Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şu muhteşem hadîsine denk geliyoruz. Bu hadîs-i şerif mevcut hâlimize öylesine uyuyor, öyle güzel tarif ediyor ki bir kez daha;
“–Sadakte yâ Rasûlâllah!” demekten kendimizi alamıyoruz.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:
“–Yemek yiyenlerin sofralarına birbirlerini çağırdıkları gibi, çeşitli ümmetlerin sizin aleyhinize birleşmeleri yaklaşmaktadır.”
Ashabdan biri;
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! O gün (sayıca) az olacağımızdan mı (aleyhimizde birleşecekler)?” diye sordu.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;
“–Hayır, bilâkis o gün (sayıca) çok olacaksınız. Fakat selin üzerindeki köpük ve çer çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanınızın kalbinden size karşı duyduğu «mehâbeti» (korkuyu) çekip alacak ve kalbinize «vehn» (zâfiyet) atacak (bu sebeple düşmanınız sizden çekinmeyecek ve korkmayacak)tır.” buyurdu.
Ashabdan biri;
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Vehn nedir?” diye sordu.
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“–Dünya sevgisi ve ölüm korkusu…” diye cevap verdi. (Ebû Dâvûd, Melâhim, 5)
Ümmet hafızasındaki en travmatik,trajik hadiseleri sıralarsak; ilk olarak Abbasiler döneminde yaşayan ve Karmatiler olarak bilinen (Abbasiler döneminde) İsmaili bir grubun Kâbe baskını, İkinci olarak Haçlıların Kudüs'ü istilâsı olayı, büyük olayların üçüncü ise Hülâgu Han'ın Bağdat'ı işgalidir.
İslam ümmetinin hafızasında büyük bir travmaya sebebiyet vermiştir.
Mehâbet kavram olarak / Büyüklük, heybetlilik, karşısındakini sindiren kuvvetli görünüş, ürkütücülük anlamlarındadır. Vehn ise sözlük anlamda / Zaaf, zayıflık, çöküntü, gevşek olmak, güçsüz olmak ve gevşeklik göstermek, dünya sevgisi, dünyevileşme, sekülerleşme, ölümden korkma, ölümsüzlük isteği gibi anlamlardadır.
Yukardaki hadis-i şerifin Peygamberlik alâmeti olarak kabul edilmesi gerekir. Neredeyse onbeş asır öncesinde verilen haberin bugünkü gerçekliğe işaret ettiğini görmeliyiz. Vehn için saydıklarımız neredeyse modern çağın hastalıkları dediklerimiz.
Dünya Müslümanları dünya nüfusunun üçte biri diyebiliriz nicelik olarak. Ne var ki siyasal ve hukuki anlamında bütünlük yok, bölük pörçük. Müslüman devletler hem insan gücü, hem de maddî imkân olarak değerlendirmeniz hâlinde, hafife alınamayacak seviyede. Dünyanın birçok yerinde hem yer altı, hem de yer üstü zenginliklerine de sahipler üstelik. Dünyanın sayılı süper güçleri, misyoner mihraklar ve oryantalist akımların türlü entrikaları ile ya iç savaş ya işgal veya iç karışıklıklar sebebi ile Müslümanlar huzursuz edilegelmiş. Cahiliye ile İslam savaşı. Dünyanın her yerinde müslümanlara fakirlik ve geri kalmışlık içerisinde yaşamaya mahkûm edilen yaşamlar. Yurtlarını terk etmek zorunda kalıp mülteci / muhâcir durumuna düşmüş yaşantılar. İslam dünyasının sesi cılız!
Kendi yaşadığı çağdan günümüze ışık tutan ve çağlar sonrasına haberler veren bu muhteşem hadis (vehn hadisi) mevcut hâlimize öylesine uyuyor ki, biz zâfiyet içinde gerçekten uyuyoruz!
Bize ne oldu da düşman bizden çekinmiyor ve korkmuyor. Demek ki vehn virüsü, bu iki hastalık (dünya sevgisi ve ölüm korkusu) bileşiminden oluşmuş. Zayıflığımız çöküntü, güçsüz ve gevşek olmamızdan. Yapabildiğimiz şey, zulüm görenlere sabır dilemekten ve duâ etmekten ileri gidemiyor. Çağdaş ‘Hılfu’l-Fudûl’ arayışları boşa çıkmakta, kendi çıkarlarına birleşen milletler söz konusu Müslüman hakları olduğu zaman “kör ve sağır” olmaya devam etmektedirler.
"Dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmek" ifadesi; İtikadi bocalamalarla ve dinin asıl kaynaklarıyla irtibatın zayıflaması sonucu Allah’a karşı güven kaybı yaşamış ümmet! Allah'a güven ve itimadını kaybederek, güven vadetmeyen dünyevi şeylere güvenme kusurunu yaşar olmuştur.
İslami devlet ve hareketler olarak “İslam’ı hayatına hayat kılmak” slogan olmaktan öte gidememiş mamafih istenen kıvamı yakalayamamış, dengemizi şaşırmışız. Maalesef İslami kitleler inancı, iman-kültür arasında bir arafa, arasatta kalmaya, kısır bir darlığa mahkûm bırakmışız. Dünya ve ahiret dengesini kaybedince fitnelere duçar olduk. “Kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Hâlbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır.” (Ali İmran,14) Esefle düşmanlarına karşı korku salamayan bir ümmet haline geldik. “vehn” nöbetleri bizi sardı. Bu fitneler çok çeşitli ama çelme aynı amaçlı. “Şüphesiz her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin en büyük fitnesi de maldır.” (Tirmizi) hadisinde belirtilen mala, mülke, dünyalık makamlara, iştiyakla sarıldık. Sevgimizin dengesi şaştı; dünya hayatını fazla sevdik, ahiret hayatını geri plana attık. Bu bağlılık bizim ölüm korkumuzu artırdığı için, dirençlerimiz kaybettik.
Sömürü ve cahili düzenle gereken mücahedeye ve mücadeleye ve girmekten kaçınır olduk. Kenardan izleyici yada kınayıcı olduk. Elimizdeki maddi imkânları doğru kullanamadığımız için, ulusal ve uluslararası camiada nüfusumuzun hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmadı. Altını, gümüşü, yabancı paraları, sanal paraları yatırım aracı olarak görüyor, ısrarla bu malları biriktirmeye hırs yapıyoruz. Paramızı enflasyona ezdirmemek uğruna biriktirdiğimiz malımızın ya da stokladığımız yatırımlarımızın altında eziliyoruz. Bu konuyu eniyle boyuyla uzmanıyla ele almak daha sağlıklı olur. Dünya mazlumlarının derdi ile dertlenme yerine, yakalandığımız “vehn” hastalığına İslami kılıflar uydurabileceğimizi zannettik. İslam alemi olarak hayatın birçok alanını boş bıraktık, boş kalan yerlerin de zamanla yabancı kültür ve medeniyetlerin (moda, tesettür defileleri vb) kriterlerine göre doldurduk. Talut ordusunun imtihan edildiği dünyalık nehirden bir avuç içme yerine, kana kana içince amansız bir “vehn” hastalığına tutulduk. Sonunda düşmana karşı mücadele edecek ne takatimiz ne de heyecanımız kaldı.
İslam düşmanlarını cüretkar kılan ve cesaretlendiren ana unsur müslümanların nicel azlığı değil, aksine onların takva bakımından güçsüzlüğü ve dünyaya aşırı düşkünlüğü olmuştur diyebiliriz. Çünkü ‘ölümden korkan ve dünyaya fazlaca düşkün olanlar, fedakârlıklara katlanamazlar.’ Re'sül hikmeti mehâfetullah (Hikmetin başı Allah korkusudur) hadisi gereği ‘hikmet’ en büyük yitiğimiz olmuştur. Canları ve malları ile katılmaları gereken cihâdı ihmal ederler. Hz. Ebubekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a) arasında geçen hayır yarışındaki / infaktaki hikmeti görmezden geldik, unuttuk. Böylece eskiden olduğu gibi düşmanlara karşı heybetli değildirler ve artık düşmanlar onlardan korkmazlar, çekinmezler. İslam dışı küresel güçlerin Müslümanlara karşı dört bir koldan birleştiklerini görürsün…
Dünya hızla Darusselam /selam yurdu olmaktan uzaklaşıyor. Machiavelli’nin ‘hedefe giden yolda her şey mubahtır’ anlayışı bizi sardı, sıradanlaştırdı. İslam ümmetine kurulmuş pusu gibi “yaptıklarımızı meşrulaştırma” çabası bizim vehnimize sebep oldu. “Fitne zamanı” olarak anlatılan şeylerin çoğu gerçekleşti. Kafasını duygularına kiraya vermiş iradesini, aklını kullanmayan türediler... helali haramı düşünmeyen insanlar… Helal-haram konusunu fıkıh hassasiyeti ile değil, bir sertifika marka, sorunu gibi gördük. Sadece para kazanmak derdi, namazı savsaklayan Müslüman! Kâbe’si televizyon telefon olan insan! İbadetleri geleneksel bir törenden ibaret sanma gafleti bürüdü. Torpil, rüşvet ve iltimas alışkanlık haline geldi. Köpek beslemek, çocuk sahibi olmaktan daha çok tercih edilmeye başladı. Tahir gitti, yerine hijyen geldi. Mal, mülk, kadın, yeme, içme, oyu-eğlence, gezip tozma, pahalı araçlar, kıyafetler. Bir yanda aç bir yanda obez insanlar. Konforlu, rahat, kolay ve lüks yaşam tutkusu hayat tarzımız oldu. Uygunsuz insanların itibar görmesi, gayrimeşru kazanç hayalleri meşru oldu. ‘Örnek nesil yetiştirme’ vaka-i adi bir mesele olarak görülür oldu. Saygıyı anlamlı kılan sevgi ortadan kalkınca; anne-babasına of diyen çocuklar, birbirine merhamet etmeyen karı-koca… Tüm bunların sonucu sevimsiz ürkek korkak şüpheci toplum oluştu.
Şeytan öyle tuzak kurguluyor ki, götürdüğü yanlış yerin ilerisindeki yanlışa seni bırakıyor. Sana önceki gittiğin yanlış yeri bile ‘ulaşılamaz doğru’ olarak kabullendiriyor. Bu afazi içinde yanlıştan yanlışa bocalayan birisi oluyorsun. Farkında mısınız? Ayette anlatılan oyun ve eğlence alaya alma kısmıyla ahir zamanda yaşantı haline büründü. Akıp giden zamanlarımıza bakınız. Şimdilerde din haline gelmiş! ‘oyun ve eğlence’… “Onlar dinlerini oyun ve eğlence edinmişler ve dünya hayatı da kendilerini aldatmıştı. İşte onlar bu günlerine kavuşacaklarını nasıl unuttular ve ayetlerimizi nasıl inkâr edip durdularsa, biz de onları bugün öyle unuturuz.” (Araf 51) Sanki din avuçta ateş oldu. İnsan sormadan edemiyor. Kıyamet mi bize geliyor, biz mi kıyamete koşuyoruz?