Ninemin masallarındandı: “Efendim, vakti zamanın birinde bir hatun yaşarmış. Sürgit, birbirine benzer biçimde, aynı minval üzere hayat makarası uzaar gidermiş. Gün gelmiş, yaşadığı hayattan sıkılmış. Ayrı bir lezzet, çeşni aramış. Şimdiki gibi eğlenme, zaman tüketme araçları da yok. Ne yapsın. Gece gündüz, koştur koştur, ev toparla, pişir taşır dur. ‘Nerde varsa iş, oradan sıviş’ yok, otur otur... Bunalmış, hafakanlar basmış, neredeyse sıkıntıdan tercihen ecinnilere perilere karışacak, ‘İyi saatte olsun’larla’ düğün dernek gezip, hayatını yaşayacakmış. Ki.. Birden aklına gelmiş. “Bir günlük kraliçeliğimi ilân edeyim, koca iktidarına postamı koyayım.” demiş. Gelinlik safaları aklına gelince, adamakıllı coşmuş. ‘Günlük mecburiyetlerimi neden bir süreliğine erteleyip, kendime keyif çekmiyorum; mola verip tatlı demler sürmüyorum.’ diye kesin kararını vermiş. Cici gelinliğini, özene bezene sırtına geçirmiş, kilo almışmış ama ziyanı yok, fermuarını açık bırakmış. Sonracığıma, dama çıkmış. (Bakınız damlar, eskiden nasıl zevk ü safa yerleriymiş.) Sandalyesini yerleştirmiş, gelip geçeni seyre dalmış.
Derken elinde torbası Çingene Bacı gözükmüş. Çingene türkü çağırarak, oynayarak gidiyor. Neşeli mi neşeli. Sanki, cennet fazlalarından biri bağışlandı. Zannederim bir ara, belki hissemi görürüm diye gökyüzüne gözünü dikmiş. Tam bu sırada Damdaki Kemancının anası, Damdaki Gelini keşfetmiş. Gelin oldukça geçkinmiş, saftiriğe benzermiş ama fark etmezmiş; müşteri müşteridir.
“Aman güzel gelin, canım güzel gelin!” demiş. “Bana, cömert gönlünden azıcık bir şeyler versene.”
Kadıncağız ne de olsa geleneksel türden. Her şeye rağmen, azıcık kaytarsa da, mutlaka vazifeleri ihmal değil ikmal edecek.
Çingeneye demiş ki:
“Ben dama yeni çıktım. Şimdi senin için aşağıya inemem. Yük gibi gelmezse, sana bir zahmetim var. Kapı açık, itiver. Mutfağa git, tel dolabın içinde kuru ekmekler var, alıver. Ocakta tavuk pişiyor, bakıver.”
“Oo!” demiş çingene. “Düşündüğün şeye bak. Ayıp ettin. Senin bir dediğini iki mi ederim; sen murat ettin de ben ‘Hayır mı’ derim.”
İşini bitirip, bir müddet sonra evden ayrılmış.
Kadın tepeden, çingeneye:
“Baktın mı?” diye bağırmış.
“Hem baktım, hem aldım. Allah razı olsun.”
“Sesin pek güzeldi, hay kardaş. Bana bir türkü çığırır mısın?”
Çingene memnuniyetle gülümsemiş: “Hay, hayy!”
“Senin tavuk benim torbamda/ Benim çarık, senin çorbanda/ Sen yersin dayağı akşam odanda/ Ben yerim tavuğu ormanda.”
“Aman da aman. Diline sağlık.” demiş taze gelin mesrur.
…
Taze gelin, taze(!) kral, taze(!) yönetici. Damdakilerin masalı çekicidir.
Dama kimler çıkar, ne cambazlar ne tehlikeli oyunlar oynar.
Aslına bakarsanız, kadın veya erkek (dam yahut kavalye olmak) önemsizdir, tek başınıza da dans edebilirsiniz; eş(lik) ler muhakkak çıkar.
Tepedekiler rahattır, damda sorunlar küçük gözükür, hatta bir nevi havada yaşarsınız; insan kendini kuş gibi hisseder. Alt kat, bodrum kattakilerin sorunlarını (yaşadığı damı mahbesi), gerçek dünya hâlini görmeyi arzu etmez.
Söz gelişi aya daha yakınsınızdır, uça kaça gide gele “Beraber yürüdük biz bu yollarda” diyerek -birilerinin üzerinden- yol yaparsınız.
Hariçten olsa da fark etmez bazı meşhur müzisyenlerle kemençe çalarsınız; yukardakilerle, aşağıdakileri idare eder, dâmlar kurar, oynatırsınız.
Süslü püslü miskince oturmalar kimseyi huzursuz etmez, etrafa fukara tabakalara geçinme yollarını öğretirsiniz. Sağa sola çay kahve, bazılarına kahvaltı malzemesi zeytin(lik) dağıtır; Dâmeninize yapışanları gönüllersiniz.
“Damdakilerin” istediği gibi, herkes tarafından aldatılma hakkı vardır. Masaldakilerin aksine ikaz, uyarı falan da görmezler. Nasılsa, kurtlu bulgura, çorbadaki itibarlı çarığa razı olanlar ziyadedir.
Çünkü en güzel, en avutucu masalları yüksek kesimler anlatır, burunları hiç uzamaz. Hatta kalpleri asla paslanmaz, çünkü yürekleri koltuğa oturağa yapışmış, üstelik ağır baskı(!) sonucu altta ezilip kalmıştır.
Damdakiler her istediğini gerçekleştirir. Miyavlayıp, kendi takımını, avenesini, sınıfını ekolünü ekosunu filan üretebilir. Hükümranlık gereği, ulu bir cömertlikle sonucu pahayı gözetmeden her isteyiciye büyük küçük, ucuz pahalı demeden bağış yapabilir.
Katiyen yaşlanmazlar, saltanatları ebedidir, her çeşit dünyaya vize alırlar, geçiş serbesttir, ayar(lama)larına uyarlamalarına diyecek yoktur. Tüm yeryüzü gökyüzü onlarındır.
Buyruğu altındakilerin kimini ağlatır, kimini geçirilen evrim gereği nallatır ya da dama (Dingo’nun ahırına) bağlatırlar.
Damdakiler, sıkıca otururken mukaddes çatılarının kiremidini, eline geçenleri, yolcuların kafasına “dam vergisidir, Hak’tan gelir, adildir!” deyu fırlatacak; kaş göz kafa yaracaktır. Seçkindir, hakları vardır.
Bizim damdaki hatun esasında masumdur, bir günlük, üç beş saatlik saltanatı olacak, neyle karşılacağını bilmeyecek, müthiş suçunun(!) bedelini de bir kaç silleyle muhtemelen ödeyecektir.
Ama ömür boyu hükümranlık hevesiyle damlara taht kuranlar, bir de damdan düşerse ne olacaktır. Öyle ya bunun ne kadar tertibatı alınsa da karı kışı var, şiddetli zelzelesi mevcut, yağmuru boranı, kentsel dönüşümü var, ebedi baharlar kimse için geçerli değildir.
Bazı masalları da artık kimse dinlemez.