“Zihnimde bir resmigeçit, gurur tablosu: Primo Bir Türk Çocuğu, Başını Vermeyen Şehit, Kızılelma Neresi, Ferman, Forsa…
Kaç çocuğun Göğsünde var oldu Ömer Seyfettin. “Kaç kere doğdu” Demiştim bir yazımda. (Şehrin Hafızası, sayı:7, 6 Mart 2020)
Vefatının 100. Yılında, bu büyük edebiyatçımızı, anmak istiyorum.
İşte hakkındaki tespitlerden, çizgilerden bazıları…
Mustafa Miyasoğlu’nun Pembe İncili Kaftan isimli Ömer Seyfettin(1884-1920) hikâyeleri seçkisine yazdığı önsözden. “Ömer Seyfeddin Üzerine” başlıklı yazıdan:
“Millî Edebiyat ile sade Türkçe hareketinin öncülerinden olan Ömer Seyfeddin sıradan bir yazar, bir hikâyeci değil: çağdaş Türk düşüncesiyle edebiyatımızın öncülerindendir. O bakımdan, Ziya Gökalp’ın dediği gibi ‘yepyeni bir cereyanın ta başında bir inkılâpçı’dır, ama sadece bu da değildir. Yine Gökalp’in ifadesiyle, ‘Ömer Seyfettin bugünkü Türkçemizin Christophe Colomb’udur… Kumanda ettiği hudut bölüğünün Mehmetçikleri gibi gurur, tefahür, menfaat hislerinden uzaktı…’ İşte halkımızın onu arkadaşlarından, hatta bu sözlerin sahibi Ziya Gökalp’ten fazla sevmesinin sırrı bu sözlerdedir. Ömer Seyfettin gerçekten halis bir Mehmetçik’tir, ölümünden sonra da bu haliyle benimsenmiştir. Süleymaniye’de Bayram Sabahı’nda kalabalığa karışan ‘nefer’lerden biridir sanki.”
Şair ve Yazar Ali Canip Yöntem; onun hikâyelerinin ve sanatının özlü noktasını anlatıyor:
“Piç, Nakarat; Hürriyet Bayrakları gibi nuvelleri, Türk gençliğini gaflet uykusundan uyandırmak için yazmıştır. Bu hikâyeler yayınlandığı yıllarda Osmanlıcılık hâkimdi. Millî gurur, Türkçülük uyuyordu. Pembe İncili Kaftan, Vire, Kütük gibi nuveller millî gururun canlanması için tarihin en zengin bir kaynak olduğunu göstermek kaygısıyla ortaya konmuştur. Düşünme Zamanı ve emsali nuveller, edebiyat mevzularının halk tabakasına inmesi lüzumunu anlatmıştır. Efruz Bey serisi, millî liyakati bozacak şarlatan tipleri gençlik nazarında kepaze etmek gayesiyle meydana konuyordu. / İşte bu sebeplerden dolayı, o, sadece bir muharrir ve bir hikâyeci olarak tetkik edilirse, tamamı tamamına anlaşılmış ve anlatılmış olamaz.” (Pembe İncili Kaftan, Mustafa Miyasoğlu’nun takdim yazısı, Konak Yayınları)
İmparatorluk elden gidiyordu; savaşlar, çalkantılar, belirsizlik, kopuşlar… Buhranlı, karanlık yıllardı; esir düşmüştü mesela; hususî hayatında da bazı zorluklar yaşamıştı. Muhtemelen kafa yalnızıydı da.
Ömer Seyfettin’in yakın arkadaşı Ali Canip Yöntem’e yazdığı mektuptan:
“Sevgili Canibim,
(…) Gustave Flaubert’in “Biz bir çöldeyiz, kimse kimseyi anlamıyor” dediğini hatırlarsın. Asıl bu çöl Fransa değil, Türkiye… Türkiye’de kimse kimseyi anlamıyor. Şimdi avam edebiyatı yapmaya çalışan (…) ve arkadaşları evvelce bizi hiç anlamamışlardı. Niçin? His ve fikir meselesi. Hissî ve aklî mantıkın birbirine hücumu… Bütün kafalar hislerle fikirlerin farkına varmıyor, bir mesele karşısında hissimizle mi yoksa fikrimizle mi netice çıkarıyoruz, bundan kimsenin haberi yok.(…)
“Biliyor musun, artık askerlikten çıktım, fakat asla memur olmak istemem. Yani hiç bir zaman bilmem ne kalemine başkâtip olmayacağım, hocalık da mizacıma göre biraz ağır meslek… Yalnız muharrirlik kalıyor. Tanin, hikâyelerime, tercümelerime, makalelerime –ki hepsi en aşağı altı sütun uzunluğundadır- birer lira verirse, haftada iki makale, yani ayda sekiz lira beni rahat yaşatır. (…)” (Yazar Mektupları, Hazırlayan: Sema Rıfat, Dünya Kitapları)
“Zamanın onu tüketerek aktığının farkındadır” diyor Prof. Dr. Hülya Argunşah; “Bitmeyen Dostluk, Ömer Seyfettin- Ali Canip” yazısında.
Dostu Ali Canip’e içini döker Yazarımız:
“Müşkül mevkideyim… Çok yanan bir lamba gibi gazım bitiyor… İki sene daha bu gürültü içinde yaşarsam bunayacağım. Kenarda bir köye çekilmek için münasip bir üslup arıyorum. Fakat ihtiyaç, o meşum para ihtiyacı beni İstanbul’a bağlamış. Ben hayal ve güzel yazmak iştiyakı içinde ihtiyarlıyorum. …Muhitim bir cehennem, bir ahır. …yazmak için kendimde kuvvet ve cesaret bulamıyorum” ( Türk Edebiyatı Dergisi, sayı: 557, Mart 2020)
Necati Mert, Ömer Seyfettin İslamcı, Milliyetçi ve Modernist Bir Yazar adlı kitabında, onun zengin (edebî) dünyasına değinir:
“Eserlerinin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından topluca basılması için 1973’ü beklemek gerekecektir. Ancak, “Ömer Seyfettin belki de en çok okunan yazarımız” dır. 2000 yılı Varlık Dergisinde yer alan bir araştırma sonucunda, “farklı fakülte ve bölümlerde okuyan toplam 535 öğrenciden 123’ü ilk okudukları yazar olarak Ömer Seyfettin’in adını veriyor. 82’sinin ilk okudukları hikâye ‘Kaşağı’. Bunu ‘Diyet’ ‘Bomba’, ‘Ant’ ve ‘Falaka’, ‘Beyaz Lale’… izliyor. Ömer Seyfettin toplumsal bilinçaltımızda bu denli yer alıyorsa, yazdıkları, toplumsal dokumuzla elifi elifine uyuşuyor demektir. Bizim beğenip beğenmemiz, dediklerine katılıp katılmamız o kadar önemli değil. Bir dindar, bir Türkçü, bir Batılı, ya da bir hafifmeşrep, laik, züppe, efendi, kabadayı, yahut bir esnaf, çiftçi, subay, veyahut bir kadın, erkek, çocuk, yahut da bir liberal, solcu, sağcı, muhafazakâr, hatta Galiyefçi ‘sol’ milliyetçilik bile aradığını bulur Ömer Seyfettin’de. ( sf. 459, Kaknüs Yayınları)