Gün geçmesin ki, mukaddesatımız, din adamlarımızla ilgili menfî duyumlar almayalım.
Çeşitli kanallardan, özlerine bünyeye ters olaylara, olumsuz sergilemelere şahit kalıyoruz. Bir kısmı yanlı(ş) haber olsa bile; önemli bir bölümü ispatlı, gizlenemeyecek kadar açık gözüküyor.
Demek ki en azından bir etkisizlik, gerçek bir dini yaşamakta yavanlık, sathilik mevcut. İnsanî ilişkilerimizde, iletişimimizde alabildiğine bir gerileme.
Mesela peynir ekmek yer gibi, en tepe merkezlerden derece derece, ne kadar çok yalan söylüyoruz birbirimize. Ya dildeki seviyesizliğe, saldırgan, hakaretamiz üsluba ne demeli.
Ki böylesi çirkin hadiselerle anılmak bile, ruhen soğumaya, bir algının kökleşmesine, ilerde deizm, ateizm gibi tercihlerin artmasına, şüphelere sebebiyet veriyor. Din adamı, dinin imajı sarsılıyor.
Bir zaman sonra, ana yapıyla, temel kaidelerle mesafe artıyor. Dinler arası sınırlar bulanıklaşmaya, geçişler fazlalaşmaya, Müslümanlar değil, din sorgulanmaya başlıyor.
Artış gösteren suç oranları, günah işleme keyfi; çoğalan dini eğitim veren okullar, devasa cami sayısı, medyadaki dinî yayınlar, programlar, en önemlisi dindar yöneticilerin görüntüleriyle, hâsıl ettikleri izlenimle karşılaştırılıyor. Durum, muhafazakârların aleyhine çıkıyor.
Görünürdeki hummalı faaliyetler, insana yansımıyor. Mana dünyamız müessir değil. Maalesef bu durumda bizlerin de payı büyük. İmtiyazlı olan, rağbet gören, teşvik edilip, sevilen, neticede benimsenen başka görüşler, kültür ve fikriyat.
Yönetici, temsilci, kanaat önderleri, üst düzey kişilerde; dindarlık, söylemler, ibadetler hep ön planda, göz önünde olmasına rağmen; aynı şahsiyetler tarafından, savundukları inanca aykırı, akıl almaz davranışlar gözlenmesi, sosyal vicdana sığmıyor mesela.
Mücahitler, cici bici müteahhitlere, muhteris tacirlere dönüşüyor. Dinin müeyyideleri, söz gelişi sevap kavramı önemli değil artık.
Düşünebiliyor musunuz, artık bazı egolar nasıl bir tavan yaptıysa ve ozon tabakasını deldiyse; tek HÂKİM siyaset addedildiği için, parti(li), ahirette de geçer akçe durumuna gelebiliyor.
Bu kadar Hâkimler, Muktedirler, garantili eminler(!) yani. Her yandan, tam bir kazan(!) kazan.
Hayat, vurgulanan davaya göre değil; şahsî menfaatlere, son derece dünyevî yönelimlere, arzulara göre yaşanıp; ne idüğü belirsiz, mıncık mıncık edilmiş bir din anlayışıyla uyarlamalar ayarlamalar yapılıyor. Nasıl bir sunumdur bu?
Sonuçta topluma örnek olmak bir tarafa; meydana gelen sunilik ve çok yüzlülükten dolayı, muhataba karşı bir güvensizlik, değersizlik, bir inanç savrulması doğuyor.
Bir karmaşa, bulanma içinde; bilmem hangi egemenin, emperyalist kültürün kıstaslarını benimsiyoruz.
Yeni bir din (t)üretiliyor. Sınırları belirsiz, kişiye göre değişen; her gün ana ilkelerine bir şey konan, uydurulan; cıvık, kopan, dağılan, yerine göre sert kabuğundan ötürü kimsenin içine giremediği, anlaşılmayan, uygulanamayan, yaşamayan bir din (anlayışı).
İslam’a rağmen İslâm olabilir mi? Bir mirası, “emaneti” nasıl temsil edeceğiz ve (istikbale) taşıyacağız?
Din, samimiyetle yaşandığında; gerçekten ufuk açıcı, insanı hayatı nefeslendiren bir olgu.
Dünya sorunlarıyla bunalan kalp, hakikî İslâm anlayışına yakınlaştığında inanılmaz bir hazla genişler, sevgi dolar.
Cehalet, nefret, kin, nefsani öfke, kibirle fazla kire batmaz. En azından, öyle elini kolunu sallaya sallaya, sere serpe “günah işleme özgürlüğü” olmaz. Kuldan önce Allah’tan çekinir, korkar, utanır.
Sahabeler, Hz. Mevlanâlar, Ahmet Yesevîler, Yunuslar, bu dinin mensupları değil miydi? Aynı dine inanmıyor muyduk?
Oysa faziletin, bir güzellik ruhunun; görünür, şahitli, şaibe götürmez bir biçimde, toplum nazarında billûrlaşması lazım.
Maddî-manevî ilimlerle mücehhez, vatanperver, ihlaslı, inancın derinden içe işlediği eğitimli, şuurlu insanlar, basiretli aydınlar ve idrak sahibi bir cemiyetle ileri gidebiliriz ancak.
Kartondan kahramanlar, parlak kâğıttan evler, gösterilerle değil.
Mesele şu ki, habire bina yapıyoruz, erdemli insan inşâ edemiyoruz