Güncel olaylar yazı serisi
12 Eylül 1980 Anayasasının bir ürünü olarak ortaya çıkan YÖK, o günden bu yana yaptığı çalışmalarda ve kararlarda hep tartışılan bir kurum olmuştur.
Bundan evvel YÖK’le ilgili bir yazım da, “Meğer YÖK varmış” başlığını atmıştım.
Alın bakalım şimdi yine bir tartışma konusu ortaya atıldı. Siyasiler, bürokratlar, akademisyenler, gazeteciler konunun üzerine eğildiler. Biri bir tarafa çekerken öbürü öbür tarafa çekmekte bu tenakuzun (çelişki-ikilem) niçin yaşandığını kimse anlayamamaktadır.
Olay, YÖK’ün Üniversite giriş sınavlarında düz lise ve meslek liseli gençlere uygulanan kat sayının bir birine yakın olması ve böylece gençlere her hangi bir ayırım yapmaması üzerine ortaya geldi.
O, “hukuku biz biliriz” diyerek levhalarında ve yakalarındaki rozetlerinde adaleti temsil eden terazi işareti taşıyan hukukçuların oluşturduğu İstanbul Barosu var ya… İşte onlar sebep (neden) oldular bu karmaşanın yaşanmasına.
İstanbul Barosu, kamuoyuna bilgi sızdırmadan YÖK’ü, Danıştay’a verdiği bir dava dilekçesi ile şikâyet etti.
Şimdi ne yapsın Danıştay?
“Alt yana tükürse sakal, üst yana tükürse bıyık…” misali yapılan bu müracaatı reddetse bir türlü, reddetmese de bakacağım dese bir türlü…
Dava sonucunda karar verirken, “YÖK kendi içinde aldığı bir kararla bu işleri yapabilir diye karar alsa bir türlü… Yok, hayır. YÖK kendi içinde de olsa her hangi bir karar alamaz ve işlem yapamaz dese…” bir türlü…
Nedir bu Danıştay’ın YÖK’ten çektiği… Sanki YÖK’ten başka kurum ve kuruluş yokmuşçasına… Hep onlar geliyor önlerine…
Ne zaman başını ağrıtmayacak bir davaya bakacak bu Danıştay…
Benim bir teklifim var, İstanbul Barosuna...
Ne olur, Ey İstanbul Barosu… Şu YÖK’ün kapatılması talebi (sizin dilinizle istemi) ile bir dava açın Danıştay’a… Onlar da YÖK’ü kapatsınlar ki… Bir daha ne onların önüne böyle bir dava gelsin, ne sizler sıkıntıya düşün, ne de millet “Ne oluyor, ya hu…” diye tecessüs (merakla araştıran) eden gözlerle etrafına baksın.
“Olur mu efendim. Danıştay’ın YÖK’ü kapatma yetkisi yoktur ki…” filan demeyin sakın.
Bi, baksınlar “kara kitaba…” Belki içinde bu talebe uygun bir kural vardır. Biz bilemeyiz ama onlar daha iyi bilirler, değil mi ya…
HUKUKÇULAR İKİYE AYRILDI
Danıştay’ın aldığı bu ve bundan önceki kararları bazı Barolar ve hukukçular tasvip ederken (uygun bulurken) bazı Barolar ve hukukçular uygun bulmadıklarını halkın huzurunda deklere ettiler (açıkladılar). İşte bunlardan birisi de 16 ilin Barosu adına basına açıklama yapan Kayseri Barosu oldu.
Yanına aldığı diğer Baroların yetkili avukatları ile kameraların önüne geçen Kayseri barosu başkanı, cübbelerini göstere göstere Danıştay’ın aldığı YÖK’ün katsayı uygulaması ile ilgili kararı uygun bulmadıklarını açıkladılar.
Biz, bu ana kadar bütün hukukçuları bir ve beraber bilirken ve bağımsız erklerden biri olan yargının güçlü bir yapısı vardır derken, Danıştay’ın aldığı bu ve benzeri kararların yanlış olduğunu iddia eden bu hukukçular ve Barolar içerisinde meğer bir ikiliğin bulunduğunu da ortaya koymuştur.
Bu hukuk tarihinde bir ilktir.
Ve ne yazık ki önce fikirlerde sonra eylemde başlayan bu bölünmüşlük zamanımız hukukun, kurallara bağlı bir hukuk olmadığını ve maalesef yoruma bağlı bir hukuk olduğunu da ortaya koymuş bulunmaktadır.
Bu görüntü ise milletimizin hukuk kurumuna ve hukukçulara güveninin sarsılmasına sebep olmuştur.
Karadenizlinin dediği gibi, “Ne oldu şimdi…”
YÖK NEREDEN ÇIKTI
Yüksek Öğrenim Kurumu 80 öncesinde yani YÖK’ün YOK olduğu dönemlerde, ister düz liseli olsun, ister meslek liseli olsun veya isterse İmam Hatipli gençler olsun, Milli Eğitim Bakanlığının Üniversite giriş sınavlarına girer ve ne puan almışsa ona göre Üniversitelere yerleştirilirlerdi.
Her şeyi demokratik ortamda serbest ve hür ortama bırakmanın demokratik teamüllere daha uygun olacağı yerine 80 Anayasasını hazırlayanlar, her şeyi kontrolleri altına almanın bir uygulaması olarak YÖK’ü kurdular ve bütün Üniversite idarelerini tek çatı altında ve kontrolleri altına almak istediler.
O dönemlerde YÖK’ün varlığında bile Üniversite sınavlarında farklı liselere farklı katsayılar uygulanmıyordu. Sınavlarda alınan puanlara göre gençler Üniversite ve fakülte tercihlerini yaparak istedikleri öğrenim kurumlarına yerleştiriliyorlardı.
Sonra birden kimsenin ummadığı bir anda ve Sayın Erbakan’ın manevralarıyla (Önce Refah – Anap hükümeti için kuruluş çalışmalar tamamlanmış ve hükümetin kurulmasına ramak kalmışken, bir Kurban Bayramı sonucunda Mesut Yılmaz’ın hükümeti kurmaktan vazgeçmesi üzerine Sayın Çiller hanımın kabul etmesiyle…) hükümet olan 54. Refah-yol hükümeti 1996 yılının haziran ayında iş başına geliverdi.
Her şeyi kontrolleri altında götürmeye alışmış bir takım güç odakları, 54. hükümetin bu odakların ve dolayısıyla onların sözünü dinledikleri Batıların güdümünden ülkeyi kurtaracak icraatlarını sergilemeye başladı. Kendisine yapılan her türlü resmi ve gayri resmi baskılara hükümet boyun eğmedi ve başbakanlık yetkilerini asla paylaşmaya razı olmadı.
İşte o zaman bu baskıcı ve antidemokratik güçler planlar hazırlamaya ve bu hükümetten kurtulabilmenin yollarını aramaya başladılar.
12 Eylül 1980 Anayasasının bir ürünü olarak ortaya çıkan YÖK, o günden bu yana yaptığı çalışmalarda ve kararlarda hep tartışılan bir kurum olmuştur.
Bundan evvel YÖK’le ilgili bir yazım da, “Meğer YÖK varmış” başlığını atmıştım.
Alın bakalım şimdi yine bir tartışma konusu ortaya atıldı. Siyasiler, bürokratlar, akademisyenler, gazeteciler konunun üzerine eğildiler. Biri bir tarafa çekerken öbürü öbür tarafa çekmekte bu tenakuzun (çelişki-ikilem) niçin yaşandığını kimse anlayamamaktadır.
Olay, YÖK’ün Üniversite giriş sınavlarında düz lise ve meslek liseli gençlere uygulanan kat sayının bir birine yakın olması ve böylece gençlere her hangi bir ayırım yapmaması üzerine ortaya geldi.
O, “hukuku biz biliriz” diyerek levhalarında ve yakalarındaki rozetlerinde adaleti temsil eden terazi işareti taşıyan hukukçuların oluşturduğu İstanbul Barosu var ya… İşte onlar sebep (neden) oldular bu karmaşanın yaşanmasına.
İstanbul Barosu, kamuoyuna bilgi sızdırmadan YÖK’ü, Danıştay’a verdiği bir dava dilekçesi ile şikâyet etti.
Şimdi ne yapsın Danıştay?
“Alt yana tükürse sakal, üst yana tükürse bıyık…” misali yapılan bu müracaatı reddetse bir türlü, reddetmese de bakacağım dese bir türlü…
Dava sonucunda karar verirken, “YÖK kendi içinde aldığı bir kararla bu işleri yapabilir diye karar alsa bir türlü… Yok, hayır. YÖK kendi içinde de olsa her hangi bir karar alamaz ve işlem yapamaz dese…” bir türlü…
Nedir bu Danıştay’ın YÖK’ten çektiği… Sanki YÖK’ten başka kurum ve kuruluş yokmuşçasına… Hep onlar geliyor önlerine…
Ne zaman başını ağrıtmayacak bir davaya bakacak bu Danıştay…
Benim bir teklifim var, İstanbul Barosuna...
Ne olur, Ey İstanbul Barosu… Şu YÖK’ün kapatılması talebi (sizin dilinizle istemi) ile bir dava açın Danıştay’a… Onlar da YÖK’ü kapatsınlar ki… Bir daha ne onların önüne böyle bir dava gelsin, ne sizler sıkıntıya düşün, ne de millet “Ne oluyor, ya hu…” diye tecessüs (merakla araştıran) eden gözlerle etrafına baksın.
“Olur mu efendim. Danıştay’ın YÖK’ü kapatma yetkisi yoktur ki…” filan demeyin sakın.
Bi, baksınlar “kara kitaba…” Belki içinde bu talebe uygun bir kural vardır. Biz bilemeyiz ama onlar daha iyi bilirler, değil mi ya…
HUKUKÇULAR İKİYE AYRILDI
Danıştay’ın aldığı bu ve bundan önceki kararları bazı Barolar ve hukukçular tasvip ederken (uygun bulurken) bazı Barolar ve hukukçular uygun bulmadıklarını halkın huzurunda deklere ettiler (açıkladılar). İşte bunlardan birisi de 16 ilin Barosu adına basına açıklama yapan Kayseri Barosu oldu.
Yanına aldığı diğer Baroların yetkili avukatları ile kameraların önüne geçen Kayseri barosu başkanı, cübbelerini göstere göstere Danıştay’ın aldığı YÖK’ün katsayı uygulaması ile ilgili kararı uygun bulmadıklarını açıkladılar.
Biz, bu ana kadar bütün hukukçuları bir ve beraber bilirken ve bağımsız erklerden biri olan yargının güçlü bir yapısı vardır derken, Danıştay’ın aldığı bu ve benzeri kararların yanlış olduğunu iddia eden bu hukukçular ve Barolar içerisinde meğer bir ikiliğin bulunduğunu da ortaya koymuştur.
Bu hukuk tarihinde bir ilktir.
Ve ne yazık ki önce fikirlerde sonra eylemde başlayan bu bölünmüşlük zamanımız hukukun, kurallara bağlı bir hukuk olmadığını ve maalesef yoruma bağlı bir hukuk olduğunu da ortaya koymuş bulunmaktadır.
Bu görüntü ise milletimizin hukuk kurumuna ve hukukçulara güveninin sarsılmasına sebep olmuştur.
Karadenizlinin dediği gibi, “Ne oldu şimdi…”
YÖK NEREDEN ÇIKTI
Yüksek Öğrenim Kurumu 80 öncesinde yani YÖK’ün YOK olduğu dönemlerde, ister düz liseli olsun, ister meslek liseli olsun veya isterse İmam Hatipli gençler olsun, Milli Eğitim Bakanlığının Üniversite giriş sınavlarına girer ve ne puan almışsa ona göre Üniversitelere yerleştirilirlerdi.
Her şeyi demokratik ortamda serbest ve hür ortama bırakmanın demokratik teamüllere daha uygun olacağı yerine 80 Anayasasını hazırlayanlar, her şeyi kontrolleri altına almanın bir uygulaması olarak YÖK’ü kurdular ve bütün Üniversite idarelerini tek çatı altında ve kontrolleri altına almak istediler.
O dönemlerde YÖK’ün varlığında bile Üniversite sınavlarında farklı liselere farklı katsayılar uygulanmıyordu. Sınavlarda alınan puanlara göre gençler Üniversite ve fakülte tercihlerini yaparak istedikleri öğrenim kurumlarına yerleştiriliyorlardı.
Sonra birden kimsenin ummadığı bir anda ve Sayın Erbakan’ın manevralarıyla (Önce Refah – Anap hükümeti için kuruluş çalışmalar tamamlanmış ve hükümetin kurulmasına ramak kalmışken, bir Kurban Bayramı sonucunda Mesut Yılmaz’ın hükümeti kurmaktan vazgeçmesi üzerine Sayın Çiller hanımın kabul etmesiyle…) hükümet olan 54. Refah-yol hükümeti 1996 yılının haziran ayında iş başına geliverdi.
Her şeyi kontrolleri altında götürmeye alışmış bir takım güç odakları, 54. hükümetin bu odakların ve dolayısıyla onların sözünü dinledikleri Batıların güdümünden ülkeyi kurtaracak icraatlarını sergilemeye başladı. Kendisine yapılan her türlü resmi ve gayri resmi baskılara hükümet boyun eğmedi ve başbakanlık yetkilerini asla paylaşmaya razı olmadı.
İşte o zaman bu baskıcı ve antidemokratik güçler planlar hazırlamaya ve bu hükümetten kurtulabilmenin yollarını aramaya başladılar.