7 Ekim tarihinde Kassam Tugayları tarafından başlatılan Aksa Tufanı çıkışı çoktandır unuttuğumuz ya da unutur göründüğümüz bir kavramı tekrar hayatımızda ön olana çıkardı.
Cihad kavramı Müslümanların zihninde yaklaşık yüzyıldır ya hiç yok, ya da başka mefhumlarla altüst edilmiş bir durumda olmuştur.
Zihninde cihad kavramı olmayan bir Müslüman düşünmek mümkün değildir diyenlerdenseniz aile ve yakın çevrenize yeniden bakmanız gerekir.
Müslümanlar yüzyılı aşkın bir zamandır İslam’dan adım adım uzaklaştırıldıkları fetret devri yaşamak zorunda bırakıldılar.
Cihadı bir kenara bırakın temel İslami bilgiler olarak bildiğimiz ilmihal bilgilerini bile öğretmeyi cezalandıran bir yapı oluşturuldu devlet kurumları tarafından.
Tabiidir ki ilmihal bilgilerini öğretmek ve öğretmek yasaklanınca bu yasağın öncesi ve sonrası olarak Kuranı Kerim öğretmek ile İbadetlerin arapça olarak ifası ce Ezanı Muhammedinin asli haliyle okunup okutulması da gündeme gelmiş oluyor.
Devlet Kuran eğitiminin yasaklanması konusunda ceberut yüzünü gösterince de Müslümanların çoğunluğu ceza ile muhatap olmamak için Kuran öğrenmek ve öğretmekten imtina eden bir duruma düşürüldü.
Kuran yasaklanıp unutulmaya başlayınca Kurani mefhumlar da elbette ya unutulacak veya hayattan el çektirilmiş olacaktı.
Bu anlamda cihad mefhumu başkalarını bırakın Müslümanların nazarında bile, sadece savaş, kıtal ve öldürme, yağmalama ile ganimet ve esir almak anlamlarına hapsolmuş oldu.
Hâlbuki Hz. Peygamberden Müslümanların öğrendiği Cihad; hayatın akışını vahye göre değiştirip İslâm’ı hayatın belirleyicisi yapmak demekti.
Bu anlamda cihad mefhumu savaş ve kıtali değil dünya ve ahiret hayatındaki mutluluğu sağmak için dünya hayatının problemlerini İslam Fıkhı prensipleri içinde çözen, ilkeli ve plânlı bir kadronun, İslam kültür ve ahlakını kuşanarak hayatın her safhasını kuşatan sürekli bir uğraştır.
Bu anlamda cihad savaş emrinin Medine döneminde verilmiş olmasına rağmen cihad medeni olmaktan çok Mekkîdir.
Çünkü cihad faaliyeti risalet göreviyle birlikte beraber Mekke’de başlamıştır.
Her ne kadar Cihad mefhumu Medine’de çeşitlenmiş ve türleri daha da çoğalmış ise de Mekke’de başlayan büyük cihad, Hz. Peygamber’imizin(sav) vefatına kadar hiç değişmeden ve eksilmeden devam etmiştir.
Peygamberimizin(sav) vefatından sonra da İslam Medeniyetinin kurucu nesli olan Sahabe Efendilerimiz(ra) tarafından devem ettirilerek kıyamete kadar da muhkem bir farz olarak devam ettirilmek üzere ümmeti Muhammed’e tevdi edilmiştir.
Müslümanların olduğu kadar gayri Müslimlerin de din, can, mal, akıl ve namus emniyetlerinin temini cihadın varlığı ile kaimdir.
Cihad farziyyeti Hz. Rasulullah’ın(sav) ümmetine öğrettiği şekilde İslâm ümmeti tarafından hakkıyla yerine getirilmediğinde sadece Müslümanların değil tüm insanlığın ve dünyanın dengesi bozulur.
Bu gün bütün bir insanlık ailesi olarak yaşadığımız fitneler ile fesadın yeryüzünde yayılması ile devlet ve insanlar arasındaki ilişkilerdeki emniyet ve huzursuzlukların sebebi Müslümanların cihad farzını terk etmelerinden kaynaklanmıştır.
Dünyada var olan her türlü zulüm ve emperyalizmin varlığının temel sebebi cihadın asli halinden çıkarılıp yakıp yıkma, haksız yere kan dökme, insanların mallarını ve kaynaklarını yağmalama, soylarını kurutma, topraklarını istila etme ve içindekilerini köleleştirme faaliyeti olarak algılanıyor olmasıdır.
Dünyanın sadece Müslümanlar açısından değil tüm insanlar, canlı cansız tüm varlıklar için yaşanacak ve huzur içinde nefes alıp verdikleri bir yer haline gelmesi ancak cihadla mümkün olacaktır.
FARKINDA MIYIZ?
Tüm kötülükler ve fesat hareketlerinin yok edilmesi cihadla olacağı gibi, insanlığı her türlü karanlıktan İslâm’ın adaletine ve aydınlığına çıkarmakta yine cihadla olacaktır.
İnsanları Vahiy ile tanıştırmayan bir hareketin de cihad olarak adlandırılması mümkün değildir.
Çünkü cihad savaştan önce insanları vahiyle tanıştırmaktır.