Çocuklarımızın okul içindeki tüm görevli kişilerle ve arkadaşlarıyla olan ilişkileri sonucu sosyal yönden gelişerek, ilerde daha büyük cemiyet hayâtına alışmaya başlar. Böylece yaşadığı sosyal hayatla bütünlük sağlanmış olur. Yanı sıra çocuk kendi yaşıtları arasında kendini daha iyi tanıma imkânı elde eder. Ayrıca kabiliyetlerinin ne yönde olduğunu anlayabilir. Netice de, okulda başarılı olduğu alanlar ortaya çıkar ve çocuk, kâbiliyetlerini o yönde geliştirir. Eğer o yaşa kadar ruhsal eğitimini gerektiği gibi almışsa, arkadaşlarıyla iyi geçinen uyumlu bir öğrenci olur. Arkadaşlık ilişkileri çocuğa toplumsal yaşamda da gerekli olan uyumlu ilişkileri ve işbirliğini öğrettiği gibi, ezmeden ve ezilmeden yarışma yeteneğini de kazandırır. (1)
Ancak burada önem arz eden bir husus vardır: Çocuğun sosyalleşebilmesinde etkin rol oynayan okulun verdiği eğitimin, ailenin çocuğa verdiği eğitimle ters düşmemesi gerekir. Aksi durumda büyük çarpıklıklar, güvensizlikler ve problemlerin çıkacağı pek tabîdir. Verilmesi gereken dünya ve insanlık tarihi, evrensel değerler, gelişen çağa uygun pratik bilgiler, teknolojik uygulamalar ve şahsiyet sahibi olma konusunda gösterilen gayretlere hiçbir veli karşı çıkmaz. Fakat milletimizin, evlâdına verdiği mânevî ruh eğitimini, okul yıkarsa, hattâ zorla, güçle, kuvvetle, dayakla, sopayla, baskıyla engellenmek istenirse, elbette ana baba çocuğunu ya okula göndermez ya da gönderirken güvenle, itimatla değil şüphe ve tereddütle gönderir.
Zirâ kendi verdiği değerlerin ayaklar altına alınmasını hiçbir veli istemez. Okula giden çocuklar kısa süre sonra ana babayı beğenmiyor, onları küçümsüyor, onların değer verdiği şeylere ‘çağdışı’ diyebiliyorsa, bu eğitimde bir bozukluk var demektir. Bakın bu konuda kendi düşünürlerimizden birisi ne diyor: “Toplumun değer hükümleri, okullarda benimsenerek yetişmekte olan çocuklara öğretilirse, zamanla çocuklar bunu kendi öz değerleri gibi kabul ederek yerine getirir.” (2)
Çocuk, küçük yaştan temel eğitim olarak alması gereken dînî bilgileri, Peygamberini ve diğer Peygamberleri, Kutsal Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’i, İslam dininin en son ve en yüce din olup insanları saadet ve mutluluğa ulaştırdığını öğrenmiştir. Ve yine; niçin yaratıldığını, nasıl yaratıldığını, İslam kahramanlarının hayatlarını ilk eğitim yuvası olan aileden almıştır. Bu bilgiler, ailelerin bilgi birikimi ve kültürel seviyelerine göre değişiklik arz edebilir. Bu gerçekleri bilmesi çocuğun en tabî hakkıdır. Çünkü her çocuk içinde yaşadığı kültür ortamına göre şekillenir. Çocuk bunları önce aileden öğrenerek, sonra okullarda tamamlar. Durumun böyle olması lâzım gelirken, birbiriyle tezat teşkil eden bilgilerin çocuğa verilmesi çocukta ikilem meydana getirir. Çocukta o zamâna kadar kendisine anlatılanlara karşı bir güvensizlik oluşur. Dolayısıyla çocuğun, ebeveynine olan itimâdı sarsılır. Bu sebeplerden, böylesi bir çocukta, dengesiz davranışlar gelişebilir ve özgüven duygusu olumsuz şekillenir. Çocuk, en yakınlarına ve etrafına şüpheyle bakar.
Meselâ, çocuk o vakte kadar aileden aldığı kültürel ve mânevî birikimle insanın Hz. Âdem ile Hz. Havva’dan çoğalarak geldiğine ve yaratıcısının âlemlerin Rabbi olduğuna inanmıştır. Okula gidince gördüğü bir-iki saatlik din kültürü derslerinde de aynı görüşler anlatılmıştır. Oysa Fen Bilgisi dersinde ya da konusu dışına çıkılan bir başka derste, insanın maymundan geldiği fikriyle karşılaşan çocuğun kafası karışır. Ve içinde o âna kadar inandığı değerlere karşı bir güvensizlik oluşur; kafası allak bullak olur. O yaşta çocuk hangisinin doğru olduğunu bulabilecek konumda değildir. Kendisine bu değerleri veren ailesinin de eğer kültürel seviyesi yerinde değilse, çocuk elbette bilgisi daha yerinde olan öğretmeninin görüşlerine katılır. Bunun sonucunda ailesine olan güveni sarsılır. Artık onlara pek kulak asmaz olur. Hattâ onları beğenmez, küçümser. Fakat çocuk, kendi aldığı değerlere inancı tamsa, düşünceleri bozulmaz. Ancak, bu sefer de öğretmenini takmaz, sözlerine, nasihat ve uyarılarına aldırış etmez. Çünkü öğretmenine güveni kalmamıştır. Bu da hoş bir durum değildir.
O halde, aile-okul eğitimi birbiriyle çelişmemeli, birbirlerini tamamlayıcı olmalıdır. Veliler okul eğitimini aile eğitiminin bir devamı ya da daha gelişmişi olarak görüyorlar. Çağımızda okumanın zarûretine, bilgili, kültürlü bireylerle toplumun kalkınabileceğine her kesimden velilerimiz inanıyor. Senelerce meslekî deneyimlerimde, veli-öğretmen iletişiminden edindiğim intibâlar bunlar. Hayat gerçeğinin de ta kendisi.
Ebeveynler okul eğitimine güvenmek, itimat etmek istiyorlar. Çocuklarının fıtratlarına ters düşen durumlar olsun arzu etmiyorlar, tarihine, geçmişine, dinine karşı düşmanca öğretilen bilgiler öğretilsin, istemiyorlar. Bu olumsuzluklar aile ile okul arasında uçurumlar oluşturuyor. Dolayısıyla gerekli yakınlaşma, yardımlaşma sağlanamıyor, olumlu davranışlar geliştirilemiyor. Böyle olmamalı. Birbirimizi anlamada daha geniş yürekli ve hoşgörülü olmak zorundayız. Ortak paydalarımızı düşünüp birbirimizle aynı ortam içinde en güzel şekilde yaşamak için fedâkarlıklara katlanmalıyız. Böyle yapmak birbirimize itham etmekten daha tutarlı olsa gerektir.
Bizi birbirimize düşüren bu olumsuzlukların olmaması için eğitim sistemimizin halkın öz değerlerine ters düşecek şekilde değil de bütünleşecek, kucaklayacak şekilde kendi insanımız tarafından yeniden gözden geçirilmesi, gerekli düzenleme ve iyileştirme çalışmalarının başlatılması âcilen gereklidir.
Velilerin verdiği mânevi eğitimle çelişmeyen bir eğitim hayâliyle sağlık ve esenlikle kalın efendim.
----------
1) Atalay Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, a.g.e, s.64-65
2) Atalay Yörükoğlu, a.g.e, s.165
Ancak burada önem arz eden bir husus vardır: Çocuğun sosyalleşebilmesinde etkin rol oynayan okulun verdiği eğitimin, ailenin çocuğa verdiği eğitimle ters düşmemesi gerekir. Aksi durumda büyük çarpıklıklar, güvensizlikler ve problemlerin çıkacağı pek tabîdir. Verilmesi gereken dünya ve insanlık tarihi, evrensel değerler, gelişen çağa uygun pratik bilgiler, teknolojik uygulamalar ve şahsiyet sahibi olma konusunda gösterilen gayretlere hiçbir veli karşı çıkmaz. Fakat milletimizin, evlâdına verdiği mânevî ruh eğitimini, okul yıkarsa, hattâ zorla, güçle, kuvvetle, dayakla, sopayla, baskıyla engellenmek istenirse, elbette ana baba çocuğunu ya okula göndermez ya da gönderirken güvenle, itimatla değil şüphe ve tereddütle gönderir.
Zirâ kendi verdiği değerlerin ayaklar altına alınmasını hiçbir veli istemez. Okula giden çocuklar kısa süre sonra ana babayı beğenmiyor, onları küçümsüyor, onların değer verdiği şeylere ‘çağdışı’ diyebiliyorsa, bu eğitimde bir bozukluk var demektir. Bakın bu konuda kendi düşünürlerimizden birisi ne diyor: “Toplumun değer hükümleri, okullarda benimsenerek yetişmekte olan çocuklara öğretilirse, zamanla çocuklar bunu kendi öz değerleri gibi kabul ederek yerine getirir.” (2)
Çocuk, küçük yaştan temel eğitim olarak alması gereken dînî bilgileri, Peygamberini ve diğer Peygamberleri, Kutsal Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’i, İslam dininin en son ve en yüce din olup insanları saadet ve mutluluğa ulaştırdığını öğrenmiştir. Ve yine; niçin yaratıldığını, nasıl yaratıldığını, İslam kahramanlarının hayatlarını ilk eğitim yuvası olan aileden almıştır. Bu bilgiler, ailelerin bilgi birikimi ve kültürel seviyelerine göre değişiklik arz edebilir. Bu gerçekleri bilmesi çocuğun en tabî hakkıdır. Çünkü her çocuk içinde yaşadığı kültür ortamına göre şekillenir. Çocuk bunları önce aileden öğrenerek, sonra okullarda tamamlar. Durumun böyle olması lâzım gelirken, birbiriyle tezat teşkil eden bilgilerin çocuğa verilmesi çocukta ikilem meydana getirir. Çocukta o zamâna kadar kendisine anlatılanlara karşı bir güvensizlik oluşur. Dolayısıyla çocuğun, ebeveynine olan itimâdı sarsılır. Bu sebeplerden, böylesi bir çocukta, dengesiz davranışlar gelişebilir ve özgüven duygusu olumsuz şekillenir. Çocuk, en yakınlarına ve etrafına şüpheyle bakar.
Meselâ, çocuk o vakte kadar aileden aldığı kültürel ve mânevî birikimle insanın Hz. Âdem ile Hz. Havva’dan çoğalarak geldiğine ve yaratıcısının âlemlerin Rabbi olduğuna inanmıştır. Okula gidince gördüğü bir-iki saatlik din kültürü derslerinde de aynı görüşler anlatılmıştır. Oysa Fen Bilgisi dersinde ya da konusu dışına çıkılan bir başka derste, insanın maymundan geldiği fikriyle karşılaşan çocuğun kafası karışır. Ve içinde o âna kadar inandığı değerlere karşı bir güvensizlik oluşur; kafası allak bullak olur. O yaşta çocuk hangisinin doğru olduğunu bulabilecek konumda değildir. Kendisine bu değerleri veren ailesinin de eğer kültürel seviyesi yerinde değilse, çocuk elbette bilgisi daha yerinde olan öğretmeninin görüşlerine katılır. Bunun sonucunda ailesine olan güveni sarsılır. Artık onlara pek kulak asmaz olur. Hattâ onları beğenmez, küçümser. Fakat çocuk, kendi aldığı değerlere inancı tamsa, düşünceleri bozulmaz. Ancak, bu sefer de öğretmenini takmaz, sözlerine, nasihat ve uyarılarına aldırış etmez. Çünkü öğretmenine güveni kalmamıştır. Bu da hoş bir durum değildir.
O halde, aile-okul eğitimi birbiriyle çelişmemeli, birbirlerini tamamlayıcı olmalıdır. Veliler okul eğitimini aile eğitiminin bir devamı ya da daha gelişmişi olarak görüyorlar. Çağımızda okumanın zarûretine, bilgili, kültürlü bireylerle toplumun kalkınabileceğine her kesimden velilerimiz inanıyor. Senelerce meslekî deneyimlerimde, veli-öğretmen iletişiminden edindiğim intibâlar bunlar. Hayat gerçeğinin de ta kendisi.
Ebeveynler okul eğitimine güvenmek, itimat etmek istiyorlar. Çocuklarının fıtratlarına ters düşen durumlar olsun arzu etmiyorlar, tarihine, geçmişine, dinine karşı düşmanca öğretilen bilgiler öğretilsin, istemiyorlar. Bu olumsuzluklar aile ile okul arasında uçurumlar oluşturuyor. Dolayısıyla gerekli yakınlaşma, yardımlaşma sağlanamıyor, olumlu davranışlar geliştirilemiyor. Böyle olmamalı. Birbirimizi anlamada daha geniş yürekli ve hoşgörülü olmak zorundayız. Ortak paydalarımızı düşünüp birbirimizle aynı ortam içinde en güzel şekilde yaşamak için fedâkarlıklara katlanmalıyız. Böyle yapmak birbirimize itham etmekten daha tutarlı olsa gerektir.
Bizi birbirimize düşüren bu olumsuzlukların olmaması için eğitim sistemimizin halkın öz değerlerine ters düşecek şekilde değil de bütünleşecek, kucaklayacak şekilde kendi insanımız tarafından yeniden gözden geçirilmesi, gerekli düzenleme ve iyileştirme çalışmalarının başlatılması âcilen gereklidir.
Velilerin verdiği mânevi eğitimle çelişmeyen bir eğitim hayâliyle sağlık ve esenlikle kalın efendim.
----------
1) Atalay Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, a.g.e, s.64-65
2) Atalay Yörükoğlu, a.g.e, s.165