Bizim nesil 27 Mayıs darbesinden günümüze bütün darbeleri yaşadı. Yirmi yıl sonra, 12 Eylül darbecilerini koruyan Anayasa’nın 15. geçici maddesinin kaldırılması gündemde. Bakalım kaldırabilecekler mi?
Eğer vaktiyle darbe yapanlardan ve darbe girişiminde bulunanlardan hesap sorulmuş olsa idi, günümüzde darbelerle uğraşmıyor olacaktık.
27 Mayıs 1960 günü evden çıktım, birliğime gitmek için çarşıya indim. Ortada bir anormallik vardı. Herkes öbek öbek toplanmış radyo haberlerini dinliyordu. Topluluğun birisine sokuldum, ne oluyor diye sorunca, ordu idareye el koymuş dediler. Bir süre radyoya kulak verdikten sonra birliğime gittim. Orada da çarşıdaki gibi herkesi radyo başında buldum.
Benim de olduğum yerde iki üsteğmen arkadaşım daha vardı.. “Falan bakan yakalandı”, gibi haberleri duydukça, kalkıp kalkıp oynuyorlardı. Haberlerde iktidara karşı düşmanca bir tavır takınıldığı açıktı.
Başta askerî kesim olmak üzere, memlekette yalan ve iftiralarla öyle bir iktidar düşmanlığı yaratılmıştı ki, durum onun bir tezahürü idi. Dayanamayıp bu arkadaşların davranışlarına müdahale ettim. Oturup, oynamaktan vazgeçtiler.
Bundan sonra yıllarca bir kesim, Demokrat Partilileri kuyruk diye horladı. Darbe günü sırf hakaret olsun diye bazı milletvekillerini evlerinden çöp arabaları ile aldılar. Yirmi yıl halkın nefret ettiği 27 Mayıs’ı, bayram diye kutlattılar. Günümüzdeki anayasa o günlerin kalıntısı.
Yassıada Mahkemesi Başkanı Salim Başol’a Allah öyle bir gaf yaptırdı ki o, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” deyince hukuka nasıl bir cinayet işlettirildiği belgelenmiş oldu. Merhum Menderes ve arkadaşlarına yapılanları hiç hatırlamak istemem. Hele Menderes idam edilmeden önce, “utanıyorum” itirazına rağmen, yapılan prostat muayenesi, o dönemde tıp adamlarının bile nasıl uşaklaştığını gösteren örneklerden birisidir. Asacağınız adamın prostatı olsa ne yazar, olmasa ne yazar.
Darbenin olduğu günlerdi. Taburu yoklamaya götürmüştüm. Alay kumandanı, “taburları arkadaşlarla gönderin, tabur nöbetçi subayları kalsın, biraz sohbet edelim.” deyince bizim taburu da bir asteğmen arkadaşla gönderdim. Alay kumandanı o günlerde İstanbul’da imiş. Halkın askerlere gösterdiği ilgi ve sevgiyi anlattı. Ufak tefek alışverişlerde esnafa para kabul ettiremediklerini nakletti. Bütün darbe sonlarında hep böyle oldu. Halk, darbeler akabinde derin bir nefes alıp, darbelere destek verir duruma getirilmişti. Aynı durum 12 Eylül’de de oldu. 11 Eylül’de kan gövdeyi götürürken, 12 Eylül sabahında anarşik ortam bıçakla kesilir gibi kesilivermişti. Ama aynı silahın bir gün milliyetçi genci, ertesi gün ise solcu bir genci öldürdüğü sonradan anlaşıldı. Günümüz darbecilerinin de yapmak istediği şey aynı değil mi? Hedef halkı olmuş armuda döndürmek.
Özet olarak hak ve hukuk ihlâlleri darbelerin en büyük özelliğini teşkil eder. Hangi birini anlatalım?
12 Eylül darbesinde de benzer durumlar yaşandı. Gecenin bir saatinde evler basılıp aranıyor, suç unsuru diye ilgisiz kitaplar çuvallara doldurulup götürülüyordu. Evi aranan kurtuluyor, ama bekleyenler ha bugün geldiler, ha yarın gelecekler diye huzursuzluktan uyku durağı kaybediyorlardı.
O dönemde pek çok da kitap yakıldı. Yakılanların arasında tarihî belgeler bile vardı. Hiç kitap yakılır mı? Yakıldı işte…
Böyle günlerde konuşmak ve yazmak gerçekten zordur. O günlerde merhum Mustafa Ataman ağabey Yeni Meram’da, Bedrettin Demirel Paşa’ya hitaben bir açık mektup yayımladı. Merhum, lisan-ı münasiple bu aramaların yanlışlığından, asılsız ihbarların vatandaşı huzursuz ettiğinden bahsetti. Bu yazı üzerine paşanın emriyle gece ev aramaları durduruldu.
O dönemde sağcı ve solcu gençlere akıl almaz işkenceler yapıldığına şahit olduk. Aylar sonra bile tutuklu gençler üzerinde işkence kalıntılarını görmek mümkündü. Bu dönemde hiçbir işkenceci ceza görmedi. Yaptıkları yanlarına kâr kaldı. İşkence ile her suça bir fail bulunmuştu. Mahkemelere de ifadelerin işkence zoruyla alındığı iddialarımızı dinletemedik. Binlerce genç aylarca, yıllarca hapiste yattıktan sonra berat etti. Bu arada pek çok gencin ruh sağlığı bozuldu. Aileler perişan oldu.
Bugün CHP’nin darbe heveslilerinin avukatlığına soyunduğu gibi, bütün darbe dönemlerinde bir kısım sol, hep darbelere direk veya dolaylı yollardan arka çıkmış, bundan nemalanmaya ve hep sahip olduğu gücü korumaya çalışmıştır. Ve darbeler hep sağ iktidarlara karşı yapılmıştır. Günümüzde bir avuç sol aydının darbelere karşı verdiği mücadele de her türlü takdirin üzerindedir.
Demokratik ülkelerde hiç kimse gücünü, mevki ve makamından alamaz ve almamalıdır. Meşruiyetin tek kaynağı hukuktur. Bir tek hâkimiyet vardır, o da halkın hâkimiyetidir. Herkes bu iradeye saygılı olmak mecburiyetindedir. Yargı da güçler ayrılığının bir parçasıdır. Bu sebeple yargı da asla kendisini meclisin üstünde göremez ve görmemelidir. Kimse de yargı üzerinde baskı kurmaya kalkışamaz ve kalkışmamalıdır. Ancak hukukun üstünlüğü ile demokratik haklar teminat altına alınabilir.
Bu masum millet darbelerden çok çekti. Her darbe ülkeyi yıllarca geriye götürdü. Gelişmesini önledi. Hortumcular ceplerini bu dönemlerde doldurdu. Bu sebeple darbe dönemlerini hatırlatan bütün uygulamalar ortadan kaldırılmalıdır diye düşünüyoruz.
Gelecek sohbetimizde darbe dönemi hatıralarımızı yazmaya devam edelim.
Eğer vaktiyle darbe yapanlardan ve darbe girişiminde bulunanlardan hesap sorulmuş olsa idi, günümüzde darbelerle uğraşmıyor olacaktık.
27 Mayıs 1960 günü evden çıktım, birliğime gitmek için çarşıya indim. Ortada bir anormallik vardı. Herkes öbek öbek toplanmış radyo haberlerini dinliyordu. Topluluğun birisine sokuldum, ne oluyor diye sorunca, ordu idareye el koymuş dediler. Bir süre radyoya kulak verdikten sonra birliğime gittim. Orada da çarşıdaki gibi herkesi radyo başında buldum.
Benim de olduğum yerde iki üsteğmen arkadaşım daha vardı.. “Falan bakan yakalandı”, gibi haberleri duydukça, kalkıp kalkıp oynuyorlardı. Haberlerde iktidara karşı düşmanca bir tavır takınıldığı açıktı.
Başta askerî kesim olmak üzere, memlekette yalan ve iftiralarla öyle bir iktidar düşmanlığı yaratılmıştı ki, durum onun bir tezahürü idi. Dayanamayıp bu arkadaşların davranışlarına müdahale ettim. Oturup, oynamaktan vazgeçtiler.
Bundan sonra yıllarca bir kesim, Demokrat Partilileri kuyruk diye horladı. Darbe günü sırf hakaret olsun diye bazı milletvekillerini evlerinden çöp arabaları ile aldılar. Yirmi yıl halkın nefret ettiği 27 Mayıs’ı, bayram diye kutlattılar. Günümüzdeki anayasa o günlerin kalıntısı.
Yassıada Mahkemesi Başkanı Salim Başol’a Allah öyle bir gaf yaptırdı ki o, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” deyince hukuka nasıl bir cinayet işlettirildiği belgelenmiş oldu. Merhum Menderes ve arkadaşlarına yapılanları hiç hatırlamak istemem. Hele Menderes idam edilmeden önce, “utanıyorum” itirazına rağmen, yapılan prostat muayenesi, o dönemde tıp adamlarının bile nasıl uşaklaştığını gösteren örneklerden birisidir. Asacağınız adamın prostatı olsa ne yazar, olmasa ne yazar.
Darbenin olduğu günlerdi. Taburu yoklamaya götürmüştüm. Alay kumandanı, “taburları arkadaşlarla gönderin, tabur nöbetçi subayları kalsın, biraz sohbet edelim.” deyince bizim taburu da bir asteğmen arkadaşla gönderdim. Alay kumandanı o günlerde İstanbul’da imiş. Halkın askerlere gösterdiği ilgi ve sevgiyi anlattı. Ufak tefek alışverişlerde esnafa para kabul ettiremediklerini nakletti. Bütün darbe sonlarında hep böyle oldu. Halk, darbeler akabinde derin bir nefes alıp, darbelere destek verir duruma getirilmişti. Aynı durum 12 Eylül’de de oldu. 11 Eylül’de kan gövdeyi götürürken, 12 Eylül sabahında anarşik ortam bıçakla kesilir gibi kesilivermişti. Ama aynı silahın bir gün milliyetçi genci, ertesi gün ise solcu bir genci öldürdüğü sonradan anlaşıldı. Günümüz darbecilerinin de yapmak istediği şey aynı değil mi? Hedef halkı olmuş armuda döndürmek.
Özet olarak hak ve hukuk ihlâlleri darbelerin en büyük özelliğini teşkil eder. Hangi birini anlatalım?
12 Eylül darbesinde de benzer durumlar yaşandı. Gecenin bir saatinde evler basılıp aranıyor, suç unsuru diye ilgisiz kitaplar çuvallara doldurulup götürülüyordu. Evi aranan kurtuluyor, ama bekleyenler ha bugün geldiler, ha yarın gelecekler diye huzursuzluktan uyku durağı kaybediyorlardı.
O dönemde pek çok da kitap yakıldı. Yakılanların arasında tarihî belgeler bile vardı. Hiç kitap yakılır mı? Yakıldı işte…
Böyle günlerde konuşmak ve yazmak gerçekten zordur. O günlerde merhum Mustafa Ataman ağabey Yeni Meram’da, Bedrettin Demirel Paşa’ya hitaben bir açık mektup yayımladı. Merhum, lisan-ı münasiple bu aramaların yanlışlığından, asılsız ihbarların vatandaşı huzursuz ettiğinden bahsetti. Bu yazı üzerine paşanın emriyle gece ev aramaları durduruldu.
O dönemde sağcı ve solcu gençlere akıl almaz işkenceler yapıldığına şahit olduk. Aylar sonra bile tutuklu gençler üzerinde işkence kalıntılarını görmek mümkündü. Bu dönemde hiçbir işkenceci ceza görmedi. Yaptıkları yanlarına kâr kaldı. İşkence ile her suça bir fail bulunmuştu. Mahkemelere de ifadelerin işkence zoruyla alındığı iddialarımızı dinletemedik. Binlerce genç aylarca, yıllarca hapiste yattıktan sonra berat etti. Bu arada pek çok gencin ruh sağlığı bozuldu. Aileler perişan oldu.
Bugün CHP’nin darbe heveslilerinin avukatlığına soyunduğu gibi, bütün darbe dönemlerinde bir kısım sol, hep darbelere direk veya dolaylı yollardan arka çıkmış, bundan nemalanmaya ve hep sahip olduğu gücü korumaya çalışmıştır. Ve darbeler hep sağ iktidarlara karşı yapılmıştır. Günümüzde bir avuç sol aydının darbelere karşı verdiği mücadele de her türlü takdirin üzerindedir.
Demokratik ülkelerde hiç kimse gücünü, mevki ve makamından alamaz ve almamalıdır. Meşruiyetin tek kaynağı hukuktur. Bir tek hâkimiyet vardır, o da halkın hâkimiyetidir. Herkes bu iradeye saygılı olmak mecburiyetindedir. Yargı da güçler ayrılığının bir parçasıdır. Bu sebeple yargı da asla kendisini meclisin üstünde göremez ve görmemelidir. Kimse de yargı üzerinde baskı kurmaya kalkışamaz ve kalkışmamalıdır. Ancak hukukun üstünlüğü ile demokratik haklar teminat altına alınabilir.
Bu masum millet darbelerden çok çekti. Her darbe ülkeyi yıllarca geriye götürdü. Gelişmesini önledi. Hortumcular ceplerini bu dönemlerde doldurdu. Bu sebeple darbe dönemlerini hatırlatan bütün uygulamalar ortadan kaldırılmalıdır diye düşünüyoruz.
Gelecek sohbetimizde darbe dönemi hatıralarımızı yazmaya devam edelim.