“Böyle gelmişse de; bu böyle gitmez” diye yumruk vurur, direnir, en azından içten haykırırdık bir zamanlar. Kahramanlara övünür, onları sahiplenirdik; güzel örneklere özenirdik. “İleri insan” hedeflerimiz vardı, kutsallıkla örülü, maddîlikten uzak.
“Eskiden de olurdu benzeri söylemler, kavgalar, tartışmalar, politikalar, ayak oyunları; gelecekte de olacaklar; o halde neden kendimizi değiştiremeyeceğimiz şeyler uğruna, fazladan üzelim, yoralım.” düşüncesi egemen artık.
Yeni insan ve toplum hâllerinde, “Beşeriyet durumunun değişmez özellikleri vardır. Benimsemesek bile kabul edelim, hem kime ne zararları var ki; ferdî tercihleridir; demokratik hak ve özgürlüklerdir” gibi cümleler kurarak, ahlâksızlığı kötülüğü normalleştiriyor; bir anlamda erdemi, evlilik ve aile kurumunu dışlıyor, cinsel sapkınlıkları hoş görüyoruz mesela. Tabii Müslüman kişiler olarak, dinî anlayışı da bertaraf etmişizdir bu arada.
Nene Hatunların, Kara Fatmaların başörtülü torunlarından; İngiliz egemenliğinin üstünlüğüne dâir veciz sözler işitiyoruz söz gelimi.
Fransa’ya Ermeni tasarısıyla ilgili çıkışlar yaparken, aslında ilişkilerin yolunda gideceğini hissettiren; her arzu edenin (Ermeni, İsrailli, Fransız…) arazi satın alabileceği, toprak satışlarını arttırmaya yönelik, yetkili ağızlardan müjdeli beyanatlar veririz mesela. Ki demokrasinin b(eşiği), özgürlüklerin yılmaz savunucusu taçlı ülkelerin bize karşı tepkileri bulunmasın. Parayı bastıran her şeyi satın alabilir; izzet, efendilik dahil.
“Küreselleşme, derin şirketlerin büyük(!) devletlerin yönetimi, sömürü; çağın getirdiği bir durumdur. ‘Karşı çıkılsa da’ vaziyet değişmez, kafa tutmaya, uyanık kalmaya lüzum yoktur. O hâlde şartlara rıza gösterelim, sindirelim, hazmedelim.” demeye getirir ve öyle hareket ederiz mesela.
Zillet üzerimize öylesine yapışır ki; seçilmesine de katkıda bulunduğumuz NATO Genel Sekreteri Rasmussen, bir TV kanalına: “Rusya ve İran’ın karşı çıktığı füze savunma sisteminin Türkiye’de konuşlandırılmasını Ankara’nın istediğini” ileri sürebilir. “Türkiye bizim Kosova, Afganistan ve son olarak Libya’daki operasyonlarımıza çok önemli katkıda bulundu.(..) İzmir’de güçlü bir Kara Kuvvetleri Komutanlığı kurulmasına karar verdik. Burası hem Türkiye, hem Nato için önemli bir üs olacak.” şeklinde açıklama yapmak cüretini gösterebilir. (11 Şubat 2012 tarihli basından).
Dindarlığın tanımı, bundan böyle değişmiştir. Devamının gelmesi de istenilen, öyle dindar nesiller yetiştirmişizdir ki; Haçlıyı “Buyur edecek” kadar z(engin) ufuklara açılmış ve çalınmıştır.
…
Zaten futbol, geçici gündem, genelgeçer söylemlerle avutuluruz. Hayatî meseleler unutulur da, küçük başarılarla avunulur. Şarkı yarışması birincilikleri, spor müsabakalarındaki galibiyetler, Fatmagül’ün saçı suçu, Âdem Bey’in kuçusu devâsa meselelerdir.
Tarihin, coğrafyanın sahipliğinin yavaş yavaş el değiştirmesi, sömürgeci zihniyetiyle yapılan kuru gürültüler, siyasî laklakıyat garip bir mutluluk verir. Körleşme, sağırlaşma hızla yayılır. Derin ve uzun düşüncelere fırsat kalmayacak kadar gündem, cambazlar hızla değişir.
Neticede bir ümitsizlik de baş gösteriyor. “Karşı durulmaz, değişmez” ifadeleri, “Bu böyle gider’in de” bir uzantısı ve devamı oluyor.
Her şey (şer güç, iblis, emperyalist. vs.) tarafından ele geçirildiyse söz gelişi; o zaman “pelte dindarlar” olarak kıyametin kopmasını beklemekten; bir ân önce mukadder sona, ulaşmamız için dua etmekten başka çare yoktur. Çünkü umut, imkân kalmamıştır.
Esasen insan faziletini, manevî dayanakları inkâr vardır mevcut durumda. İnsan kendini indirger, varoluşunu küçümserse ancak rahatlıkla, menfaatlerinin kollanması ve rüzgâr şiddetiyle uyumlu yaşamayla yol alabileceğine inanır. Yavaş yavaş hem ferdî, hem toplumsal hedefler ortadan kalkar. Lezzetli Benlik ve heveslerinden başka nihaî bir gaye kalmaz.
Gaye yoksa netice(gelecek, umut, mahsûl, inşa); dolayısıyla engel de yoktur. Neye karşı, niçin savaşılsın ki. “Saldırı” bir engel değildir. Haricî güçlerin sizden talepleri, varlığımıza yönelik somut tehditleri bir mânia değildir. Kötülüğe karşı durulmaz, savaşılmaz.
Teslimiyetçiliğin diğer adı “demokrasi, değişim, dönüşüm, farklılık, çeşitlilik vb.” güzellemesidir. Bize hep bir çemberden dışarı çıkamayacağımız telkin edilir. Bazen, kendimizi birbirimizi zincirleriz.
Fert ve toplum mücadele, direnme güdüsünü, ruhunu kaybediyor.
“Eskiden de olurdu benzeri söylemler, kavgalar, tartışmalar, politikalar, ayak oyunları; gelecekte de olacaklar; o halde neden kendimizi değiştiremeyeceğimiz şeyler uğruna, fazladan üzelim, yoralım.” düşüncesi egemen artık.
Yeni insan ve toplum hâllerinde, “Beşeriyet durumunun değişmez özellikleri vardır. Benimsemesek bile kabul edelim, hem kime ne zararları var ki; ferdî tercihleridir; demokratik hak ve özgürlüklerdir” gibi cümleler kurarak, ahlâksızlığı kötülüğü normalleştiriyor; bir anlamda erdemi, evlilik ve aile kurumunu dışlıyor, cinsel sapkınlıkları hoş görüyoruz mesela. Tabii Müslüman kişiler olarak, dinî anlayışı da bertaraf etmişizdir bu arada.
Nene Hatunların, Kara Fatmaların başörtülü torunlarından; İngiliz egemenliğinin üstünlüğüne dâir veciz sözler işitiyoruz söz gelimi.
Fransa’ya Ermeni tasarısıyla ilgili çıkışlar yaparken, aslında ilişkilerin yolunda gideceğini hissettiren; her arzu edenin (Ermeni, İsrailli, Fransız…) arazi satın alabileceği, toprak satışlarını arttırmaya yönelik, yetkili ağızlardan müjdeli beyanatlar veririz mesela. Ki demokrasinin b(eşiği), özgürlüklerin yılmaz savunucusu taçlı ülkelerin bize karşı tepkileri bulunmasın. Parayı bastıran her şeyi satın alabilir; izzet, efendilik dahil.
“Küreselleşme, derin şirketlerin büyük(!) devletlerin yönetimi, sömürü; çağın getirdiği bir durumdur. ‘Karşı çıkılsa da’ vaziyet değişmez, kafa tutmaya, uyanık kalmaya lüzum yoktur. O hâlde şartlara rıza gösterelim, sindirelim, hazmedelim.” demeye getirir ve öyle hareket ederiz mesela.
Zillet üzerimize öylesine yapışır ki; seçilmesine de katkıda bulunduğumuz NATO Genel Sekreteri Rasmussen, bir TV kanalına: “Rusya ve İran’ın karşı çıktığı füze savunma sisteminin Türkiye’de konuşlandırılmasını Ankara’nın istediğini” ileri sürebilir. “Türkiye bizim Kosova, Afganistan ve son olarak Libya’daki operasyonlarımıza çok önemli katkıda bulundu.(..) İzmir’de güçlü bir Kara Kuvvetleri Komutanlığı kurulmasına karar verdik. Burası hem Türkiye, hem Nato için önemli bir üs olacak.” şeklinde açıklama yapmak cüretini gösterebilir. (11 Şubat 2012 tarihli basından).
Dindarlığın tanımı, bundan böyle değişmiştir. Devamının gelmesi de istenilen, öyle dindar nesiller yetiştirmişizdir ki; Haçlıyı “Buyur edecek” kadar z(engin) ufuklara açılmış ve çalınmıştır.
…
Zaten futbol, geçici gündem, genelgeçer söylemlerle avutuluruz. Hayatî meseleler unutulur da, küçük başarılarla avunulur. Şarkı yarışması birincilikleri, spor müsabakalarındaki galibiyetler, Fatmagül’ün saçı suçu, Âdem Bey’in kuçusu devâsa meselelerdir.
Tarihin, coğrafyanın sahipliğinin yavaş yavaş el değiştirmesi, sömürgeci zihniyetiyle yapılan kuru gürültüler, siyasî laklakıyat garip bir mutluluk verir. Körleşme, sağırlaşma hızla yayılır. Derin ve uzun düşüncelere fırsat kalmayacak kadar gündem, cambazlar hızla değişir.
Neticede bir ümitsizlik de baş gösteriyor. “Karşı durulmaz, değişmez” ifadeleri, “Bu böyle gider’in de” bir uzantısı ve devamı oluyor.
Her şey (şer güç, iblis, emperyalist. vs.) tarafından ele geçirildiyse söz gelişi; o zaman “pelte dindarlar” olarak kıyametin kopmasını beklemekten; bir ân önce mukadder sona, ulaşmamız için dua etmekten başka çare yoktur. Çünkü umut, imkân kalmamıştır.
Esasen insan faziletini, manevî dayanakları inkâr vardır mevcut durumda. İnsan kendini indirger, varoluşunu küçümserse ancak rahatlıkla, menfaatlerinin kollanması ve rüzgâr şiddetiyle uyumlu yaşamayla yol alabileceğine inanır. Yavaş yavaş hem ferdî, hem toplumsal hedefler ortadan kalkar. Lezzetli Benlik ve heveslerinden başka nihaî bir gaye kalmaz.
Gaye yoksa netice(gelecek, umut, mahsûl, inşa); dolayısıyla engel de yoktur. Neye karşı, niçin savaşılsın ki. “Saldırı” bir engel değildir. Haricî güçlerin sizden talepleri, varlığımıza yönelik somut tehditleri bir mânia değildir. Kötülüğe karşı durulmaz, savaşılmaz.
Teslimiyetçiliğin diğer adı “demokrasi, değişim, dönüşüm, farklılık, çeşitlilik vb.” güzellemesidir. Bize hep bir çemberden dışarı çıkamayacağımız telkin edilir. Bazen, kendimizi birbirimizi zincirleriz.
Fert ve toplum mücadele, direnme güdüsünü, ruhunu kaybediyor.