Sahabeden İrbad b. Sâriye (r.a.) der ki;
“-Rasûlullah (s.a.v.) bize bir gün sabah namazından sonra tesirli bir vaaz etti. (Öyle ki) o nasihatten gözler ve kalpler ürperdi.” (Tirmizî, ilim 16)
Sevgi, saygı ve muhabbet... Kin ve garazdan uzak bir gönül temizliği... Emredileni yapmak ve hürmetle teslim olmak... Salihlerin özelliklerinden bir kısmıdır bunlar. Rabbimiz bunlara şöyle işaret buyurur:
“-Onlar ki, Allah’ın ulaştırıp (yerine getirilmesini) emrettiğini ulaştırırlar. Rab’lerinden derin bir saygıyla korkarlar ve hesabın kötüye gitmesinden endişe duyarlar.” (13 R’ad 21)
O güzel kullar, o salihler, o dostlar... O, gönüllerinde hüzün ve endişe bulunan kimseler... Gerçekten onlar Rablerinden korkar, titrer ve bu korkuyla gözyaşı dökerler. Onların bu korkuları kendilerini dünya zevklerinden ve rahatlığından alıkoyar. Allah için çileye, uykusuzluğa, açlığa razı olurlar. O’na yakarır, O’ndan ister ve O’na sığınırlar. Yine O’nun için kendilerine verilen rızıktan infak ederler. Bütün bu gerçekleri Cenab-ı Hakk ayet-i kerîmede şöyle haber vermektedir:
“- Onların yanları yataklarından kalkarak korkuyla, umutla Rablerine yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.” (32 Secde 16)
Pekâlâ! Onlar niçin bu ızdıraplara katlanıp nefislerine eza ve cefa ediyorlar acaba?
Zira onlar çok şey biliyorlar kardeşlerim. Bizim bilmediğimiz, görmediğimiz, idrak edemediğimiz şeyleri...
“-De ki! Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (39 Zümer 9)
Peygamberimiz (s.a.v.) de bunun için çok ağlarlar, az gülerlerdi. O da çok zaman yatamaz, ayetler nazil oldukça korku duyar, haşyetle ağlar ve ümmetine nasihat buyururlardı. O, şöyle diyerek bu hallerini ve ızdıraplarını dile getirirlerdi:
Enes (r.a.) anlatır: Rasûlulah (s.a.v.) bir hutbe îrad etmişti. Onun benzerini hiç işitmedim. Buyurdu ki;
“- Şayet siz, benim bildiğimi bilmiş olsaydınız; elbette az güler, çok ağlardınız.”
“Bunun üzerine Rasûlulah (s.a.v.)’in ashabı, ağlayarak yüzlerini örttüler.” (Buhârî, tefsîru sûre 5, 12; Müslim, fezâil 134)
O’nun bildiklerini tahmin etmek mümkün değil kardeşlerim. Sonra O’nun Rabbinden korkusu, O’na olan saygısı ve ürpertisiyle, sevgisi de ölçülemez. O, şüphesiz ki Âlemler Efendisidir. O, eşsiz bir insandır. O’nun namazı da, orucu da, dua ve niyazları da bambaşkaydı.
Gerçek mü’minler de O’ndan örnek alırlar hayat tarzlarını... İbadetleri şuur ve idrak doludur. Kimin diyarında ve kimin huzurunda olduklarını düşünürler daima. İşte bunun için namazlarında saygı ve korku içindedirler. Bunun için de kurtuluşa ermişlerdir onlar:
“-Mü’minler gerçekten korktuklarından kurtulup, umduklarına kavuşmuşlardır. Onlar ki, namazlarında saygı dolu bir korkuyla eğilirler.” (23 Mü’minûn 1–2)
Onların bu korkulu halleri bir başka ayet-i kerimede şöyle belirtilir:
“- Şüphesiz o kimseler ki, onlar Rab'lerinin korkusundan dolayı, daima haşyet üzere bulunur kimselerdir.” (23 Mü’minûn 57)
Gerçekten de kardeşlerim, onların övülen bu halleri hayrete şayandır. Daima korku üzere, Cenab-ı Hakk’la olabilmek kolay mıdır?
Bakınız onların bu durumları hayatta kendisini nasıl tezahür ettiriyor:
“-O kimseler ki; ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerlerin yaratılışı hakkında iyice düşünürler.
Şöyle derler:
Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın, Sen batıl şey yaratmaktan münezzehsin. Bizi cehennem azabından koru!” (3 Al-i İmran 191)
Demek ki onların özelliklerinden biri de, Rab’lerine dua ve niyaz ederek O'nun azabından yine O’na sığınmalarıdır.
İşte yalvarma ve anma yine bir ayet-i kerimede şöyle bir araya getirilir:
“-Rabbini sabah-akşam içinden; yalvarıp yakararak, ürpererek; yüksek olmayan bir sesle an, gafillerden olma!” (7 A’raf 205)
Âlemlerin Sultanı Rabbine dua ederken, korku duymayan bir kalpten O’na sığınıyorlardı. İşte bu hakikati dile getiren duaları şöyledir:
“-Ey ALLAH’IM! Faydasız ilimden, korkusuz kalpten, doymayan nefisten ve kabul olunmayacak duadan Sana sığınırım.” (Müslim, zikir 73)
Bütün bunlar gösteriyor ki; gerçek mü’minler Rab’lerine gönülden bağlıdırlar. O anılınca gözleri yaşarır, kalpleri ürperir. O’ndan haberler ulaşınca yani O’nun ayetleri okununca O’na imanları ve bağlılıkları bir kat daha artar.
Aslında bütün ayet-i kerime ve hadis-i şerifler mü’minin tarifini veriyor bizlere. Yani, ölçü ortaya konuyor. Bizler anlatıldığı şekilde olmalıyız. Çünkü mü’miniz diyoruz. Demek ki, bizden bu özellikleri taşımamız isteniyor. O halde, gösterilen hedefe doğru ilerlemek mü’minler olarak bizim, en büyük gayemiz olmalıdır.
Bu özellikleri yakaladığımız zaman Rabbimizin istediği ve sevdiği bir kul olacağımızdan, “görüldüğü zaman Allah’ı hatırlatan kullardan” sayılmamız mümkün olacaktır. İşte Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizin şu hadis-i şerifleri bu hakikati dile getirmektedir: Rasûlullah (s.a.v.) bir gün;
“- Size en hayırlınızı haber vereyim mi?” diye sordular. Ashab: -Evet, ya Rasûlallah! dediler. Buyurdular ki;
“- Sizden o kimseler en hayırlıdır ki, onları görenler aziz ve celil olan Allah’ı hatırlarlar.” (İbn-i Mâce, zühd 4)
Bu konuda bir kaç ayet-i kerime daha zikredelim:
“- O kimseler ki; (şüphesiz) onlar, Rab’lerinin azabından korkanlardır.” (70 Mearic 27)
Hadid suresinde ise Allah’ı zikretme ve kalbin havf duyarak yumuşaması yani, gönülden gelen bir sevgiyle Rabb’e yönelme bir arada zikredilir. Bu, gerçekten, çok düşünülmesi gereken bir hakikattir:
“- İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen gerçek için kalplerinin saygıyla yumuşaması zamanı daha gelmedi mi?
Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar.
Onların üzerinden uzun zaman geçti de, kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (57 Hadîd 16)
Ayetten anlaşılan odur ki, mü’minler, Allah’ı zikretmek ve manâsını da mümkünse en iyi şekilde anlamak suretiyle, Kur’an okumak ve O’nu tatbik etmekten uzak kalmamalıdırlar. Bunları ihmal eden Yahudi ve Hıristiyanların durumuna dikkat çekilerek, kalplerinin katılaştığı haber veriliyor. Hz. Peygamber (s.a.v.) in ümmeti, bu akıbetten uyarılıyor.
Şüphesiz ki zikrin en büyüğü namazdır. Onun üzerine, nafile ibadetler; farzların haricinde namaz, oruç, infak, kişinin tesbihatı, yani günlük çektiği virdi ve her an mümkün oldukça hatta çalışırken bile kalben Allah (c.c.)’ı zikretmesi eklenebilir. Kur’an okur, ya da dinler. Allah yolunda gerekli hizmetlere koşar. Bütün bunlar onun Rabbiyle bağının kopmamasına bilâkis, artarak devamına sebep olur.
Bazan da Rabbimizin bir ayet-i kerîmesi gönülleri tutuşturmaya kâfîdir. Tabiî ki O’nun bahşedeceği hidâyetle.
Anlatıldığına göre Fudayl b. Iyaz, önceleri bir eşkıya reisi idi. Bir gün, yine bir kervan soymaya kalkışırken, kervandan bir kimsenin yukarıda geçen ayet-i kerimeyi okuduğunu işitir. O anda ayetin manevî kuvveti ve Cenab-ı Hakk’ın lûtfettiği hidâyetle intibaha gelir ve der ki;
“- Evet Rabbim! Kalbimin yumuşama ve Seni anma vaktim çoktan geldi.” Eşkıyalığı bırakır ve iyi bir tevbe eder. Sonra da gayretiyle, Allah’ın alim ve veli kullarının en meşhurlarından birisi olur.
Evet, bugün ne kadar çok muhtacız Fudayl b. Iyaz’ların uyanış ve gayretlerine… Rabbim hepimizi uyandırsın. O’na emanet olunuz sevgili kardeşlerim!