Cezayir bir Kuzey Afrika devletidir. Halkın ekseriyeti Berberi kökenlidir ve % 99’u Müslüman’dır.
1510 yılında İspanyollar Cezayir’i işgal etmişler ve büyük zulümler yapmışlardır. Bunun üzerine yerli halkın, Türk denizcilerden yardım istemeleri üzerine Barbaros kardeşler Cezayir’i İspanyollardan alıp, 1518’de Barbaros Hayrettin Paşa Osmanlıya bağlamıştır. 1830 yılına kadar Osmanlı idaresinde kalan Cezayir, bu tarihte Fransızlar tarafından işgal edilmiş ve 1962 yılında bağımsızlığını kazanıncaya kadar birçok soykırımlar yapılmıştır. En popüler Fransız idarecilerinin şu sözleri de bu soykırımların delilidir:
“Böyle ülkelerde soykırım o kadar önemli değildir.” François Mitterand
“Komuta ettiğim bütün askerleri uyarmışımdır: Eğer biri bana bir Arap’ı canlı getirecek olursa kılıcın düz tarafıyla dayak yiyecektir. (Kesik) bir baş elli kişinin ölmesinden daha fazla dehşet ve terör üretir.” Albay François de Montagna 1885.
2005 ve 2006 yıllarında Cezayir Devlet Başkanı Fransa'yı soykırım yapmakla suçlamış ve Paris'ten bir özür beklediklerini açıklamıştır. Ancak Fransa iddiaları kabul etmemiş ve konunun tarihçilere bırakılması gerektiğini öne sürmüştür. Ama aynı Fransa Ermeni meselesine gelince konunun tarihçilere bırakılmasına asla müsaade etmemektedir.
Osmanlı İttihad-ı İslâm gayesiyle, dünyanın her tarafını Hıristiyan yapabilmek ve sömürge haline getirebilmek gayesinde olan Haçlı âleminin karşısında duracak güçlü bir Müslüman devlet bulunması için birçok Müslüman devleti de idaresi altına almış, ama onlara hiçbir zaman Batılının sömürge politikasını uygulamamıştır. Bilhassa Araplara; “Peygamberimin kavmi” diye bakmış ve o bölgelere kendi memleketinden daha fazla sosyal imkânlar götürmüştür. Şam’a, Bağdat’a, Kahire’ye asfaltın, elektriğin, şehir su şebekesi gibi hizmetlerin İstanbul’dan daha önce gelmesi bunun en açık delilidir.
Fakat Arap âlemini bizden koparmaya çalışan Haçlılar, onların milliyetçilik duygularını galeyana getirdiler, fikirlerini iğfal ve ifsad ettiler, “Osmanlı sizi 400 senedir sömürüyor” dediler, “Siz şanlı bir kavimsiniz, Peygamber sizden çıkmış, kutsal beldeler sizde, petrol sizde” dediler ve velinimetleri olan Osmanlıya isyan ettirdiler. Daha sonra Osmanlının çekildiği yerlere gelip kendileri oturdular. Araplar ondan sonra dedelerimizin kadrini kıymetini anladılar, pişman oldular, pişmanlıklarını açıkça itiraf ettiler ama iş işten geçmiştir. Ama her milletin içinde elbette akl-ı selimler olmuştur. Sonradan Cezayir Devlet Başkanı olan Ahmet b. Bella’da bunlardan biridir. Batılı’yı gerçek yönleriyle tanıdıktan sonra Türklerin Kuzey Afrika kıyılarına geliş sebeplerini ve doğru olanı şöyle izah ediyor:
“Bizim Türklere ilişkin hatıralarımız nedir biliyor musunuz? Endülüs’ün düşmesinin ardından İspanyollar, Cezayir, Tunus ve Libya’yı işgal etmişlerdi. O dönem Cezayirliler, Osmanlı’dan yardım talep etmişlerdi. Osmanlılar da gelmişler bizi kurtarmışlardı. Dolayısıyla Oruç Reisi, Barbaros Hayrettin Paşa’yı hatırlıyoruz. Doğrusu bizler Maşrık’taki, yani Arap dünyasının doğusundaki kardeşlerimizin Osmanlı’yı emperyalist olarak nitelemelerini esefle karşılıyor ve kınıyoruz. Osmanlı, Arap ülkelerini sömürmek için gelmedi, sadece aramızdaki dini bağın gerektirdiği dayanışma için geldi.” (1) Bir başka gerçekçi kişinin görüşü de şöyle:
Fransız sömürgeciliğine karşı savaşan, Cezayir kurtuluş hareketinin liderlerinden Albay Muhandul Hacc çok anlamlı olan şu itirafta bulunuyor: “Her şeyi: hatta millet oluşumuzu Türklere borçluyuz. Osmanlılar geldiği zaman bizler korsandık. Yüzlerce kabileden müteşekkildik. Osmanlılar başımıza bir paşa getirdiler. Dağınık aşiretleri bir araya topladılar. Onları kavim haline koydular. Bu kavim, 300 yıl merkezi Türk idaresinde kaldı. Birliğin kudretini öğrendi. Türkler sayesinde millet haline geldik.” (2)
Mareşal Bugedud, Cezayir’in sömürgeleştirilmesi hususunda şöyle demiştir: “Fransızlaştırılmadıkça, Cezayirliler Fransa’nın egemenliğini kabul etmeyecekler, Hıristiyanlaştırmadıkça da asla Fransızlaşmayacaklardır.” Ve derhal işe soyunan bu Batılı barbarlar, ilk olarak Cezayir’deki Müslüman vakıfları yasaklayarak, gelirlerini misyonerlik faaliyetlerine aktarmışlar. Fransızca eğitimi yaygınlaştırmak adına Arapçayı yasaklamışlar. Berberi-Arap ayırımcılığını körüklemişler. Fransa’dan Cezayir’e bir milyonu aşkın kolonici getirterek ülkenin en verimli arazilerine yerleştirmişler ve bu bölgelere yerli halkın girmesini yasaklamışlar. Fransız vatandaşlığını özendirmişler ve Fransız vatandaşı olabilmek için de Müslümanlıktan vazgeçme şartı getirmişler. Fransa 1962’de Cezayir’den çekilmek zorunda kalmış ama Cezayirlilerin bağımsızlığı kendilerine çok pahalıya mal olmuş… 1960’lara damgasını vuran ünlü Fransız Flozof Paul Sartre, yazdığı bir kitapta Fransa’ya şöyle sesleniyordu: “Hepimiz katiliz”.
Buna rağmen Fransa, her fırsatta kendi yaptıklarını kapatabilmek için, “Ermeni Soykırımı” meselesini gündemden hiç indirmez. Kendi yaptıklarını “bu tarihin konusu, tarihçilere bırakılım” dediği halde, Ermeni meselesini asla tarihçilere bırakmayı düşünmez. Latifeye benzer ama olmuş bir olay: Uluslararası bir toplantıda Fransız temsilci yine Ermeni meselesini diline dolamış ve Türklerin soykırım yaptıklarından dem vurup kükremiş, konuşmuş. Başka bir diplomat da; “Siz de Cezayir’de aynı şeyi yaptınız, bunu neye dile getirmiyorsunuz?” deyince, o şöyle cevap vermiş: “Neden Fransa’nın uluslar arası platformda simgesi horozdur bilir misin? Ayakları pisliğin içindeyken şarkı söyleyip ötebilen tek hayvan odur da ondan.” (3)
Fransızlar Almanlarla yaptıkları 1870 savaşı da dâhil 1 ve 2. Dünya savaşlarında zorla yüz binlerce Cezayirliyi getirip, cephelere sürüp savaştırmıştır. Sonradan Cezayir Cumhurbaşkanı olan Ahmet b. Bella bile 2. Dünya Savaşı esnasında Cezayir’den zorla getirilen 300 bin asker içindedir ve çavuş rütbesiyle görev yapmıştır. (4) Malum Çanakkale’de ve diğer savaşlarda bu sömürge askerlerini bize karşı da kullanmışlardır. Gelmek istemeyenleri ibret olsun diye kalabalık yerlerde ve ailelerinin gözleri önünde öldürmüşlerdir. Çoğunu da: “Almanlar İslâm Halifesini esir ettiler, biz onu kurtarmak için savaşıyoruz, siz de halifeniz için savaşın” diye kandırıp cepheye götürmüşlerdir. (5) Cepheye gelip durumu öğrenip, kandırıldıklarının farkına varan, Müslüman kardeşlerine karşı savaşmak istemeyen askerleri de yine değişik şekillerde tehditler ve cezalarla zorla savaştırmışlardır. (6)
Yakın tarihimizde bile Fransa’nın Cezayir’de uyguladığı terör dillere destan olmuştur. İkinci Dünya Savaşında Almanya Fransa’yı işgal etmişti. Bu işgale son verebilmek için Fransa Cezayir’den 300 bin asker getirdi ve Almanlarla savaştırdı. Bunları getirirken de; “Eğer Fransa bağımsızlığını kazanırsa, Cezayir’e de bağımsızlık vereceğiz” diye söz vermişler. Savaş bitti aradan yıllar geçti, verilen sözler tutulmadı, Cezayir’in yine kanı emilmeye devam ediliyor. Cezayir gençleri ve liderleri 1954 yılında verilen sözleri hatırlatmak için Setif, Guelma ve Kherrata şehirlerinde gösteriler yaptılar. Bir hafta içinde Fransız askerleri bu göstericilerden 40-45 bin Cezayirliyi hunharca katletti. Bu insanları katletmekle kalmadı ilkel insanlar döneminde olduğu gibi, ölen Cezayirlilerin kulak burun gibi azalarını kesip getirenlere getirdikleri sayı nispetinde mükâfat verildi. 1830’da Osmanlıdan alınan ve 1962 yılına kadar işgal altında tutulan Cezayir’de Fransızlar 1,5 milyondan fazla Müslüman’ı öldürmüşlerdir.(7) Son dönemlerde Cezayir’de görev yapan Fransız komutanlardan Paul Aussaressen, bu ülkede yapılan işkence ve katliamların devlet yetkililerinin emriyle, o dönemde İçişleri bakanı olan François Mitterrand’ın bilgisi dahilinde olduğunu, 2001 yılında, yazdığı kitapta itiraf etmiş, dile getirmiştir. (8)
Eskiden idaremiz altındaki devletler, hatta Hıristiyan olan Balkan devletleri bile, emperyalist Batılı’yı gerçek yönleriyle tanıyınca, Osmanlıyı mumla aramış ve hâlâ Osmanlı özlemi içindeler. 1980’li yıllarda İhsan Sabri Çağlayangil dışişleri bakanı iken; Cezayir’de resmi bir toplantıda, üst rütbeli bir bürokratın babasının, bizim bakanı görünce heyecanla: "Vezir Hazretleri neredesiniz. Biz 100 senedir sizi bekliyoruz" demiştir. (9)
Yakın bir tarihte sayın Cumhurbaşkanımız Dışişleri Bakanımız iken, Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika ile iki saat görüşmüşler, akabinde Buteflika şu açıklamayı yapmıştır: “Biz de Osmanlı’nın bir parçasıyız. Kendimizi asla sömürge gibi görmedik. Güçlü ve hoşgörülü Osmanlı düzenine her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Osmanlı’nın bıraktığı boşluk doldurulamadı. Osmanlı düzeni yeniden ihya edilemez mi? İngiltere eski sömürgeleriyle Commonwealt’i kurdu, düzeni devam ettiriyor. Niye biz Osmanlı’yı devam ettirmeyelim? Güçlü ve hoşgörülü Osmanlı anlayışını yeniden hâkim kılmayalım? Osmanlı’yı ihya etmek, tarihi ihya etmektir.” (10)
Son 80 yıllık teslimiyetçi dış politikamız bize çok şeyler kaybettirmiştir. Avrupalıları memnun edeceğiz diye, İsrail’i ilk tanıyan devlet biz olmuşuz. Bu Irkçı ve katil devlet aleyhine BM’de çıkan hiçbir karara (son zamanlar hariç) imza koymamış, ABD’nin kuyruğu gibi hareket etmişiz. Lübnan Savaşında uçaklarımız günlerce Hıristiyanlara silah ve mühimmat taşımış. (11) Cezayir’in bağımsızlığı oylanırken de yine biz Fransa lehine oy vermişiz. Bize ihanet etmeyen Libya, Cezayir gibi milletlere sırtımızı dönmüşüz.
Kıbrıs Barış Harekâtı esnasında, bütün Haçlı âlemi silah ambargosu uygularken, Kuzey Afrika liderlerinden bazıları ki; -son zamanlarda Batılılar tarafından günah keçisi ilân edilip öldürtülmüştür- bize gönderilecek silah sandıklarını uçaklara bizzat getirip yükletmişlerdir. (12) Onların ve bizim hatalarımız, lâiklik ve batıcılık adına onlara hor bakmamız bu kardeş milletleri bizden uzaklaştırmış ama, son zamanlardaki sıcak ilişkiler neticesi inşallah eski günlere bir özlemin oluştuğu görülmektedir.
Fransa'da yayınlanan "Le Parisien" gazetesi, ordunun, 1960'lı yıllarda Cezayir'de yaptığı nükleer denemeler sırasında Cezayirli askerleri kobay olarak kullandığını iddia etti. Haberde, ordunun nükleer patlamanın radyoaktif etkisini insanlar üzerinde ilk kez burada denediği ileri sürüldü. Fransız hükümeti, Cezayir'de yapılan nükleer denemeler sırasında kanser gibi hastalıklara yakalanan eski askerlere tazminat ödeyeceğini açıkladı. (13)
Mesleğe babasının yanında çırak olarak başlayan Fransa’nın yaşayan son cellâdı, 30 yıllık icraatını kitap olarak yayımladı. 1981’de idamı kaldıran Fransa’nın yaşayan son cellâdı Fernand Meyssonnier, 30 yıllık giyotin memuriyetini “Cellât Sözü” adlı anı kitabında topladı. Babası Maurice’in çırağı olarak ilk infazını 16 yaşında gerçekleştiren Meyssonnier, babasıyla birlikte 144, şef cellât olarak ise 200 kişinin kellesini kesmiş. Memuriyetinin büyük bölümünü Cezayir’de direnişçilerin kafasını uçurarak geçiren Meyssonnier bir kamyonun içine yerleştirilen giyotinle kurbanın ayağına giden mobil cellâtlarından olduğunu açıklamıştır. (14)
Cezayir’de 1950’li, 1960 yıllarda bile yapılan terör, tedhiş ve işkenceleri, çeşitlerini, türlerini, insanı ürpertenleri, akıllara durgunluk verenlerini, şeytanın bile aklına gelmeyen ve fakat medeni batılıların uyguladığı envai çeşit işkenceyi yazacak olsak sadece onlar birkaç kitap tutar. Biz burada bazı kaynaklar vermekle yetinelim ve ilgilenen kardeşlerimiz bu kitapları okusunlar ki; Akif merhumun dediği gibi, medeniyet havarisi kesilen bu Batılıların nasıl “tek dişi kalmış canavar olduklarını” daha iyi anlasınlar:
----------------
1- Ahmet b. Bella; İ.Refik,“Boğaziçi Notları 1”, Albatros Yay.İst.2001,s.119.
2- İbrahim Refik, “Sohbet Tadında Tarih”, Albatros Yay. İst. 2005, s. 32.
3- İbrahim Refik, “Sohbet Tadında Tarih”, Albatros Yay. İst. 2005, s.31.
4- Mesut Karaşahan, “Terörün Efendileri”, Pınar yay. 2. İst. 2003, s.240.
5- İbrahim Refik, “Destansı Hüzün”, Albatros Yay. 7.Baskı, İst. 2001, s.30.
6- Ç.V.F.Towshend, “Irak Seferi ve Esaret”, Yeditepe Yay. İst. 2007, s. 74.
7- Halil Halid, “Hilâl ve Haç Çekişmesi” TDV Yay. 2007 Ank. 29, 272.
8- Mesut Karaşahan, “Terörün Efendileri”, Pınar yay. 2. bas. İst. 2003,s. 242.
9- Türkiye Gazetesi. 28. 6. 1989.
10- İbrahim Refik, “Sohbet Tadında Tarih”, Albatros Yay. İst. 2005, s. 33;
Mustafa Armağan, “Geri Gel Ey Osmanlı”, Ufuk Kitap, 2007, İst. s.138.
11- Ömer Turan, a, g, e. s. 307.
12- Bütün Dünya Dergisi, Başkent Ünver. Yay. sayı 2011/10,
13- Yeni Şafak Gazetesi, 17. 02. 2010.
14- Milliyet Gazetesi, 20. 10. 2002.
1510 yılında İspanyollar Cezayir’i işgal etmişler ve büyük zulümler yapmışlardır. Bunun üzerine yerli halkın, Türk denizcilerden yardım istemeleri üzerine Barbaros kardeşler Cezayir’i İspanyollardan alıp, 1518’de Barbaros Hayrettin Paşa Osmanlıya bağlamıştır. 1830 yılına kadar Osmanlı idaresinde kalan Cezayir, bu tarihte Fransızlar tarafından işgal edilmiş ve 1962 yılında bağımsızlığını kazanıncaya kadar birçok soykırımlar yapılmıştır. En popüler Fransız idarecilerinin şu sözleri de bu soykırımların delilidir:
“Böyle ülkelerde soykırım o kadar önemli değildir.” François Mitterand
“Komuta ettiğim bütün askerleri uyarmışımdır: Eğer biri bana bir Arap’ı canlı getirecek olursa kılıcın düz tarafıyla dayak yiyecektir. (Kesik) bir baş elli kişinin ölmesinden daha fazla dehşet ve terör üretir.” Albay François de Montagna 1885.
2005 ve 2006 yıllarında Cezayir Devlet Başkanı Fransa'yı soykırım yapmakla suçlamış ve Paris'ten bir özür beklediklerini açıklamıştır. Ancak Fransa iddiaları kabul etmemiş ve konunun tarihçilere bırakılması gerektiğini öne sürmüştür. Ama aynı Fransa Ermeni meselesine gelince konunun tarihçilere bırakılmasına asla müsaade etmemektedir.
Osmanlı İttihad-ı İslâm gayesiyle, dünyanın her tarafını Hıristiyan yapabilmek ve sömürge haline getirebilmek gayesinde olan Haçlı âleminin karşısında duracak güçlü bir Müslüman devlet bulunması için birçok Müslüman devleti de idaresi altına almış, ama onlara hiçbir zaman Batılının sömürge politikasını uygulamamıştır. Bilhassa Araplara; “Peygamberimin kavmi” diye bakmış ve o bölgelere kendi memleketinden daha fazla sosyal imkânlar götürmüştür. Şam’a, Bağdat’a, Kahire’ye asfaltın, elektriğin, şehir su şebekesi gibi hizmetlerin İstanbul’dan daha önce gelmesi bunun en açık delilidir.
Fakat Arap âlemini bizden koparmaya çalışan Haçlılar, onların milliyetçilik duygularını galeyana getirdiler, fikirlerini iğfal ve ifsad ettiler, “Osmanlı sizi 400 senedir sömürüyor” dediler, “Siz şanlı bir kavimsiniz, Peygamber sizden çıkmış, kutsal beldeler sizde, petrol sizde” dediler ve velinimetleri olan Osmanlıya isyan ettirdiler. Daha sonra Osmanlının çekildiği yerlere gelip kendileri oturdular. Araplar ondan sonra dedelerimizin kadrini kıymetini anladılar, pişman oldular, pişmanlıklarını açıkça itiraf ettiler ama iş işten geçmiştir. Ama her milletin içinde elbette akl-ı selimler olmuştur. Sonradan Cezayir Devlet Başkanı olan Ahmet b. Bella’da bunlardan biridir. Batılı’yı gerçek yönleriyle tanıdıktan sonra Türklerin Kuzey Afrika kıyılarına geliş sebeplerini ve doğru olanı şöyle izah ediyor:
“Bizim Türklere ilişkin hatıralarımız nedir biliyor musunuz? Endülüs’ün düşmesinin ardından İspanyollar, Cezayir, Tunus ve Libya’yı işgal etmişlerdi. O dönem Cezayirliler, Osmanlı’dan yardım talep etmişlerdi. Osmanlılar da gelmişler bizi kurtarmışlardı. Dolayısıyla Oruç Reisi, Barbaros Hayrettin Paşa’yı hatırlıyoruz. Doğrusu bizler Maşrık’taki, yani Arap dünyasının doğusundaki kardeşlerimizin Osmanlı’yı emperyalist olarak nitelemelerini esefle karşılıyor ve kınıyoruz. Osmanlı, Arap ülkelerini sömürmek için gelmedi, sadece aramızdaki dini bağın gerektirdiği dayanışma için geldi.” (1) Bir başka gerçekçi kişinin görüşü de şöyle:
Fransız sömürgeciliğine karşı savaşan, Cezayir kurtuluş hareketinin liderlerinden Albay Muhandul Hacc çok anlamlı olan şu itirafta bulunuyor: “Her şeyi: hatta millet oluşumuzu Türklere borçluyuz. Osmanlılar geldiği zaman bizler korsandık. Yüzlerce kabileden müteşekkildik. Osmanlılar başımıza bir paşa getirdiler. Dağınık aşiretleri bir araya topladılar. Onları kavim haline koydular. Bu kavim, 300 yıl merkezi Türk idaresinde kaldı. Birliğin kudretini öğrendi. Türkler sayesinde millet haline geldik.” (2)
Mareşal Bugedud, Cezayir’in sömürgeleştirilmesi hususunda şöyle demiştir: “Fransızlaştırılmadıkça, Cezayirliler Fransa’nın egemenliğini kabul etmeyecekler, Hıristiyanlaştırmadıkça da asla Fransızlaşmayacaklardır.” Ve derhal işe soyunan bu Batılı barbarlar, ilk olarak Cezayir’deki Müslüman vakıfları yasaklayarak, gelirlerini misyonerlik faaliyetlerine aktarmışlar. Fransızca eğitimi yaygınlaştırmak adına Arapçayı yasaklamışlar. Berberi-Arap ayırımcılığını körüklemişler. Fransa’dan Cezayir’e bir milyonu aşkın kolonici getirterek ülkenin en verimli arazilerine yerleştirmişler ve bu bölgelere yerli halkın girmesini yasaklamışlar. Fransız vatandaşlığını özendirmişler ve Fransız vatandaşı olabilmek için de Müslümanlıktan vazgeçme şartı getirmişler. Fransa 1962’de Cezayir’den çekilmek zorunda kalmış ama Cezayirlilerin bağımsızlığı kendilerine çok pahalıya mal olmuş… 1960’lara damgasını vuran ünlü Fransız Flozof Paul Sartre, yazdığı bir kitapta Fransa’ya şöyle sesleniyordu: “Hepimiz katiliz”.
Buna rağmen Fransa, her fırsatta kendi yaptıklarını kapatabilmek için, “Ermeni Soykırımı” meselesini gündemden hiç indirmez. Kendi yaptıklarını “bu tarihin konusu, tarihçilere bırakılım” dediği halde, Ermeni meselesini asla tarihçilere bırakmayı düşünmez. Latifeye benzer ama olmuş bir olay: Uluslararası bir toplantıda Fransız temsilci yine Ermeni meselesini diline dolamış ve Türklerin soykırım yaptıklarından dem vurup kükremiş, konuşmuş. Başka bir diplomat da; “Siz de Cezayir’de aynı şeyi yaptınız, bunu neye dile getirmiyorsunuz?” deyince, o şöyle cevap vermiş: “Neden Fransa’nın uluslar arası platformda simgesi horozdur bilir misin? Ayakları pisliğin içindeyken şarkı söyleyip ötebilen tek hayvan odur da ondan.” (3)
Fransızlar Almanlarla yaptıkları 1870 savaşı da dâhil 1 ve 2. Dünya savaşlarında zorla yüz binlerce Cezayirliyi getirip, cephelere sürüp savaştırmıştır. Sonradan Cezayir Cumhurbaşkanı olan Ahmet b. Bella bile 2. Dünya Savaşı esnasında Cezayir’den zorla getirilen 300 bin asker içindedir ve çavuş rütbesiyle görev yapmıştır. (4) Malum Çanakkale’de ve diğer savaşlarda bu sömürge askerlerini bize karşı da kullanmışlardır. Gelmek istemeyenleri ibret olsun diye kalabalık yerlerde ve ailelerinin gözleri önünde öldürmüşlerdir. Çoğunu da: “Almanlar İslâm Halifesini esir ettiler, biz onu kurtarmak için savaşıyoruz, siz de halifeniz için savaşın” diye kandırıp cepheye götürmüşlerdir. (5) Cepheye gelip durumu öğrenip, kandırıldıklarının farkına varan, Müslüman kardeşlerine karşı savaşmak istemeyen askerleri de yine değişik şekillerde tehditler ve cezalarla zorla savaştırmışlardır. (6)
Yakın tarihimizde bile Fransa’nın Cezayir’de uyguladığı terör dillere destan olmuştur. İkinci Dünya Savaşında Almanya Fransa’yı işgal etmişti. Bu işgale son verebilmek için Fransa Cezayir’den 300 bin asker getirdi ve Almanlarla savaştırdı. Bunları getirirken de; “Eğer Fransa bağımsızlığını kazanırsa, Cezayir’e de bağımsızlık vereceğiz” diye söz vermişler. Savaş bitti aradan yıllar geçti, verilen sözler tutulmadı, Cezayir’in yine kanı emilmeye devam ediliyor. Cezayir gençleri ve liderleri 1954 yılında verilen sözleri hatırlatmak için Setif, Guelma ve Kherrata şehirlerinde gösteriler yaptılar. Bir hafta içinde Fransız askerleri bu göstericilerden 40-45 bin Cezayirliyi hunharca katletti. Bu insanları katletmekle kalmadı ilkel insanlar döneminde olduğu gibi, ölen Cezayirlilerin kulak burun gibi azalarını kesip getirenlere getirdikleri sayı nispetinde mükâfat verildi. 1830’da Osmanlıdan alınan ve 1962 yılına kadar işgal altında tutulan Cezayir’de Fransızlar 1,5 milyondan fazla Müslüman’ı öldürmüşlerdir.(7) Son dönemlerde Cezayir’de görev yapan Fransız komutanlardan Paul Aussaressen, bu ülkede yapılan işkence ve katliamların devlet yetkililerinin emriyle, o dönemde İçişleri bakanı olan François Mitterrand’ın bilgisi dahilinde olduğunu, 2001 yılında, yazdığı kitapta itiraf etmiş, dile getirmiştir. (8)
Eskiden idaremiz altındaki devletler, hatta Hıristiyan olan Balkan devletleri bile, emperyalist Batılı’yı gerçek yönleriyle tanıyınca, Osmanlıyı mumla aramış ve hâlâ Osmanlı özlemi içindeler. 1980’li yıllarda İhsan Sabri Çağlayangil dışişleri bakanı iken; Cezayir’de resmi bir toplantıda, üst rütbeli bir bürokratın babasının, bizim bakanı görünce heyecanla: "Vezir Hazretleri neredesiniz. Biz 100 senedir sizi bekliyoruz" demiştir. (9)
Yakın bir tarihte sayın Cumhurbaşkanımız Dışişleri Bakanımız iken, Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika ile iki saat görüşmüşler, akabinde Buteflika şu açıklamayı yapmıştır: “Biz de Osmanlı’nın bir parçasıyız. Kendimizi asla sömürge gibi görmedik. Güçlü ve hoşgörülü Osmanlı düzenine her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Osmanlı’nın bıraktığı boşluk doldurulamadı. Osmanlı düzeni yeniden ihya edilemez mi? İngiltere eski sömürgeleriyle Commonwealt’i kurdu, düzeni devam ettiriyor. Niye biz Osmanlı’yı devam ettirmeyelim? Güçlü ve hoşgörülü Osmanlı anlayışını yeniden hâkim kılmayalım? Osmanlı’yı ihya etmek, tarihi ihya etmektir.” (10)
Son 80 yıllık teslimiyetçi dış politikamız bize çok şeyler kaybettirmiştir. Avrupalıları memnun edeceğiz diye, İsrail’i ilk tanıyan devlet biz olmuşuz. Bu Irkçı ve katil devlet aleyhine BM’de çıkan hiçbir karara (son zamanlar hariç) imza koymamış, ABD’nin kuyruğu gibi hareket etmişiz. Lübnan Savaşında uçaklarımız günlerce Hıristiyanlara silah ve mühimmat taşımış. (11) Cezayir’in bağımsızlığı oylanırken de yine biz Fransa lehine oy vermişiz. Bize ihanet etmeyen Libya, Cezayir gibi milletlere sırtımızı dönmüşüz.
Kıbrıs Barış Harekâtı esnasında, bütün Haçlı âlemi silah ambargosu uygularken, Kuzey Afrika liderlerinden bazıları ki; -son zamanlarda Batılılar tarafından günah keçisi ilân edilip öldürtülmüştür- bize gönderilecek silah sandıklarını uçaklara bizzat getirip yükletmişlerdir. (12) Onların ve bizim hatalarımız, lâiklik ve batıcılık adına onlara hor bakmamız bu kardeş milletleri bizden uzaklaştırmış ama, son zamanlardaki sıcak ilişkiler neticesi inşallah eski günlere bir özlemin oluştuğu görülmektedir.
Fransa'da yayınlanan "Le Parisien" gazetesi, ordunun, 1960'lı yıllarda Cezayir'de yaptığı nükleer denemeler sırasında Cezayirli askerleri kobay olarak kullandığını iddia etti. Haberde, ordunun nükleer patlamanın radyoaktif etkisini insanlar üzerinde ilk kez burada denediği ileri sürüldü. Fransız hükümeti, Cezayir'de yapılan nükleer denemeler sırasında kanser gibi hastalıklara yakalanan eski askerlere tazminat ödeyeceğini açıkladı. (13)
Mesleğe babasının yanında çırak olarak başlayan Fransa’nın yaşayan son cellâdı, 30 yıllık icraatını kitap olarak yayımladı. 1981’de idamı kaldıran Fransa’nın yaşayan son cellâdı Fernand Meyssonnier, 30 yıllık giyotin memuriyetini “Cellât Sözü” adlı anı kitabında topladı. Babası Maurice’in çırağı olarak ilk infazını 16 yaşında gerçekleştiren Meyssonnier, babasıyla birlikte 144, şef cellât olarak ise 200 kişinin kellesini kesmiş. Memuriyetinin büyük bölümünü Cezayir’de direnişçilerin kafasını uçurarak geçiren Meyssonnier bir kamyonun içine yerleştirilen giyotinle kurbanın ayağına giden mobil cellâtlarından olduğunu açıklamıştır. (14)
Cezayir’de 1950’li, 1960 yıllarda bile yapılan terör, tedhiş ve işkenceleri, çeşitlerini, türlerini, insanı ürpertenleri, akıllara durgunluk verenlerini, şeytanın bile aklına gelmeyen ve fakat medeni batılıların uyguladığı envai çeşit işkenceyi yazacak olsak sadece onlar birkaç kitap tutar. Biz burada bazı kaynaklar vermekle yetinelim ve ilgilenen kardeşlerimiz bu kitapları okusunlar ki; Akif merhumun dediği gibi, medeniyet havarisi kesilen bu Batılıların nasıl “tek dişi kalmış canavar olduklarını” daha iyi anlasınlar:
----------------
1- Ahmet b. Bella; İ.Refik,“Boğaziçi Notları 1”, Albatros Yay.İst.2001,s.119.
2- İbrahim Refik, “Sohbet Tadında Tarih”, Albatros Yay. İst. 2005, s. 32.
3- İbrahim Refik, “Sohbet Tadında Tarih”, Albatros Yay. İst. 2005, s.31.
4- Mesut Karaşahan, “Terörün Efendileri”, Pınar yay. 2. İst. 2003, s.240.
5- İbrahim Refik, “Destansı Hüzün”, Albatros Yay. 7.Baskı, İst. 2001, s.30.
6- Ç.V.F.Towshend, “Irak Seferi ve Esaret”, Yeditepe Yay. İst. 2007, s. 74.
7- Halil Halid, “Hilâl ve Haç Çekişmesi” TDV Yay. 2007 Ank. 29, 272.
8- Mesut Karaşahan, “Terörün Efendileri”, Pınar yay. 2. bas. İst. 2003,s. 242.
9- Türkiye Gazetesi. 28. 6. 1989.
10- İbrahim Refik, “Sohbet Tadında Tarih”, Albatros Yay. İst. 2005, s. 33;
Mustafa Armağan, “Geri Gel Ey Osmanlı”, Ufuk Kitap, 2007, İst. s.138.
11- Ömer Turan, a, g, e. s. 307.
12- Bütün Dünya Dergisi, Başkent Ünver. Yay. sayı 2011/10,
13- Yeni Şafak Gazetesi, 17. 02. 2010.
14- Milliyet Gazetesi, 20. 10. 2002.