Çocuklara Merhaba

Nevzat Laleli

Çocuklarımızla birlikte…


 

Sevgili çocuklar…

Her zaman büyüklere, ağabeylere, babalara, amcalara, ablalara ve annelere mi yazacağız, dedim ve size de yazılar yazmaya, öğretici ve eğitici hikâyeler anlatayım dedim.

Çünkü siz bizim geleceğimizsiniz. Bizler ihtiyarlayınca sizler gençler olacaksınız. Bizim, halkımızın ve ülkemizin yönetimini yapacaksınız.

Siz güçlü olursanız biz mutlu oluruz. Sizin zayıflığınız, birbirlerinizle kavgalı oluşunuz, bizim için en büyük üzüntü olacaktır.

Çocuklar… Güçlü olmanın ilk şartı nedir biliyor musunuz?

Bizleri, analarımızı, babalarımızı, onların ana ve babalarını, dünyamızı ve bütün kâinatı yaratan Allah’a inanmak ve ona dayanmaktır.

Çünkü o güçlüdür, hâkimdir… Ona dayanan da mutlaka güçlü olacak ve hiçbir zorluktan yılmayacaktır.

O zorlukları yenmek için hem Allah’a yalvaracak ve hem de zorlukların üstesinden gelmeye çalışacaktır. Buna şimdi “moral gücü” denmektedir.

Güçlü olan çocuklarda ümitsizlik olmaz. Onlar hiçbir zaman “artık bir daha eski gibi olmayacak…” demez, diyemez. Hiçbir zaman ve hiçbir olumsuzluk karşısında ümitsizliğe düşmez, düşemez.

Bilir ki “her şeyi yoktan var eden Allah (c.c – celle celalühü) belki eskisinden daha güzel günler yaratacaktır” diyerek geleceğe ümitle bakar.

KÜPE DÜŞEN İKİ KURBAĞA

Biz ilkokula giderken okuma kitabımızda güzel bir hikâye anlatılıyordu.

Eski evlerimizin mutfağının yanında kiler denilen bir yer vardı. O zaman buzdolabı olmadığından kiler serin bir yer olur ve mutfakta kullanılacak malzemelerin fazlaları konurdu.

Kilerin birine de büyükçe bir küp (sert çamurdan yapılmış içine sıvı konan kap) konmuş içine de ağzına yakın süt doldurulmuş.

İki yaramaz kurbağa o gün acıkan karınlarını doyurmak için bu kilere girmişler ve tabii ev sahibinin bundan hiç haberi olmamış.

Derken o süt dolu küpün yanına kadar zıplaya zıplaya gelmişler.

Küpten mis gibi süt kokusu geliyormuş. Kurbağaların ise açlıktan gözleri kararıyor, başları dönüyormuş.

Bir iki başarısız zıplamadan sonra, hooop küpün içine atlayıvermişler.

Başlamışlar kana kana süt içmeye… O kadar içmişler ki artık karınları doymuş ve sıra bu küpten çıkmaya gelmiş.

Zıplayıp küpün ağzına ulaşmak istiyorlarmış ama ayaklarının altı süt olduğundan zıplamaları mümkün olmuyormuş.

Çırpınmışlar, sıçramaya çalışmışlar. Ama ne mümkün. Sonra yorulduklarını hissetmişler.

Kurbağalardan biri; “Eyvah. Biz buradan kurtulamayacağız” diyerek ümitsizliğe düşmüş. Kendini serbest bırakmış. Sütün içine gömülmüş ve boğularak ölmüş.

Öbür kurbağa ise, “Allah’a sığınmış, ben buradan kurtulmalıyım diye…” kendine moral vermiş ve çırpınmaya devam etmiş.

A… O da ne… Kurbağanın çırpınışlarıyla sütün üstü kaymak tutmaya başlamış.

Biraz daha, biraz daha… Derken, sütün yüzeyindeki (üstündeki) kaymak kalınlaşmış ve gittikçe katılaşmış.

Kurbağa, kalınlaşan ve katılaşan kaymak üzerinde sıçrayarak bir çırpıda küpün ağzına ulaşmış ve oradan da atlayarak yuvasının yolunu tutmuş.

Sevgili çocuklar. Siz, siz olun… Allah’ı her an anın ve ona şükürler edin.

Olmaz mı? 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.