Çocuklarla…
Çoban ve Elma Ağacı
Sevgili çocuklar,
Bir çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir yere bir elma ağacı dikmiş.
Ne zaman koyunlarını otlatmak için o tepeye çıksa ağaç fidanını bulur, onu sular, toprağını kabartır onu çocuğu gibi severmiş.
Gel zaman, git zaman elma ağacı büyümüş bahar gelince bir gelinlik kız gibi çiçeklerini açar, yaz geldiğinde de meyvelerini yani elmalarını verirmiş.
Dalları kırmızı kırmızı elmalarla dolarmış.
Ancak elma ağacının büyümesinin yanı sıra çoban da yaşlanmaya başlamış.
Bizim çobanımız, elma ağacı daha küçücük bir fidanken o ağacın altına uzanarak dinlenmeye ve onunla bir baba evlat gibi konuşmaya başlamış, ta güzel bir ağaç oluncaya kadar…
Ağaç elmalarını vermeye başladığında yine da onunla konuşmaya devam edermiş;
"Hadi bakalım evladım… Bu ihtiyarın amcanın elmasını ver artık" dermiş.
Bundan sonra ağaçtan en güzelinden, en olgunundan bir elma düşermiş.
Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte bunu ekmeğine katık edermiş.
Çoban karnını doyurup Allah’a şükür ettikten sonra hem otlayan koyunlara nazar eder (bakar) ve hem de çantasından çıkardığı Kuran’ı Kerimi okumaya koyulurmuş.
GENÇLİK VE İHTİYARLIK
Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde onu sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme (su kabı) doldurduğu sudan önce abdestini alır sonra kalan suyu ağacın köklerine dökermiş.
Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamış.
Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı şıp diye koparırmış.
Fakat aradan geçen bunca yıl içinde onun beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınki ise bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmiş.
Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir taraftan evlat sevgisiyle okşarken diğer taraftan;
"Ver yavrum, derdi, gönder bakalım bu günkü kısmetimi" dermiş.
Ve ağacından bir elma düşer, çoban da onu alır yermiş.
Yıllar boyu hiç nazlanmadan ve hiç bir gün aksamadan bu durum böyle devam etmiş.
AĞAÇ ELMA VERMEDİ
Yaşlı Çobanın, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine ağaçtan elmasını istemiş. Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense ağaçtan bir şey düşmemiş.
Sonra bir daha, bir daha tekrarlamış isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyormuş.
Çoban bu vefasızlığa çok üzülmüş. Gözyaşları, yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına atmış kendini.
Yavrusu, meyve verdiği günden bu yana ilk defa reddediyormuş onu.
Bu durum ihtiyar çobanın belini her zamankinden fazla bükmüş, güçsüz bacakları da artık vücudunu taşıyamaz olmuş.
Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinde daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkilmiş birden.
Yeniden doğmuş sanki çoban.
Bir şey hatırlamış hemen. Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koşmuş ve ona şefkatle sarılırken;
"Canım" demiş, hıçkırıp ağlayarak.
"Benim güzel evladım, mis kokulum”
Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bu günün Ramazan'ın ilk günü olduğunu"
Sevgili çocuklar,
Beğendiniz mi bu güzel hikâyeyi…
Çoban ve Elma Ağacı
Sevgili çocuklar,
Bir çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir yere bir elma ağacı dikmiş.
Ne zaman koyunlarını otlatmak için o tepeye çıksa ağaç fidanını bulur, onu sular, toprağını kabartır onu çocuğu gibi severmiş.
Gel zaman, git zaman elma ağacı büyümüş bahar gelince bir gelinlik kız gibi çiçeklerini açar, yaz geldiğinde de meyvelerini yani elmalarını verirmiş.
Dalları kırmızı kırmızı elmalarla dolarmış.
Ancak elma ağacının büyümesinin yanı sıra çoban da yaşlanmaya başlamış.
Bizim çobanımız, elma ağacı daha küçücük bir fidanken o ağacın altına uzanarak dinlenmeye ve onunla bir baba evlat gibi konuşmaya başlamış, ta güzel bir ağaç oluncaya kadar…
Ağaç elmalarını vermeye başladığında yine da onunla konuşmaya devam edermiş;
"Hadi bakalım evladım… Bu ihtiyarın amcanın elmasını ver artık" dermiş.
Bundan sonra ağaçtan en güzelinden, en olgunundan bir elma düşermiş.
Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte bunu ekmeğine katık edermiş.
Çoban karnını doyurup Allah’a şükür ettikten sonra hem otlayan koyunlara nazar eder (bakar) ve hem de çantasından çıkardığı Kuran’ı Kerimi okumaya koyulurmuş.
GENÇLİK VE İHTİYARLIK
Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde onu sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme (su kabı) doldurduğu sudan önce abdestini alır sonra kalan suyu ağacın köklerine dökermiş.
Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamış.
Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı şıp diye koparırmış.
Fakat aradan geçen bunca yıl içinde onun beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınki ise bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmiş.
Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir taraftan evlat sevgisiyle okşarken diğer taraftan;
"Ver yavrum, derdi, gönder bakalım bu günkü kısmetimi" dermiş.
Ve ağacından bir elma düşer, çoban da onu alır yermiş.
Yıllar boyu hiç nazlanmadan ve hiç bir gün aksamadan bu durum böyle devam etmiş.
AĞAÇ ELMA VERMEDİ
Yaşlı Çobanın, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine ağaçtan elmasını istemiş. Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense ağaçtan bir şey düşmemiş.
Sonra bir daha, bir daha tekrarlamış isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyormuş.
Çoban bu vefasızlığa çok üzülmüş. Gözyaşları, yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına atmış kendini.
Yavrusu, meyve verdiği günden bu yana ilk defa reddediyormuş onu.
Bu durum ihtiyar çobanın belini her zamankinden fazla bükmüş, güçsüz bacakları da artık vücudunu taşıyamaz olmuş.
Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinde daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkilmiş birden.
Yeniden doğmuş sanki çoban.
Bir şey hatırlamış hemen. Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koşmuş ve ona şefkatle sarılırken;
"Canım" demiş, hıçkırıp ağlayarak.
"Benim güzel evladım, mis kokulum”
Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bu günün Ramazan'ın ilk günü olduğunu"
Sevgili çocuklar,
Beğendiniz mi bu güzel hikâyeyi…