanların bilerek veya bilmeyerek kullandıkları mefhumlar olmaktadır.
Mesela demokrasi kavramı bunlardandır.
İnananların da inanmayanların da dillerinden düşürmedikleri demokrasi kavramı, günümüzde işine geldiği şekilde çok sık kullanılan ve çok çeşitli anlamlar yüklenilen bir kavramdır.
Bu sebeple de geçmişten günümüze özellikle iktidardakiler ve iktidara talip olanlar tarafından farklı tanımlamalarla ifade edilmiştir.
Hala da anlamının ne olduğu ve neye yaradığı konusunda en çok tereddüt edilen ve fikir karmaşası yaşanılan bir mefhum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Demokrasi en genel tanımıyla halkın halk tarafından yönetilmesi, egemenliğin millete veya halka ait olması ya da dünya jandarmalığına soyunan ABD başkanı Abraham Lincoln ’ün tarifiyle halkın, halk tarafından, halk için yönetimi dir.
Bir diğeri de otorite mefhumudur.
Aslı güç kuvvet olan otorite ise mevcut yönetimin, siyasi iktidarın veya devletin hâkimiyetini ele geçirmek isteyenlerin ya da bir topluluğun siyasi ve idari açıdan sahip olduğu yaptırım gücünü kullanması otorite olarak tarif edilir.
Bu açıdan bakıldığında otorite paylaşıma kapalı bir alan gibi görünse de aslında paylaşılarak çoğaltılan bir güç olarak daha iyi anlaşılır.
Bir diğer mefhum ise popülizmdir.
Standart tarife göre dış görünüşte iktidar sahiplerinin devletin imkânlarını halkın isteklerine ve çıkarlarına hatta önyargılarına uygun bir şekilde kullanıp halkın geçmiş bir takım uygulamalar sonucunda oluşmuş olan hayal kırıklıklarını ortadan kaldırarak, halkın öfkesini yatıştıracak şekilde davranmak olarak tarif edilir.
Esasında ise siyasilerin daha fazla oy kazanmak veya daha uzun süre iktidarda kalabilmek uğruna kendi yandaşı denilebilecek bir toplumsal tabaka oluşturmaya dönük siyasi felsefenin yansıması olan politik atraksiyonlar olarak tarif edilebilir.
Aslında bu eksen kaymasına din ile dindarları da dâhil etmek gerek ama bu konu ayrı bir yazının konusu olabilir.
Tek bir örnek vermek gerekirse İslam’ın Kurucu Nesli olan sahabeler(ra) konusu bunun en açık delilidir.
Örneklik olarak Müslüman olduğunu iddia ederek Vahiy kâtibi Sahabe olan Muaviye’ ye(ra) düşmanlık edenler yanında Hz. Rasulullah’ın(sav) 4. Halifesi ve damadı olan Hz. Ali(ra) hastası olan birçok ateist, deist, agnostik kişiler vardır.
Bizim asıl konumuz ise demokratik yollarla iş başına gelen bir yönetimin uygulamalarında popülizme kayarak corona pandemisi sebebiyle aşı konusunda otoriterleşmesidir.
Aşı konusunda yaşadığımız eksen kayması ve popülizm konusunda yaşadıklarımızı hatırlamakta fayda var.
Aşı konusundaki ilk otoriter popülizmi domuz gribi aşısı konusunda yaşadı bu ülke insanı.
Başbakan Erdoğan ısrarla ve üstelik de üzerine basa basa domuz gribi aşısı olmayacağını TBMM’deki grup toplantısında söylemişti.
En azından aşıyı savunmaya devam eden ve bulduğu ara çözümle istifaden veya görevden alınmadan kurtulan zamanın Sağlık Bakanı da vatandaşlar da hayli şaşkınlığa düştü ve bir yığın teori üretildikten sonra Başbakanın uygulanandan daha güvenli aşılar olduğunu söylemesi üzerine kafaların daha da karıştığı ve aşı olmaya niyetlenenler bile vazgeçme eğilimine girmişlerdi.
O zamanda şimdi olduğu gibi muhalefet ile iktidar aşı tartışması yapınca Başbakan aşı olmayacaksa vatandaş neden olsun anlayışı hâkim olmuştu.
Bu defa korona konusunda tam tersi bir eksen kayması yaşıyoruz.
Aşı yine dışarıdan alınıyor ve yine ne ödendiği açıklanmıyor.
Ama bu defa bahis konusu anlaşmaları yapılan aşıların Türkiye’ye getirilmesinde yaşanan bir takım sıkıntılar Sağlık Bakanının açıklamalarına yansımasına karşın Cumhurbaşkanı aşı tedarikinde yaşanan sorunlar hakkında, "Ben herhangi bir sıkıntı yaşayacağımızı kabul etmiyorum diyerek popüler bir otoriter tavır takınıveriyor.
Geçmişte aşı karşıtlığı ile öne çıkmış olan Cumhurbaşkanı bu defa aşıyı taraftarlığı ile ön plana çıkarak başka bir popülizm ortaya koyuyor. Hem de 3 kez aşı olduğunu açıklayarak.
Üstelik resmi kanallardan aşının yapıldığı dönemde Türkiye’ye nasıl geldiği bir türlü açıklanamayan alman aşısı ile 3. doz aşılanmış olarak.
Geçmişte domuz gribi aşısı konusunda zamanın sağlık bakanının yetersizliği konuşulurken sahip çıkılmaması, şimdilerde ise covid aşısı özellikle de her geçen gün büyüyen aşı karşıtlığında Sağlık Bakanının da sorumluluğu artmış gözükürken Cumhurbaşkanını bu defa aşı savunuculuğu yapması olsa olsa demokratik otoriter aşı popülizmi ile açıklanabilir.
Aşı üreten ülkelere tam olarak açıklanmasa da milyarlarca dolar ödediğimiz iddia edilirken, Cumhurbaşkanının "Türkiye’nin geliştirdiği Covid 19 aşısının milletimizle birlikte tüm insanlığın da aşısı olacağını ve aşının ücretsiz paylaşılacağını” açıklaması bunun en açık ispatıdır.