Hatıralar canlanıyor yazı serisi (2)
Çocuklar, çok sevdiğim varlıklardır. Bunu sadece kendi çocuğum için söylemiyorum. Yolda, otobüste, metroda nerede görürsem göreyim gönlüm onlara kayar ve onun anlayabileceği dil ile konuşmaya ve hareketleri yapmaya başlarım. Bu hareketlerimden dolayı da çok büyük haz duyar, zevk alırım.
Maket yarışmasında birinci gelen bina maketler gibidirler. Ancak bu maketler, bir olgun insanın sadece dış görünüşündeki bütün özelliklerini değil, iç özelliklerini de (bütün his ve duyguları) taşırlar. Akılları ve gönülleri kendileri gibi ter temizdir. Yalan, riya (iki yüzlülük), haset (çekememezlik), kin, menfaat (çıkar), hırs (aşırı bencillik) gibi duyguların hiç biri onlarda bulunmaz. İçleri neyse dışları da odur. Bu kadar dürüst ve samimi (içten) dirler.
Hani Hazreti Mevlana’nın meşhur, “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol” diye bir sözü vardır ya, işte tam o söz gibidirler.
Bu özelliklerinden dolayı, karşılaştığım çocukların hareketleri, konuşmaları, yürüyüşleri beni kendilerine hayran bırakır. “Ne kadar asil insanlardır” diye onları gıpta ederim.
Bu çocukların anne ve babalarına bakarım. Ve hemen Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in (s.a.v) bir Hadis-i şerifi aklıma gelir.
“Bütün çocuklar İslam fıtratı (yaratılışı) üzerine doğarlar. Onları, ebeveynleri Müslüman’sa Müslüman, Hıristiyan’sa Hıristiyan, putperest’se putperest yapar…”
Anne ve babası İslam dışı bir hayat yaşayan çocuklara bakar bakar üzülür, “Çok yazık. Bu çocukların dünyası da ahreti de heder olabilir (boşa gidebilir)” diye düşünürüm.
Elimizden ne gelirse veya ne gelebiliyorsa bu çocukların dünyalarını da ahretlerini de kazanmalarına nasıl yardımcı olurum, diye sürekli düşünür, bilgiler alır ve istişareler yaparım.
BİR TARİFİN AÇIKLANMASI
Birçok yazımda “Milli Görüş, milli gençli, milli çocuk…” gibi ifadeler kullandım. Onların ne olduklarını açıklarken de “milletimizin görüşü, milletimizin şuuru ve milletimizin hamlesi…” olarak açıkladım. Şimdi bu ifadelerime biraz daha açıklık getirmek istiyorum.
Milletimizin görüşünün ve davranışının en belirgin özelliklerinden birisi; “Haklının yanında ve haksızlıkların karşısında…” olmak, olarak belirtilebilir.
Bir zulüm gördü mü benim insanım duramaz, hemen onu önlemeye ve haksızlığa uğrayanın derdine derman olmaya çalışır. Bu duygu, içine riya ve çıkar karışmayan çok asil bir duygudur. Ve biraz mürekkep yalamış, tarihi, coğrafyayı okumuş ve hatta gezmiş bir kardeşiniz olarak açık kalplilikle söyleyebilirim ki bizim milletim dışında başka hiçbir millette bulunmayan bir özelliktir, bu.
İstiklal şairimiz Mehmet Akif de bu konuyu; “Adam, aldırma da geç git, diyemem. Aldırırım./ Çiğnerim, çiğnenirim. Hakkı tutar kaldırırım…” şeklinde dile getirmiştir.
Günümüzün önemli bir aktualitik (güncel) bir olayı olan İsrail’il Filistinli ve Gazzeli Müslümanlara reva gördüğü katliamlar (toplu öldürmeler) ve işkenceler karşısında yine milli hasletlerimiz kabarmış ve bu zulme karşı topyekûn millet olarak mitingleriyle, insani yardımların ulaştırılmasıyla, yaralıların ülkemizde tedavi edilmesiyle gündeme gelmiştir.
Yüz sene kadar önce Yahudilerin İspanya’dan kovulmasıyla vatansız kalan bu insanlara yine kucağını açan ecdadımız (atalarımız) olmuştu.
Japonya’nın İngiliz esaretinden kurtulmasında da yine biz görev almış, Japonya’ya gönderilen “Ertuğrul gemisinin yolda batmasıyla” bu karakterimiz, tarihin sayfalarına kazınmıştı.
Milletimize ait ikinci önemli özellik, “sevgiyi, kardeşliği, yardımlaşmayı, dayanışmayı, adil paylaşımı; kindarlık, düşmanlık, bencillik gibi kötü duygularının önüne almış…” olmasıdır.
Tarih boyunca Rus’un, Bulgar’ın, Yunan’ın ve Rum’un, Ermenilerin milletimize reva gördükleri zulüm ve katliamları, şimdi onarlın çocuklarına ödettirmek gibi bir yola girmemiş, bu konuda “kin anıtları dikmemiş” olayların her yıl dönümlerinde ağıtlı kutlamalar şölenleri yapmamıştır.
Hiç unutulmamalıdır ki, “kin, önce onu taşıyanı perişan eden bir hastalıktır”
Onun içindir ki Peygamberimiz son veda hutbesinde yüz bin Sahabeye yaptığı o çok mufassal (özet) konuşmasında; “Kan davalarını kaldırdığını…” ilan etmiştir. Artık bundan sonra kıyamete kadar Müslümanlar arasında kardeşlik ve sevginin hükümran (hâkim) olmasını istemiştir.
İşte çocuklarda doğuştan var olan bu hasletleri (özellikleri) hiç bozmadan devam ettirmek, bu konuda birçok çalışma yapmak bizim “Milli çocuğumuzu yetiştirmemiz…” anlamına gelmektedir.
AVRUPA’DA ÇEKİLEN KULAĞIM
1990 yıllarında idi zannediyorum. Avrupa’da, İsviçre’de yaşayan Müslüman Türkler beni oraya davet etmişlerdi. Programımda yaptığım değişiklikle onların ziyaretine gittim. İsviçre’nin Zurih kentinde ve orada çalışan bir Karamanlı kardeşimin evinde misafirim.
Bu kardeşim aynı zamanda Avrupa’daki Müslüman Türklerin kendilerini ve çocuklarını koruyabilmek Hıristiyanlar arasında asimile olmamak için kurdukları “Milli Görüş” derneklerinin de Zurih başkanı idi.
Misafir kaldığım evden eşi ve çocukları ile birlikte çıktık. Hazırlanmış bir programa gidiyoruz. Ben aracı kullanan bu Karaman’lı kardeşimle önde oturuyoruz, eşi ve çocukları ise arka koltukta oturuyorlar.
Yolda çalışmalarımızı karşılıklı olarak birbirimize anlatırken aracı arkasında oturan hanım kardeşim, bana hitaben;
“Nevzat bey. Siz Türkiye’de çok büyük bir gençlik kuruluşunu başındasınız. Ancak çocuklara yönelik çalışmalarınızı da görmek istiyoruz. Bizim çocuklarımız İsviçre de ve bunların ilkokullarına gidiyorlar. Onlara orada sadece Hıristiyanlık bilgileri ile Hıristiyanlık kültürü aşılanıyor. Nevzat bey bizin çocuklarımızı sizler kurtarabilirsiniz. Sizden bunu bekliyoruz” şeklinde bir konuşma yaptı.
Haydi, buyurun bakalım(!) Türkiye nere, İsviçre nere…
Biz ne yapar, nasıl yapar da, bu çocukların inancımız doğrultusunda yetişmelerini sağlayabilirdik?
Çocuklar, çok sevdiğim varlıklardır. Bunu sadece kendi çocuğum için söylemiyorum. Yolda, otobüste, metroda nerede görürsem göreyim gönlüm onlara kayar ve onun anlayabileceği dil ile konuşmaya ve hareketleri yapmaya başlarım. Bu hareketlerimden dolayı da çok büyük haz duyar, zevk alırım.
Maket yarışmasında birinci gelen bina maketler gibidirler. Ancak bu maketler, bir olgun insanın sadece dış görünüşündeki bütün özelliklerini değil, iç özelliklerini de (bütün his ve duyguları) taşırlar. Akılları ve gönülleri kendileri gibi ter temizdir. Yalan, riya (iki yüzlülük), haset (çekememezlik), kin, menfaat (çıkar), hırs (aşırı bencillik) gibi duyguların hiç biri onlarda bulunmaz. İçleri neyse dışları da odur. Bu kadar dürüst ve samimi (içten) dirler.
Hani Hazreti Mevlana’nın meşhur, “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol” diye bir sözü vardır ya, işte tam o söz gibidirler.
Bu özelliklerinden dolayı, karşılaştığım çocukların hareketleri, konuşmaları, yürüyüşleri beni kendilerine hayran bırakır. “Ne kadar asil insanlardır” diye onları gıpta ederim.
Bu çocukların anne ve babalarına bakarım. Ve hemen Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in (s.a.v) bir Hadis-i şerifi aklıma gelir.
“Bütün çocuklar İslam fıtratı (yaratılışı) üzerine doğarlar. Onları, ebeveynleri Müslüman’sa Müslüman, Hıristiyan’sa Hıristiyan, putperest’se putperest yapar…”
Anne ve babası İslam dışı bir hayat yaşayan çocuklara bakar bakar üzülür, “Çok yazık. Bu çocukların dünyası da ahreti de heder olabilir (boşa gidebilir)” diye düşünürüm.
Elimizden ne gelirse veya ne gelebiliyorsa bu çocukların dünyalarını da ahretlerini de kazanmalarına nasıl yardımcı olurum, diye sürekli düşünür, bilgiler alır ve istişareler yaparım.
BİR TARİFİN AÇIKLANMASI
Birçok yazımda “Milli Görüş, milli gençli, milli çocuk…” gibi ifadeler kullandım. Onların ne olduklarını açıklarken de “milletimizin görüşü, milletimizin şuuru ve milletimizin hamlesi…” olarak açıkladım. Şimdi bu ifadelerime biraz daha açıklık getirmek istiyorum.
Milletimizin görüşünün ve davranışının en belirgin özelliklerinden birisi; “Haklının yanında ve haksızlıkların karşısında…” olmak, olarak belirtilebilir.
Bir zulüm gördü mü benim insanım duramaz, hemen onu önlemeye ve haksızlığa uğrayanın derdine derman olmaya çalışır. Bu duygu, içine riya ve çıkar karışmayan çok asil bir duygudur. Ve biraz mürekkep yalamış, tarihi, coğrafyayı okumuş ve hatta gezmiş bir kardeşiniz olarak açık kalplilikle söyleyebilirim ki bizim milletim dışında başka hiçbir millette bulunmayan bir özelliktir, bu.
İstiklal şairimiz Mehmet Akif de bu konuyu; “Adam, aldırma da geç git, diyemem. Aldırırım./ Çiğnerim, çiğnenirim. Hakkı tutar kaldırırım…” şeklinde dile getirmiştir.
Günümüzün önemli bir aktualitik (güncel) bir olayı olan İsrail’il Filistinli ve Gazzeli Müslümanlara reva gördüğü katliamlar (toplu öldürmeler) ve işkenceler karşısında yine milli hasletlerimiz kabarmış ve bu zulme karşı topyekûn millet olarak mitingleriyle, insani yardımların ulaştırılmasıyla, yaralıların ülkemizde tedavi edilmesiyle gündeme gelmiştir.
Yüz sene kadar önce Yahudilerin İspanya’dan kovulmasıyla vatansız kalan bu insanlara yine kucağını açan ecdadımız (atalarımız) olmuştu.
Japonya’nın İngiliz esaretinden kurtulmasında da yine biz görev almış, Japonya’ya gönderilen “Ertuğrul gemisinin yolda batmasıyla” bu karakterimiz, tarihin sayfalarına kazınmıştı.
Milletimize ait ikinci önemli özellik, “sevgiyi, kardeşliği, yardımlaşmayı, dayanışmayı, adil paylaşımı; kindarlık, düşmanlık, bencillik gibi kötü duygularının önüne almış…” olmasıdır.
Tarih boyunca Rus’un, Bulgar’ın, Yunan’ın ve Rum’un, Ermenilerin milletimize reva gördükleri zulüm ve katliamları, şimdi onarlın çocuklarına ödettirmek gibi bir yola girmemiş, bu konuda “kin anıtları dikmemiş” olayların her yıl dönümlerinde ağıtlı kutlamalar şölenleri yapmamıştır.
Hiç unutulmamalıdır ki, “kin, önce onu taşıyanı perişan eden bir hastalıktır”
Onun içindir ki Peygamberimiz son veda hutbesinde yüz bin Sahabeye yaptığı o çok mufassal (özet) konuşmasında; “Kan davalarını kaldırdığını…” ilan etmiştir. Artık bundan sonra kıyamete kadar Müslümanlar arasında kardeşlik ve sevginin hükümran (hâkim) olmasını istemiştir.
İşte çocuklarda doğuştan var olan bu hasletleri (özellikleri) hiç bozmadan devam ettirmek, bu konuda birçok çalışma yapmak bizim “Milli çocuğumuzu yetiştirmemiz…” anlamına gelmektedir.
AVRUPA’DA ÇEKİLEN KULAĞIM
1990 yıllarında idi zannediyorum. Avrupa’da, İsviçre’de yaşayan Müslüman Türkler beni oraya davet etmişlerdi. Programımda yaptığım değişiklikle onların ziyaretine gittim. İsviçre’nin Zurih kentinde ve orada çalışan bir Karamanlı kardeşimin evinde misafirim.
Bu kardeşim aynı zamanda Avrupa’daki Müslüman Türklerin kendilerini ve çocuklarını koruyabilmek Hıristiyanlar arasında asimile olmamak için kurdukları “Milli Görüş” derneklerinin de Zurih başkanı idi.
Misafir kaldığım evden eşi ve çocukları ile birlikte çıktık. Hazırlanmış bir programa gidiyoruz. Ben aracı kullanan bu Karaman’lı kardeşimle önde oturuyoruz, eşi ve çocukları ise arka koltukta oturuyorlar.
Yolda çalışmalarımızı karşılıklı olarak birbirimize anlatırken aracı arkasında oturan hanım kardeşim, bana hitaben;
“Nevzat bey. Siz Türkiye’de çok büyük bir gençlik kuruluşunu başındasınız. Ancak çocuklara yönelik çalışmalarınızı da görmek istiyoruz. Bizim çocuklarımız İsviçre de ve bunların ilkokullarına gidiyorlar. Onlara orada sadece Hıristiyanlık bilgileri ile Hıristiyanlık kültürü aşılanıyor. Nevzat bey bizin çocuklarımızı sizler kurtarabilirsiniz. Sizden bunu bekliyoruz” şeklinde bir konuşma yaptı.
Haydi, buyurun bakalım(!) Türkiye nere, İsviçre nere…
Biz ne yapar, nasıl yapar da, bu çocukların inancımız doğrultusunda yetişmelerini sağlayabilirdik?