Türkiye, kendi kendine yeterli konumda olan bir tarım ülkesidir. Hayvancılık yapmaya da müsait konumdadır.
Şehirlere olan göç başlamadan önce insanımızın büyük kısmının geçim kaynağı tarım üretimi ve hayvancılığa dayanmakta idi. Yılların ihmali ve yanlış uygulamalar, Türkiye’de çiftçilikle uğraşan kesimi mağdur etti. İnsanlarımız iş bulurum umuduyla şehirlere göçtü.
1945’te nüfusun % 75’i köylerde yaşıyordu. Köylerde yaşayanların gelir kaynağı tarım ürünleri ve hayvancılıktı.
1995’e gelindiğinde, büyük göç dalgası sonucu köylerde yaşayan nüfus % 41’e düşerken, şehirlerde yaşayan nüfus % 59’a yükseldi. Bunun sonucu olarak tarım üretimi ve hayvancılık geriledi, üretim düştü.
Ülkeyi idare eden hükümetler tarafından, tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi şöyle dursun, adeta geriletilmesi için tuzaklar kuruldu. Sonuçta tarım ve hayvancılık ülkesi olan Türkiye, buğday, et ve peynir ithal eden bir konuma getirildi.
Hükümetlerin görevi, vatandaşa yol göstererek, öncü olmak ve destek vermektir. Türkiye’de; köylü, tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar kendi haline terk edilmiştir.
1995 yılında Allah rahmet verdi ve çiftçinin buğdayı çok oldu. Hükümet buna sevineceği yerde çiftçiye darbe indirdi. Toprak Mahsulleri Ofisi buğdayı almadı ve çiftçi mağdur oldu.
Et konusuna gelince; Türkiye’de sürülerce koyunu olan köylü bugün perişan durumda. Batıya bağımlı, millî ruhtan yoksun hükümetler, hayvancılığı ölü duruma getirdi. Ne zaman hayvan üretiminde bir gelişme olsa vatandaşa darbe üstüne darbe iniyor. İşte 1995’te de böyle oldu. 1995 yılında hayvan üretiminde, vatandaş kendi gayretleri ile bir çaba içine girdi. Hayvan para eder oldu. Bu durumu gören hükümet (DYP-CHP Hükümeti), 60 bin ton kemiksiz ete ithalat izni verince yine hayvan üreticileri ve besiciler perişan oldu.
Uzun yıllar Başbakanlık yapan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hiç ağzından düşürmediği “benim köylüm, benim çiftçim” diye nutuklar atıyordu ya. Aynı Demirel utancını dile getirerek, 11 Ağustos 1995 tarihli açıklamasında “Hindistan’a kadar et almaya gittik. Doğrusunu isterseniz bundan utanıyorum” ve ekliyor “en büyük problem faiz” diyor.
Ülkeyi idare edenler, utanacağı yerde çare bulsunlar. Milletten toplanan vergileri, IMF ve Dünya Bankası’na faiz olarak ödeyeceklerine çiftçiye ve hayvancılıkla uğraşanlara faizsiz kredi olarak versinler. Bakın o zaman neler olur. Et fiyatları düşer mi yükselir mi? O zaman fark görülür. Ama Avrupa Birliği’ne yaranmak için Almanya’nın kokmuş, sağlığa zararlı, 1945’ten beri buzhanede bekleyen domuz eti mi ne olduğu belli olmayan bu etleri ithal edip, milletimize yedirenler, ülkemize büyük bir darbe indirmişlerdir.
Bugün ilgisizlik, plânsızlık ve tedbirsizlik sonucu Türkiye’de hayvan üretimi azalmış ve et fiyatları da yükselmiştir. Çünkü fikirleri Batıya ayarlanmış ithal kafalarla ne çiftçinin yüzü güler, ne de hayvancılıkla uğraşanların. Batılı fikirlerin hâkim olduğu politikaların uygulaması ile yaşanan sıkıntıları millet topyekûn çeker. Bu sıkıntılardan kurtulmak için bütün milletin uyanması ve olanlar karşında duyarlı davranması gerekir.
Şehirlere olan göç başlamadan önce insanımızın büyük kısmının geçim kaynağı tarım üretimi ve hayvancılığa dayanmakta idi. Yılların ihmali ve yanlış uygulamalar, Türkiye’de çiftçilikle uğraşan kesimi mağdur etti. İnsanlarımız iş bulurum umuduyla şehirlere göçtü.
1945’te nüfusun % 75’i köylerde yaşıyordu. Köylerde yaşayanların gelir kaynağı tarım ürünleri ve hayvancılıktı.
1995’e gelindiğinde, büyük göç dalgası sonucu köylerde yaşayan nüfus % 41’e düşerken, şehirlerde yaşayan nüfus % 59’a yükseldi. Bunun sonucu olarak tarım üretimi ve hayvancılık geriledi, üretim düştü.
Ülkeyi idare eden hükümetler tarafından, tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi şöyle dursun, adeta geriletilmesi için tuzaklar kuruldu. Sonuçta tarım ve hayvancılık ülkesi olan Türkiye, buğday, et ve peynir ithal eden bir konuma getirildi.
Hükümetlerin görevi, vatandaşa yol göstererek, öncü olmak ve destek vermektir. Türkiye’de; köylü, tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar kendi haline terk edilmiştir.
1995 yılında Allah rahmet verdi ve çiftçinin buğdayı çok oldu. Hükümet buna sevineceği yerde çiftçiye darbe indirdi. Toprak Mahsulleri Ofisi buğdayı almadı ve çiftçi mağdur oldu.
Et konusuna gelince; Türkiye’de sürülerce koyunu olan köylü bugün perişan durumda. Batıya bağımlı, millî ruhtan yoksun hükümetler, hayvancılığı ölü duruma getirdi. Ne zaman hayvan üretiminde bir gelişme olsa vatandaşa darbe üstüne darbe iniyor. İşte 1995’te de böyle oldu. 1995 yılında hayvan üretiminde, vatandaş kendi gayretleri ile bir çaba içine girdi. Hayvan para eder oldu. Bu durumu gören hükümet (DYP-CHP Hükümeti), 60 bin ton kemiksiz ete ithalat izni verince yine hayvan üreticileri ve besiciler perişan oldu.
Uzun yıllar Başbakanlık yapan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hiç ağzından düşürmediği “benim köylüm, benim çiftçim” diye nutuklar atıyordu ya. Aynı Demirel utancını dile getirerek, 11 Ağustos 1995 tarihli açıklamasında “Hindistan’a kadar et almaya gittik. Doğrusunu isterseniz bundan utanıyorum” ve ekliyor “en büyük problem faiz” diyor.
Ülkeyi idare edenler, utanacağı yerde çare bulsunlar. Milletten toplanan vergileri, IMF ve Dünya Bankası’na faiz olarak ödeyeceklerine çiftçiye ve hayvancılıkla uğraşanlara faizsiz kredi olarak versinler. Bakın o zaman neler olur. Et fiyatları düşer mi yükselir mi? O zaman fark görülür. Ama Avrupa Birliği’ne yaranmak için Almanya’nın kokmuş, sağlığa zararlı, 1945’ten beri buzhanede bekleyen domuz eti mi ne olduğu belli olmayan bu etleri ithal edip, milletimize yedirenler, ülkemize büyük bir darbe indirmişlerdir.
Bugün ilgisizlik, plânsızlık ve tedbirsizlik sonucu Türkiye’de hayvan üretimi azalmış ve et fiyatları da yükselmiştir. Çünkü fikirleri Batıya ayarlanmış ithal kafalarla ne çiftçinin yüzü güler, ne de hayvancılıkla uğraşanların. Batılı fikirlerin hâkim olduğu politikaların uygulaması ile yaşanan sıkıntıları millet topyekûn çeker. Bu sıkıntılardan kurtulmak için bütün milletin uyanması ve olanlar karşında duyarlı davranması gerekir.