Cumhurbaşkanının 13 Eylül tarihli konuşması ile tekrar gündemimize giren 2001 krizi millet olarak yaşadığımız çoklu krizleri tekrar akla getirdi.
Şöyle geçmişe bakınca ne kadar çok kriz yaşadığımızı saymaya kalksak miktarı bu yazının ebadını aşar.
Öncekileri de sonrakileri de tarihçiler elbet yazacaktır.
Cumhurbaşkanının gündeme tekrar getirdiği 2001 krizi ile ilgili bilgileri kısaca tazeleyelim.
2001 Türkiye ekonomik krizi, Millî Güvenlik Kurulu toplantısında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasındaki başlayan hukuk tartışması sonucunda başbakana atılan anayasa kitapçığı krizinin aynı gün içinde tüm ülkeyi etkisi altına alan ekonomik bir krize dönüşmüş halidir.
2001 krizi Cumhurbaşkanın ilk defa gündeme getirdiği bir olay değildir.
Son 21 yıllık tek parti iktidarı döneminde Cumhurbaşkanı bu güne kadar uyguladıkları ekonomik programın iyiliğinden bahsederken de 2001 krizinden bahsetmişti. Ama bu defa şimdiki gibi değil.
Mesela Cumhurbaşkanı 2008 yılında yapılan 10'uncu Büyükelçiler Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, "Bugün yaşadığımız hadisenin ne 1994 kriziyle, ne 2001 kriziyle ne 2007 kriziyle bir ilgisi yoktur. Gerçekten bambaşka bir durumla karşı karşıyayız. Kurun geldiği yerin ekonomik izahı olmadığı gibi biz kur şöyle oldu, kur böyle oldu demek suretiyle battık, bittik böyle bir şey yok. Türkiye'nin ekonomik dinamikleri sağlamdır, güçlüdür" deyivermişti.
Cumhurbaşkanının Polatlı’da Fabrika açılışında yaptığı konuşmada ise “Türkiye 2001'de baş gösteren ekonomik krizin etkilerini hala yaşıyor. Milyarlarca dolar milli servet batan bankalarda buharlaşmış esnaf ve sanayicimiz, tüccar ve çiftçimiz iflasın eşiğine gelmişti” dedi.
Nasılsa bu insanlar övündüğümüz ekonomik programla 2011 krizinden sonra 2013 yılında kişi başı milli gelirin zirve yaptığını ve sonraki senelerde düşüşe geçerek bu gün bulunduğumuz noktaya gelmesinde yine bu ekonomik programın neden olduğunu ve sorumlusunun kim olduğunu unutmuş görünüyorlar.
Eeee, çoklu kriz ortamında yaşamanın böyle garip halleri oluyor işte.
Adını çoklu kriz koyduğunuzda haydi bakalım nelermiş bunlar dediğinizde bir çırpıda ekonomiden sonra, iklim değişikliğinde, tarımsal üretimde, doğal hayata verdiğimiz zararlarla ve en son yaşamakta olduğumuz COVID 19 şokunun ortaya çıkardığı krizleri sayıvermek mümkün.
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Hakkındaki, Kanun ile millet olarak övündüğümüz aile yapımızda yaşadığımız krize ayrıca değinmek gerek.
50 yılı aşkın bir süredir katılmak için kapısında bekletildiğimiz Avrupa Birliği ve kendi medeniyetimiz aşağılamakla katılacağımızı zannettiğimiz batı medeniyeti karşısında bugün ortaya çıkan durum tüm eşitsizlikleriyle birlikte ekonomimizin ve toplumumuzun temeli olarak gördüğümüz aile yapımızdaki kırılganlığın fazlalaşması oldu.
Bir de her olumsuz durumda suçu kendimizde aramak yerine içine düşürüldüğümüz durum için katılmak istediğimiz batı medeniyetinin temsilcilerini suçlamak.
Çok partili siyasi siteme geçilen 1950'den bu yana küresel egemen güçlere karşı koymak adına yapılan her seçim ve hatta her askeri darbe ülkedeki ekonomik doğal kaynakların küresel şirketlerin eline geçmesine, doğal hayattaki değişiklikler ve orman tahribatı ise bugün içine düşürüldüğümüz iklim değişikliğine neden oldu.
İş başına gelen her hükümetin hakiki ve uzun süreli sürdürülebilir bir kalkınma ve zenginleşme elde etmek için uygulamaya koyduğu ekonomik program borçla yaşamanın getirdiği sosyal eşitsizliklerin yanında temiz bir çevre oluşturmayı da gerçekleştirememiştir.
Günümüzde yaşanan küreselleşme dünyanın genelini küresel bir Pazar, insanları küresel tüketici, dijitalleşme yoluyla da gezegenin neredeyse tamamını algı denetimi yoluyla kontrol edilebilir siyasi bir alan haline getirmiştir.
Tam bu noktada corana nedeniyle oluşturulan korku pandemisinin karantina önlemleriyle tüketim ve üretim biçimlerinin nasıl etkilendiklerine bakarak ekonomimizin ve toplumumuzun çok kabul eder görünmesek de dünya ile ne kadar yakından bağlantılı ve birbirine bağımlı olduğunu ortaya koydu.
Dünya ölçeğinde dijitalleşmeyi henüz bir kriz olarak görmesek de, oluşan durumu İster bir sağlık krizi ister ekonomik bir kriz kabul edelim sonuçta stratejik siyasi ve ekonomik ortak olarak gördüğümüz devletlerin bizi geri kalmış bir toplum görerek birlikte koordineli ve kararlı adımlar attıklarında yaşadığımız krizin kolayca yayılabildiğini ve etkilerinin dünya çapında hissedilenden daha fazla olduğunu öğrendik.
İkinci yılının ortalarına geldiğimiz pandemide ülkemizde ekonomik, sosyal ve eğitim alanındaki krizler farklı farklı sonuçları temsil ediyor olsa da ortaya çıkardığı en açık sonuç uygulanan bunca ekonomik ve sosyal destek programına rağmen ülke kaynakların dağıtımımdaki dengesizliğin etkilerinin uzun yıllar süreceği ve benzer başka krizleri de tetikleyecek olmasıdır.