Avrupa’da sanayi devrimi olarak adlandırılan 19. yüzyıl endüstri hareketi ile beraber, bütün dünya ülkelerine yayılan ve geniş bir faaliyet alanı bulan “çok uluslu şirketler” ortaya çıkmıştır.
Endüstri Devriminin bir sonucu olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında özellikle Batı’nın sanayileşen ülkelerindeki hızlı sermaye birikimi, büyük şirketleri bu sermayeden en fazla kârı sağlayacak yatırım alanlarını aramaya yöneltmiştir. Bu yatırım alanları, Avrupa endüstrisinin ihtiyacı olan hammaddeleri sağlayacak doğal kaynakları ve ucuz işgücü ile dönemin sömürgeleri ve bağımsız az gelişmiş ülkelerinde bulunmuştur. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, sömürgeler dönemindeki uluslararası sermaye hareketlerinin niteliği, bu çalışmanın konusu olan endüstri kesimindeki dolaysız özel yabancı yatırımlardan farklıdır. Çünkü 20. yüzyıl başlarına kadar gelişmiş ülkelerden, az gelişmelere transfer edilen sermaye, önceleri doğal kaynakların işlenmesi, daha sonraları ise doğal kaynaklarla birlikte alt yapı işletmeciliği- elektrik, havagazı-ulaştırma vb. gibi alanlarına gelmiş, fakat şekli itibariyle dolaysız yatırımlardan çok, hükümet garantilerini taşıyan tahvillerin-portföy yatırım (banka teminatlı) satışı şeklinde olmuştur. Öyle ki, bu tahvil satışlarının yapıldığı Londra borsaları ve satışları düzenleyen bankerler ise, İngiliz sömürgelerinin yönetiminde devlet yöneticileri kadar söz sahibi olmuşlardır (1).
Çok Uluslu Şirketler, Üçüncü Dünya Ülkeleri üzerinden adeta bir hegomanya kurmuşlardır. Faaliyet gösterdikleri ülkelerin doğal hammadde kaynaklarının bir kısmını ülkelerine taşırlarken, bir kısmını da ilgili ülkelerde kurdukları fabrikalarda işleterek satmışlardır. Bu şirketler, Üçüncü Dünya Ülkeleri’ne ya sömürge durumunda iken, ya da Batı’nın kurduğu finans kurumlarının sağladığı fırsatlarla girme imkânı bulmuşlardır. Girdikleri ülkelerde ürettikleri malların pazarını oluşturdukları gibi patent satımı, girişimcilerle veya hükümetlerle ortak yatırım şeklinde faaliyetlerde bulunurlar. Bu şirketler, çalışma alanlarını geliştirdikleri ölçüde o ülkeden atılamaz hale gelirler. Devletlerinin finans desteği ile Üçüncü Dünya Ülkeleri’nde geniş yatırımlara girişmişlerdir. Hatta bu sömürge odakları, sömürü emellerine ulaşabilmek için sömürge ülkelerine zaman zaman kendi ülkelerine yaptıkları yatırımlardan daha fazlasını yapmışlardır.
Meselâ; 1901-1913 yılları arasında İngiltere’deki sabit sermaye yatırımlarının yıllık ortalama değeri 132 milyon İngiliz Sterlini olduğu halde, aynı dönemde, yabancı ülkelere ihraç edilen sermayenin yıllık ortalama değeri 176 milyon Sterline ulaşmaktaydı (2).
Bu şirketlerin faaliyet gösterdikleri ülkelerde milli sanayi gelişme göstermez. Ancak montaj sanayi geniş bir yayılma alanı bulur. Çok Uluslu Şirketler, Üçüncü Dünya Ülkeleri’nin ağır sanayi kurmaması için elinden gelen engeli çıkartırlar. Çünkü faaliyet gösterdikleri ülkelerde ağır sanayinin kurulması, onların pazarlarının daralmasına veya tamamen kapanmasına sebep olur. Bu nedenle faaliyette bulundukları ülkeler de, ağır sanayinin kurulmasını önleyici fikirler empoze ederlerken, montaj sanayi alanında her türlü avantajı gösterirler. Bir ülkede ağır sanayinin kurulmaması, Çok Uluslu Şirketlerin sürekli olarak istedikleri fiyatlarla mal satmalarına fırsat sağlar. Bu şekilde, kârlarına daha fazla bir kâr katarlar. Hele ki o ülkede, bir de devalüasyon uygulaması ve ithalat serbestisi varsa, o zaman bu “sömürge odakları”nın günü doğmuş demektir. Böyle bir ostamda daha geniş bir yayılma ve faaliyet alanı bulurlar.
Büyük bir sömürü mekanizması kuran bu şirketler, özellikle zengin kaynakları olan petrol üreten Orta-Doğu ülkelerinde çok yönlü bir faaliyet göstermektedirler. Petrol gelirlerini ülkelerine transfer etmek için sinsi tuzaklar kurulurken, petrol üreticisi ülke zenginlerini de israf batağına düşürerek, en işe yaramaz mallarını bile satmayı başarmışlardır. Bu taktik ve stratejilerle, zengin kaynakları bulunan petrol ülkelerini sanayi yatırımlarından alı-koymuşlardır. Böylece Orta-Doğu’nun petrol gelirleri, Çok Uluslu Şirketler aracılığı ile Batı’ya akarken, bu ülkeler devamlı bir ekonomik bağımlılığa tabi olmuşlardır.
Bugün Çok Uluslu Şirketler, 70’i aşkın ülke de şubeleriyle birlikte faaliyete geçerek, geniş bir yayılma alanı bulmuşlardır.
---------------
(1) Alper, Cem, Çok Ortaklı Şirketler ve Ekonomik Kalkınma, Turhan Kitabevi, Ankara, 1980, sh: 3-4
(2) A.g.e. sh: 4
Endüstri Devriminin bir sonucu olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında özellikle Batı’nın sanayileşen ülkelerindeki hızlı sermaye birikimi, büyük şirketleri bu sermayeden en fazla kârı sağlayacak yatırım alanlarını aramaya yöneltmiştir. Bu yatırım alanları, Avrupa endüstrisinin ihtiyacı olan hammaddeleri sağlayacak doğal kaynakları ve ucuz işgücü ile dönemin sömürgeleri ve bağımsız az gelişmiş ülkelerinde bulunmuştur. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, sömürgeler dönemindeki uluslararası sermaye hareketlerinin niteliği, bu çalışmanın konusu olan endüstri kesimindeki dolaysız özel yabancı yatırımlardan farklıdır. Çünkü 20. yüzyıl başlarına kadar gelişmiş ülkelerden, az gelişmelere transfer edilen sermaye, önceleri doğal kaynakların işlenmesi, daha sonraları ise doğal kaynaklarla birlikte alt yapı işletmeciliği- elektrik, havagazı-ulaştırma vb. gibi alanlarına gelmiş, fakat şekli itibariyle dolaysız yatırımlardan çok, hükümet garantilerini taşıyan tahvillerin-portföy yatırım (banka teminatlı) satışı şeklinde olmuştur. Öyle ki, bu tahvil satışlarının yapıldığı Londra borsaları ve satışları düzenleyen bankerler ise, İngiliz sömürgelerinin yönetiminde devlet yöneticileri kadar söz sahibi olmuşlardır (1).
Çok Uluslu Şirketler, Üçüncü Dünya Ülkeleri üzerinden adeta bir hegomanya kurmuşlardır. Faaliyet gösterdikleri ülkelerin doğal hammadde kaynaklarının bir kısmını ülkelerine taşırlarken, bir kısmını da ilgili ülkelerde kurdukları fabrikalarda işleterek satmışlardır. Bu şirketler, Üçüncü Dünya Ülkeleri’ne ya sömürge durumunda iken, ya da Batı’nın kurduğu finans kurumlarının sağladığı fırsatlarla girme imkânı bulmuşlardır. Girdikleri ülkelerde ürettikleri malların pazarını oluşturdukları gibi patent satımı, girişimcilerle veya hükümetlerle ortak yatırım şeklinde faaliyetlerde bulunurlar. Bu şirketler, çalışma alanlarını geliştirdikleri ölçüde o ülkeden atılamaz hale gelirler. Devletlerinin finans desteği ile Üçüncü Dünya Ülkeleri’nde geniş yatırımlara girişmişlerdir. Hatta bu sömürge odakları, sömürü emellerine ulaşabilmek için sömürge ülkelerine zaman zaman kendi ülkelerine yaptıkları yatırımlardan daha fazlasını yapmışlardır.
Meselâ; 1901-1913 yılları arasında İngiltere’deki sabit sermaye yatırımlarının yıllık ortalama değeri 132 milyon İngiliz Sterlini olduğu halde, aynı dönemde, yabancı ülkelere ihraç edilen sermayenin yıllık ortalama değeri 176 milyon Sterline ulaşmaktaydı (2).
Bu şirketlerin faaliyet gösterdikleri ülkelerde milli sanayi gelişme göstermez. Ancak montaj sanayi geniş bir yayılma alanı bulur. Çok Uluslu Şirketler, Üçüncü Dünya Ülkeleri’nin ağır sanayi kurmaması için elinden gelen engeli çıkartırlar. Çünkü faaliyet gösterdikleri ülkelerde ağır sanayinin kurulması, onların pazarlarının daralmasına veya tamamen kapanmasına sebep olur. Bu nedenle faaliyette bulundukları ülkeler de, ağır sanayinin kurulmasını önleyici fikirler empoze ederlerken, montaj sanayi alanında her türlü avantajı gösterirler. Bir ülkede ağır sanayinin kurulmaması, Çok Uluslu Şirketlerin sürekli olarak istedikleri fiyatlarla mal satmalarına fırsat sağlar. Bu şekilde, kârlarına daha fazla bir kâr katarlar. Hele ki o ülkede, bir de devalüasyon uygulaması ve ithalat serbestisi varsa, o zaman bu “sömürge odakları”nın günü doğmuş demektir. Böyle bir ostamda daha geniş bir yayılma ve faaliyet alanı bulurlar.
Büyük bir sömürü mekanizması kuran bu şirketler, özellikle zengin kaynakları olan petrol üreten Orta-Doğu ülkelerinde çok yönlü bir faaliyet göstermektedirler. Petrol gelirlerini ülkelerine transfer etmek için sinsi tuzaklar kurulurken, petrol üreticisi ülke zenginlerini de israf batağına düşürerek, en işe yaramaz mallarını bile satmayı başarmışlardır. Bu taktik ve stratejilerle, zengin kaynakları bulunan petrol ülkelerini sanayi yatırımlarından alı-koymuşlardır. Böylece Orta-Doğu’nun petrol gelirleri, Çok Uluslu Şirketler aracılığı ile Batı’ya akarken, bu ülkeler devamlı bir ekonomik bağımlılığa tabi olmuşlardır.
Bugün Çok Uluslu Şirketler, 70’i aşkın ülke de şubeleriyle birlikte faaliyete geçerek, geniş bir yayılma alanı bulmuşlardır.
---------------
(1) Alper, Cem, Çok Ortaklı Şirketler ve Ekonomik Kalkınma, Turhan Kitabevi, Ankara, 1980, sh: 3-4
(2) A.g.e. sh: 4