Ya bendeniz göremiyor ve duymuş olmuyorum ya da unutulmuş bir durum var.
İncili Çavuş üzerinde tam açıklığa kavuşmuş hayat hikâyesi görülemiyor. Ekseriyet Kayseri’nin Tomarza civarındaki Travşın köyünde (Bu köyün adı sonradan İncili olarak değiştirilmiş) doğduğu rivayetiyle 16. Asrın sonu ile 17. Asrın başlarında daha çok sarayda bulunduğu kaydedilmekte.
Kimi onun sarayda vazifeli, kimi halk meddahı olarak belirtmektedir ama nüktelerine bakarsanız her yönde de işlemini görebiliriz.
Yazımın, başlık ve sonunu İncili Çavuş’un bir nüktesine dayandıracağım için açıklama yapmak isterken yer kalırsa onun nüktedanlıklarından bazılarını da sunmak isterim.
***
Bu günlerde tüm medya ve vatandaşlarımızın kafasında “Darbe” oluşumları üzerinde düşünceler gırla gitmekte.
Kimi Demokrasinin darbeyi kabul edemeyeceğini (ki aslında öyledir), kimi iktidar partilerinin gidişatından memnun olunmazsa bunun hallini halka rağmen darbe yolu ile halli niyeti içinde. Tabii parsayı muhalefet de kapabileceği için onlarca da açıkça aksini söyleseler de içlerinden ayni mealde oldukları da gözden kaçmıyor. Ezeli devamcının zaten ağzı kulaklarına varırcasına avukatları olduğunu ifade etmekte!.
***
Bu yeni değildir. Başlamasından bu güne kadar yüz yılı -ki, 1908 – 2009 olarak- aşmış bulunmakta.
“Onu da nereden çıkarıyorsun. Darbe 27 Mayıs 1960 ve sonraların da oldu” diyecek olabilenlere derim ki;
Yeni yeni açıklamalar yanında bendenizin de geçen yıl içinde sunduğum “Kurtuluş Savaşımızda Bilinmeyenler” başlıklı yazı dizimde de belirttiğim gibi…
Okutulan resmî tarih ile kendi ideolojisine göre yazanların yazdıkları kitap vb. ye değil…
Tarihimizdeki oluşumları tarafsız ve ideolojilere takılmadan hakikatleri ne olursa olsun belgelere dayanarak yazabilen tarihi kitap dergi vb.leri de okuyarak öğrenirlerse.
“Geçmişini bilmeyen bir ülke yok olmaya mahkûmdur.” Veya son deyim “Geçmişini bilmeyenin geleceği, başkaları tarafından şekillendirilir.” dayanaklı deyimlerden nemalanarak…
Esas tarihimizi fikri sabit dışında kalıp öğrenmiş olmalarında fayda vardır düşüncesindeyim.
***
İç ve dışta hakiki tarihi yazanlardan okumakla “darbe yapma” teşebbüsüne ait girişimler, Yahudi kökenli Mason’ların “Selanik Askeri Tıbbiye” sindeki Teğmen ve Yüzbaşıların tabiri caiz ise kafalarına işlemeleri ile başlamaktadır.
Kurdurdukları İttihat cemiyetinin ana gayesi sözde demokrasiyi getirme çabasıdır. Ve Padişah hassalığı yani Meşrutiyet Mutlakıyetin zıddı bir idareden kurtarılmakla olacağı işlenmiş görülmektedir.
Konunun detayı uzunca olacağı için ilerde daha geniş anlatıma bırakarak burada başlıklar içinde değinmekle kalıyorum.
1908’de başlayan bu hareket Fransa’da bulunan Jön Türklerle birleşerek yaptıkları girişim mücadelesi zamanı içinde Sultan Abdülaziz’in intiharı (!) ve en son Meşrutiyet ilanı şartlı içinde II. Abdülhamid Padişahlığa getirilişidir.
Dikkat edelim normal sülale devamı gibi mi yoksa Mustafa’yı da azlederek mi? Kimler yapıyor bunları? Bunlar darbeci niteliğine girmez mi?.
İlk Meşrutiyet tatbikinde padişah yetkileri yinede çoğunlukta olması neticesi o zamanlarda yapılan seçimleri İttihat ve Terakki karşıtları kazanınca olaylar çıkmaya başladığını ve Meclis-i Mebusan da Yahudi ve Ermeni asıllıların çokluğu ile aleyh kararlarını gören II. Abdülhamid han Meşrutiyeti kapatıvermesi…
Bunu hazmedemeyen adı geçen parti 31 Mart olayını, yakın günlerdeki yalancı şeyhler oyunu gibi şeyh ve hocalar yolu ile irtica olayı çıkarmışlar, “İrtica ayak kaldırıyor” safsatası içinde olay yaratmışlardı.
Güya bu olayları durdurmaya gelecek Selanik ordusu padişahı korumak için (son yıllarda ki Örfi İdarelerin yaptığı gibi) İstanbul’a gelerek padişah koruma yerine açıkçası padişahı tehdit havası içinde hem yeniden meşrutiyeti kabul ettirmiş hem de salahiyetini budamış oldular
Daha sonra da Ermeni ve Mason taraftarı kişilere uyan Paşalar Sultanı “HAL” edivermişlerdi.
Bu darbe değil mi idi?
Daha sonra savaş çıkartma oyunu ile de Osmanlı Devletini yıkmış olmadılar mı? Buda mı girmez dersiniz darbeciliğe?
Cumhurbaşkanı Atatürk’ün de tek partiden memnun olmayıp muhalefet kurdurması neticesinde…
Doğudaki isyanı “İrtica baş kaldırıyor” şekline sokan İnönü’nün başbakanlığa gelmesi ile 1925 – 1929 arası olarak Takrir-i Sükûn kanunu (DP çıkarınca küplere binmişti ya) ile basını ve muhalif sesleri susturma yanında muhalefeti kapattırma ve İstiklal Mahkemesi kurma işlemi bir darbe niteliği taşımaz mı acaba?
İnönü’nün milli şeflik ile sözde Cumhuriyet idaresini diktatörlük içinde devam ettirmesinden duyulan memnuniyetsizliği Halkın Demokrasi sivil darbesi meydana getirmişse de…
Aynı İttihatçıların yaptığı gibi fazla tahammül edemeyenler bildiğiniz gibi “Vatan satılıyor. İrtica patlıyor” deyimleri ile 27 Mayıs ve devamı askeri darbeleri meydana gelmekle kalmayıp, hâlâ uzantıları görülmüyor mu?
1908’de kurulan darbeci teşkilatın 2009’da devam etmesi ile asra varan bu zihniyet acaba kaybolabilecek mi?
***
İşte gelelim başlıktaki manaya…
Rivayet o ki İncili Çavuş zamanında padişah aklına estirip.
Soru soracağı kimse iyi bir cevap verirse on kese altın vereceğini ama bilemeyenin de boynu vurulacağını ilan eder
Gelenlere “Elma ne Malma ne” sorusuna “Başka bir Meyve” diyenin boynu gider.
Padişah hep ismin aslının yalınlaşması diyebileceğimiz “M” harfi ile başlayan manasız soruları sorar.
Bunu duyan İncili Çavuş birde ben gideyim der.
Padişah ona “Ev ne Mev ne? İncili “Ev sizin sarayınız Mev ise bizim fakirhane” der.
“Padişah ne Madişah ne” sorusuna “Padişah siz sultanımız. Madişah ise biz kullarınızız” diyerek cevaplandırır.
Cevaplara memnun olan Padişah İnciliyi hem mükâfatlandırır hem de yanına alır.
***
Diğer nüktedanlıklarını başka bir güne bırakıp…
“Darbe; Marbeleşecek mi? derken Marbe’yi halkın oyu olarak kabul edersek!
Darbe söz ve düşünceleri kaybolmuş, gerilimsiz genel başkan sultalığı da kalkmış, yerleşmiş hakiki manada ki demokrasiyi kapsayan bir Türkiye görebilelim dileğindeyim.
***
Sağlık ve esenlik içinde yaşam dileğimle…