Koreli düşünür Byung Chul Han, bahçelerin en güzel sakinlerinden olan çiçeklere dair Hölderln’in bir tespitini nakleder:
“Çiçekler arasında kalbi kendini evinde hissediyordu, sanki onlardan biriydi. Hepsine isimleriyle hitap ediyordu, onlara duyduğu sevgiden ötürü, daha güzel isimler buluyordu ve her birinin en mutlu mevsimlerinin ne olduğunu biliyordu.”
Yine konuyla ilgili Walter Benjamin’in bir sözüne değinir, “Söylendiğine göre adada on yedi incir türü varmış. Bunların isimlerini öğrenmek gerek, diyor güneş altında kendi yolunda giden adam.”
“Demek ki her bir incir tekil ve bir diğerinin yerine konulamaz. Tekillikleri, bu on yedi incir türünün sadece tek birisiyle anılmasını engelliyormuş. Tümel bir isim onların eşsizliklerini, biricikliklerini, kendine özgülüklerini ortadan kaldırırmış. Bu tekillikleri nedeniyle her bir incir türü kendi özel isimlerini, kendilerine ait isimleriyle anılmayı hak ediyorlarmış. Yani isim sanki varlığa, öze girişi sağlayan kısa bir şifreydi, sanki sadece isim vermek ve o özel isimle seslenmek onların özlerine ulaşmaya yetiyordu. Eğer bir incir türünü tek bir tümel isme maruz bıraksaydık bir bakıma onun varlığını ortadan kaldıracaktık.(…) Fark edildiği üzere burada mesele bilgi değil, deneyimdi. Deneyim bir tür çağrıdır/ seslenmedir, uyandırmaktır”
İsim vermeyi, “Hükmeden kişinin gücünü dışa vurması olarak” niteleyen Nietzsche’nin aksine bahçeciliğe başladıktan sonra “mümkün olduğunca çok çiçek adı öğrenen” Byung Chul Han, “Güzel çiçek isimlerinde bir emir tonu hissetmiyorum, bir güç iddiası hissetmiyorum, bilakis sadece sevgi ve sempati hissediyorum. Çiçek isimleri aşk sözcükleridir” diyor.( Byung Chul Han, YERYÜZÜNE ÖVGÜ, Bahçelere Bir Yolculuk)
…
Değerli bir arkadaşım, farklı bir noktadan, yine varlığa sevgiyle merhametle yaklaşanlardandı. Bahçesindeki ağaçların, çiçeklerin hep bir ismi vardı.
Mesela evimize geldiğinde, salondaki azametli çiçeğe “Meryem” derdi. Yalnız o, daima bilgelerin, sahabelerin, örnek kişilerin isimlerini koyardı. Böylece Rab’la, onlarla bağını kuvvetlendirir; devamlı bir sevgi saygı vasatında, sürekli bir hatırlama deminde olurdu.
…
İşin edebiyatına gelince:
“Sararmış bir gazeteyi serdi önce... Sonra dikkatlice çöp kovasını, arabaya boşalttı. Bahçenin çeşitli köşelerinden topladığı gazelleri ilâve etti yığına...
Çeri çöpü temizlenmiş huzurlu çevreye, sulanmış toprağa şöyle bir göz attı. Biçilmiş çimenler, kuaförden yeni çıkmış bir taze gibi, taranmış saçlarını göstererek özenle dikiliyordu. İlâhî bir bestenin eşliğinde, ara sıra yağmurlar yağardı. Bahçe, nemlenir, buğulanır; biraz mağrur, azıcık şımarık; keyfi, hazzı, pek yaraşan albenili bir kurdele gibi, üzerine takardı.
Su kanalına, eski yağlıboya bidonlarını; bazen bulabildiği işini görecek naylon bir kovayı daldırır, suyu çiçeklerin dibine dökerdi.
Su, bahçeyi çevreler; çiçeklerin, ağaçların ve kalbinin merkezine doğru giderdi.
Bir coşku kaplardı içini. Suyla kovanın buluşmasında suya ve vasıtaya sevecen nazarlarla bakardı.
Taşıyabilse, daha iri cüsseli kovaları kullanmak isterdi. Gerçi hortumla püskürtmek de şenlikliydi. Suyla alışveriş daima güzeldi.
Bazı zaman tenekeleri kanala, karşı konmaz bir şevkle daldırır ve dibe vurmasından kasıtlı bir “tak” sesi çıkarırdı. İşte bu sese; bu çocukluğun, dünyaya aldırışsızlığın ve delişmenliğin vurdumduymaz sesine bayılırdı.
“Tak” sesi, meydan okuma olurdu kiminde. Dibe vuruşların, hoyratsı dalışların, sert çarpılmaların sonundaki dolma zaferi, her şeye rağmen ki elde edişlerin bitimsiz sevinci...
Sonra kimisi delik, saplı tenekelerin; birini sağ, ötekini sol eline alır; çabuk çabuk yürüyerek, sırayla tüm nebatatın gönlünü yapardı.
Tuvaletini tamamlamış, güzelliğinden emin bir kadın gibi bahçe gülümser; yepyeni uyanışlarla biraz da mahmur gerinir, kollarını açar; bedeninde gezinen suyun sevdalı, ılık okşayışlarına kendini bırakır ve vaki birleşmeden mesut, hoş, teshir edici kokular salarak, bir nebze daha gevşerdi.
Bahçe vakti geldiğinde bereketli meyveler verir, nice doğuşlara hazırlanırdı. Atılan tohumları, verilen emekleri heder etmezdi.
Ve sevgili bir saat, vaat edilmiş bir muştu için bütün birimleriyle, sayılı nefesleriyle pür dikkat kesilirdi.
Esasen her lâhza sancılı gebeliklerin ve sonunda yeni doğumların eli kulağında olduğunu bilirdi. Gizli bir ulağın esrarlı fısıldayışlarına, derin bir merakla kulak verirdi.
Tüm varlık, her dem muhabbet alışverişinde bulunur; bir sevgi çemberiyle elele tutuşur ve O’nu içine çekerdi.
Hemen bütün sıkıntılar tavsar, dertler yavanlaşır, meşakkatlerin ağırlığı uçuculaşır; üzerine güneş vurmuş, elma dolu bahçenin her yerinden tutkulu, kafayı çekmiş bir Havva, bir “aşk elmasını” teklifsizce uzatıverirdi.” (Hüzeyme Yeşim Koçak’ın, “Elmasiye” hikâyesinden, Muhabbet Buyursun Gelsin)
…
Oysa bırakalım mevcudata, çiçeğe, böceğe kıymet göstermeye, hoş adlar vermeye; özümüze, insan(lığımız)a bile gerekli hürmeti muhabbeti layık görmüyoruz, varlığa bakışımız şaşı, kör, yakışıksız, zarafetten ve incelikten mahrum, horlayıcı, ziyan dolu.
Ne yazık.. biz neleri kaybettik. Tabiata, çevreye saygı, ölçülü erdemli bir düşünce ve eylem çizgisi; “Yaratılanı sevmek, Yaradan’dan ötürü” fikri, daha ziyade biz Müslümanlara yaraşırdı. Tam aksine şahit kalıyoruz.
…
Mukaddes Kitabımız, bizi esasen bütün fiillerimiz, yaşama faaliyetimize dikkat ve hassasiyet konusunda uyarıyor; orada “Bahçe” değişik anlamlar taşıyor:
“Allah’ın rızasını kazanmak ve imanlarını kökleştirmek için mallarını infak edenlerin misali ise, bir tepedeki güzel bahçenin haline benzer ki, bol yağmur yağmıştır da iki kat ürün vermişti. Böyle yağmur yağmasa bile bir çisenti düşer. Allah, amellerinizi görmektedir.” Ayetin devamında ise özellikle en müşkül zamanlarımızda bize lâzımken, kötü amellerimiz sonucunda “ateşli bir kasırganın isabet ettiği, yanan bir bahçeden” söz edilmektedir.( Bakara, 265)
Eylemlerimizin meyvesine, verdiği mahsule, gizli bahçelerimize herhalde itina icap etmektedir. Bir mazarratı, sayrılığı mı büyütmekteyiz, incelemeliyiz.
Hâlbuki sevda dolu esriten, yıkayan nazarlar, nice ay yüzlü bahçıvanlar vardır, derûndaki gülistana, cazibeli bahçelere, manevi seyirlere derslere davet eden. İcabetimizi bekleyen…