Kış mevsiminin aylarını, aralik, ocak ve şubat diye öğretmişlerdi, öyle değil mi? Öyleydi. Öyle öğrendik ve bildik. Biz, bize anlatanların yalancısıyız...
Kaldı ki, ilk ayın sonlarına doğru yaklaştık bile. Aralık ayının son günlerindeyiz. Yeni yıla ne kaldı şunun şurasında?
Güneşli havanın soğukla birleşmesiyle oluşan ayazı yemekle geçiyor gündüzlerimiz ve gecelerimiz, bu günlerde. Hani üşütüp hasta olsan olursun, kimse bunu garip karşılamaz fakat eldiven, atkı ve bere üçlemesine de pek fazla ihtiyaç duyuyor değiliz yine de, bir yandan. Kısacası, 'anlı şanlı bir mevsimin tüm itibari ve süksesi sadece adında ve sanında kaldı' diyebiliriz gönül rahatlığıyla. Eski, yeni yıl karpostallarında...
Hemen yakın geçmişi hatırlıyorum da, madalyonun ters tarafındaki, en az kış kadar yüksek rütbeli ve itibarli olan bir diğer mevsim, yani yaz mevsimi de ilk ayında; haziran ayında göstermemişti yüzünü böyle. Yağmurlu geçmisti o 3 4 hafta hep. İlk bahar gibi. Biliyorsunuz değil mi? Sonrasındaki 2 3 ay boyunca, nihayetinde hissedilen yaz mevsimi ise, somut varlığı ve kronolojik manasıyla artık aramızdan çoktan ayrılmış olsa bile, güç ve kan kaybetmis haliyle, yine de hala buralarda gibi. Gitmedi. Hakkı yenen ve intikam almak için geri dönen bir ruh gibi dolaşıyor kuytuda köşede. Ama burada. Buralarda. Hoş, aynı öc alma isteğinin de bu kış ayıyla birlikte başlamayacağına kimse söz veremez. Tüm mevsimlerin birbirine karışmayacağına ve böylece her birinin eksilmeyeceğine hiç kimse garanti veremez. Hatta sorsanız, bunların tam aksine garanti veresim bile var benim. Tüm mevsimlerin birbirine karışacağına ve her birinin eksileceğine emin olasım var...
Doğanın insanı etkilemesi kadar, insanın da doğayı etkilemesi vardır. Tabi genelde yavuz hırsız ev sahibini bastırır da, işin kendimizi ilgilendiren sorumluluğunu pek üstlenmeyiz. Onun yerine, dış şartları suçlamak çok daha kolay gelir. Hani mevsimlerin gerçek yüzlerini ve kişiliklerini göstermeyişlerini hiç üzerimize alınmayız. 'Kral çıplak' diyerek çuvaldızı kendine batıracak yiğitlik ve cesaret nerede, mağdur edebiyati yapan, koyun postundaki kurtlar nerede?
Hatta kurt da yok şu anda. O bile yok, biliyor musunuz? Gittim araştırdım sizler için. Koyun postunun ardında ve altında bir boşluk ve hiçlik var şu an, inanın.
Franz Kafka'nın bir sözü vardır. "İyi, kötüyü tanımaz ama kötü, iyiyi tanır" diye bir sözü... İyiyim demiyorum ama çoğunlukla kötü olmadığımı da adım gibi biliyorum. Ve bunlardan yola çıkarak, o koyun görüntülerinin ardındaki boşlukla karşılaşmam da pek bilinçli bir seçim olmadı aslında. Hani 'sizler için gittim araştırdım' cümlesinde satılan cakaya aldırmayın. Daha çok, bünyemde derin hayal kırıklıklarına yol açacak türden tecrübelerdi bunlar. Kurt ile bile karşılaşmamak, karşınıza çıkan o boşluk, kan emen bir vampir gibi yaşama enerjinizi ve sevincinizi emen bir kara deliğe benziyor. Ve bu yazılanlar her ne kadar baştaki 'mevsimler' konusundan sapmış gibi görünse de, aslında aradaki bağdan ve etkileşimden bahsediyorum hala. Kurtun kurtluğunun, kışın kışlığını kaybetmesi ile olan benzerliğinden söz ediyorum. Hani Erol Taş ya da Nuri Alço gibi kötü karakterler bile yok sahnede şu an. Bunu söylüyorum. İkinci sınıf figüranlar oynuyorlar baş rolleri.
Kaldi ki yaz mevsimleri... Kış mevsiminin ruhu, yine hala oralarda bir yerlerde dolaşıyor olacak bu yaz, görün bakın. Çünkü "O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler." Yaşar Kemal