Sayın Taha Akyol, 18 Temmuz 2012 tarihli “Davutoğlu bu kumarı kazanır mı?” adlı yazısında özet olarak şöyle diyor: “Davutoğlu’nun Suriye konusundaki aktivizminin dozu eleştirilebilir ama sürecin sonunda bu diplomatik kumarın kazanılması ihtimalini hiç küçümsememek lazım.”
Dışişleri Bakanı Sayın Ahmed Davutoğlu, bu yazıyı okuyunca söz konusu yazara telefon açıyor ve şöyle diyor: “Dünkü yazında Suriye politikasını “kumar” olarak nitelemenden rahatsız oldum, kumar değil, ahlaki tercihtir. Saraybosna’da insanlar öldürülürken ne hissettiysem Suriye’deki ölümlerde de onu hissettim, ahlaki politikanın gereği Suriye’deki kıyıma sessiz kalmamız mümkün değildir.”
Hariciye Vekilimiz, bu konudaki sürekli eleştirilere de şöyle cevap verdi: “Bir anlık fotoğrafa değil sonuca bakmamız gerekir.”
Yapıcı olmak şartıyla her yazarın eleştirme hakkı vardır ama karşı tarafın dünya görüşünü tam bilmeden kendi dünya görüşümüz doğrultusunda yüksek dozda eleştirmek doğru değil; çünkü sonuç düşündüğümüzün dışında gerçekleştiği zaman mahcup olma durumumuz söz konusudur. Bir de kullandığımız kelimelere bakacağız; kullandığımız kelimeler eleştirdiğimiz zatın dünya görüşüne uygun mu, değil mi?
Biz de şahsen Sayın Davutoğlu gibi söz konusu yazarın yazısının başlığını okur – okumaz rahatsız olduk. “Edep yahu” hiç Sayın Davutoğlu kumar oynar mı? Davutoğlu da insandır ama dünyevi görüşüyle, karakteriyle bağdaştırmak mümkün değildir. Önce birbirimize saygılı olmalıyız daha sonra birbirimizi eleştirirken kullandığımız kelimeleri dünyevi görüşümüze gör kullanmalıyız.
Benzetmede zayıftır. Kumar, yorulmadan, alın teri olmadan kazanılan veya kaybedilen mala denir. Suriye olayında böyle bir durum yoktur. Baas = Nusayrilik rejimine karşı insanca yaşamak için hürriyetini elde etme peşinde koşan insanların yanında yer almanın kumarla bir ilgisi olamaz. Boşnaklar kaybetmiş olsaydı, bu insanların yanında yer alanlar kumarı kaybetmiş mi olacaktı?
İnsanlığın gereği mazlumun yanında yer almaktır. Dinimizin emri budur. Mazlum insan ister Müslüman olsun ister kâfir olsun fark etmez. Haklıdan yana olmak Müslüman’ın şiarındandır.
Tarih boyunca Müslümanlar ve ecdadımız güçlünün yanında değil, mazlumun yanında yer almışlardır. Sayın Davutoğlu’nun Suriye konusundaki stratejisi budur.
AK Parti’nin dış politikada güttüğü siyaset, Osmanlı Devleti’nin toprakları üzerinde kurulan ulusal devletlerle siyasi, kültürel ve ekonomik alanlarda işbirliğine gitmek suretiyle zalime karşı mazlumun hakkını koruma stratejisidir. Çünkü Hak ve adâlet kuvvetle ayakta durur. Kuvvetli olmadan zalime karşı mazlumun hakkını korumak mümkün değildir.
“Yurtta sulh cihanda sulh”u enternasyonalin bir parçası olmak ve uluslararası gücün stratejisi doğrultusunda hareket etmek şeklinde anlayanlar, Sayın Ahmed Davudoğlu’nun uluslararası dış politikada takip ettiği stratejisinin buna tamamen ters düşmesinden dolayı haksız olarak ve dozu kaçırılarak eleştirmektedirler.
“Yurtta sulh cihanda sulh” enternasyonalin bir parçası olarak sağlanamaz. Enternasyonalin bir parçası olmak demek, bir milletin mazisini ve sahip olduğu dini reddetmek demektir. Bu anlayışla çağdaş uygarlık seviyesine de erişilmez. Taklitçi zihniyetle, başka bir ifade ile kendi kimliğini reddedip başka kimlikle varlığını sürdürmek isteyen bir ulus, hiç çağdaş uygarlık seviyesine ulaşabilir mi?
“Yurtta sulh cihanda sulh” Sayın Hariciye Bakanımızın dış politikada takip ettiği strateji ile mümkün olur. bu strateji ile de çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkılır.
Sayın Taha Akyol’un, Davutoğlu’nun Suriye konusunda takip ettiği stratejiyi kumara benzetmesinin sebebi, dil sürçmesi veya “Yurtta sulh cihanda sulh” prensibinin tesiri altında kalmış olması olabilir.