-Eskiden böyle miymiş?
-Artık zaman kötü, azizim… Nerede o eski’nin güzelliği?
Bu ve benzeri diyaloglar eşliğinde insanın hep bir sıkıntısı, serzenişi ve isyanı vardır, şimdiki zaman ile ilgili.
Sanki imrenerek söz ettiği o eski devirleri bizzat yaşayıp görmüş gibi, bir ömürlük vakti içerisinde. Lakin sürekli olarak, doğumumuzdan önceki eski zamanlara özeniyoruz, her nedense. Eskiyi ve yeniyi kıyasıya bir kıyaslama, yan yana koyup yarıştırarak farkları tespit etme çabası… Tabi sonra da, görülen üzücü değişimlerden dolayı eskiye özenip, şimdiki zamana sitemlerde ve veryansınlarda bulunma… İnanın hemen hemen hepimiz bunu yapıyoruz.
Pek acizce bulduğum bu sızlanma eylemini yapan kişinin içinde bulunduğu ruh durumunu biraz olsun anlamaya çalışalım şimdi. Hatta kendimden de bilecek olursam…
Belki de, o sırada bahsedilen nahoş durum her ne ise, onu insanlığa toptan yüklemekten ve yakıştırmaktan kaçındığımız içindir, bu, tüm bunlar için zamanı sorumlu tutma refleksi. “İnsanlar kötüdür” demeye varmayan dilin uzanıp varacağı son durak olarak görülüyordur belki bu suç atma işi.
Eski zamanın o güzel ahlaka sahip kişilerinin hikayeleri de, olduğundan daha fazla allanıp pullanmıştır belki bir yandan da. Eskiden hürmetkar, muhabbet dolu, nazik ve ince, en basitinden otobüste yaşlılara yer vermekte yarışan kişilerdik ya, mesela. Ki bunları yazarken içim sızlıyor şu anda. Çünkü ne yazık ki toplumsal olarak, güzel huylardan bir hayli uzaklaşma mevcut, hakikaten de. Haksız ve yersiz bir yeriş değildir yani, zamanın insanının bencil ve saygısız halleri. Eski, gerçekten de allı ve pulludur, şimdi’nin yanında… Yalnız, söz konusu sorumlu olarak bizzat insanı değil de, zamanı mesul tutmanın yanlışlığına getirmek istiyorum, bu yazıyı.
Bu arada altını iyice çizmekte fayda var ki, o eskiyi yaşayıp görmediğim halde, yalnızca kendi yaşanmışlığımın verdiği bilgi dahilinde bile, gerçekten de gün be gün artan kişisel ve toplumsal bunalımların, yozlaşmaların ve bozulup çürümelerin, ben de farkındayım. Saygısızlık, umursamazlık, bencillik, saldırganlık ve yalnızlaşma konusundaki artışın nabzını şu an hepimiz tutabiliyorken, bir de, şahidi olmadığımız; doğumumuzdan önceki ‘eski zamanlar’, kim bilir ne kadar yaşanılasıdır, henüz bozulmamışlığından mütevellit. Bu düşünceye hak vermemek elde değil.
Yalnız şurada büyük bir sorun var, bakın…
Sorumluluğu üstlenmek yerine, dış faktörlere suç yüklemek, acaba gerçekten de onurlu ve erdemli bir hareket midir? Sürekli bir, ‘benim elimden bir şey gelmez, SİSTEM ARIZALI, ben ne yapayım’ tavrı! Edilgen bir kurbanlıktan başka hiçbir şey olmadığını beyan etmiyor mu insan aslında, mesuliyeti dış etkenlere yükleyerek?
“Zaman kötü…” Az önce bunun, kabahati beşeriyete atfetmekten bir kaçış olabileceğini söyleyip, biraz mazur görmüştüm. Lakin mutlak bir meyanda, hiç de bir özrü bulunmayan ve insanın aklına, gücüne, iradesine yakışmayan bir eylemdir bu. Zaman’a suç yüklemek yerine, sorumluluğu üstlenip, bahsedilen o yozlaşmaların müsebbibinin, bizatihi kendisi olduğunu kabullenebilmeli insan, evvela.
Ve konuyu, bir altın vuruş ile düğümlemek gerekirse… “Allah Teala buyuruyor ki: Ademoğlu dehre(zamana) söverek bana eziyet verir. Halbuki ben Dehr’im (zamanın yaratanıyım). Her şey benim elimdedir. Geceyi, gündüzü ben idare ederim” (Buhari, Tefsir 45) şeklinde bir hadis-i şerif vardır. E olaylardan dolayı zamanı sorumlu tutmak da, ona bir nevi kudret ve ilahlık yakıştırmak olmaz mı? Tüm o olayları, zamanı ve her şeyi bir yaratan varken? Hem, Asr Suresi de, Yüce Yaratan’ın asra(yüzyıla) yemin etmesi ile başlar ve Allah Teala’nın, üzerine yemin ettiği bir şeye sövmek, haksız ve yanlıştır.
Sonuç netice, ‘sistem arızalı’ zihniyetinden kurtulup, sorumluluğu bizatihi üstlenmeli ki, değişim ve düzelme için muhtaç olduğumuz kudreti, kendimizde bulabilelim. Aksi halde, sızlanan zavallı ve biçare yaratıklar olarak kalacağız.