Ömer Faruk Akün, Türk edebiyatının önemli isimlerinden Mehmet Kaplan’ı anlatırken, onun bir tespitini aktarır bize.
“Yazının çürümesinden” söz eder Kaplan Hoca. Demlenme yerine çürüme.
Bekletmekten, müsveddelerden; farklı şekillerde yazar, mükemmeli ararken, belki yazının harcanmasından. (İsa Kocakaplan, Ustalarla Konuşmalar, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları)
Yazı bir tarafa, hareketlerimizi yazar, eylerken; acaba biz de bazen erken davranarak, bazı tam aksi durarak, dikkat etmeyerek, enerjimizi dağıtarak; eylemi tüketiyor ya da çürütüyor muyuz diye aklıma geliyor.
Aslî hareketlerimizin yerine tabiri caizse iğretileri, müsveddeleri geçirmekten, esası yalanlamaktan ya da küçültmekten; bir başka açıdan rol kesmekten, oynamaktan, sahte biçimlendirmelerden söz ediyorum.
Kavramlar da böyle. Çok şey katılıyor içine. Sadeliği, vazıhlığı kayboluyor. Yahut tam orta yerinden manası çekilip, üzeri örtülüyor, itibarsızlaştırılıyor.
Önce dış yüzü, sonra içe doğru çürüme, gövdeyi kaplama.
Mefhumların, kelimelerin hayatı çürüyor. Bildiğimiz sevdiğimiz tanıdık değil artık, kimliği yok. Evsiz, kiminde zindanlarda.
Türkiye’nin meseleleri var. Çekiştirilip, sündürülüyor, işi bitiriliyor(!), hallediliyor, papaz ediliyor, üzerine türlü kisveler giydiriliyor.
Ehemmiyetsizlerle, suni gündemlerle, çözme değil günü kurtarma niyetiyle sorunlar katlanarak geleceğe, yeni kuşakların üzerine bindiriliyor.
Hepimizin bir aileden başlayarak mensubiyet, aidiyetlerimiz bulunuyor. Kalabalığın, halkaların, sayıların içindeyiz.
Devasa, yüce değerlerimiz, maneviyat dünyamız var; ilkelerini taşımadığımız, yaşayamadığımız.
Dayanıksız, temelsiz, bozuk düzen çürük çarık hayatlar. Yüreğimizi murdar silleleriyle, necis yumruklarıyla morartanlar. Çürümenin envaisi.
Sorunların tümü bir araya gelince, toplamda yekûnda, büyük bir tefessüh manzarası görülüyor.
Bilerek kokuşturmak, paslanmaya kire yozlaşmaya, manevi çürüklerin derinleşmesine, kangrenleşmeye yol açmak, umursamamak.
İğrenç kokulara, şer alâmetlerinin haberci dumanına, yanmaya aldırmamak.
Güzelliklerin önünü kesmek, engellemek, dönüştürmek; çürümenin hası.
“Başkası düştü mü, ‘çürük tahtaya basmasıyla’ deriz hepimiz. Kendimiz düşünce, bastığımız tahtanın çürük çıkmasından şikâyet ederiz” diyor Cenap Şehabeddin.
Çürümenin ana çizgisi de bu olsa gerek.
Çürümeler; körlük, isteyerek görüşü kapatmak, öngörüsüzlükle başlıyor herhalde.
Bütün güzellikleri şahsına istemek, kendini ululamak.
Çürük davalar; ruhları çürükler.
Kalbimizdeki işe yaramaz öteberi, dünya çeri çöpü toplayan gizli çürükcüler; hurdacı üfürükçüler; ahmak hamakat örneği büyücüler.
Ferdî, toplumsal, kokuşuyoruz.
Şu dava, bu dava; politik tartışmalar. Ağır suçlamalar.
Aslında aynaları tutuyor yüzümüze.