Yakın zamana kadar bırakın cep telefonunu, evlerde sabit ev telefonları bile yoktu. Bir mahallede belli birkaç evde telefon olur, kırk yılın başı lazım olunca mahalleli oralardan zaruri, elzem görüşmeleri yapardı.
İş yerlerinde ise genellikle telefon bulunurdu. 4 rakamlı o telefonlardan bazılarının numarası hala aklımdadır.
Televizyon da önceleri yok, sonra tek tük çoğalmaya başlayan bir alet idi. Bunun yerine konu-komşu ya da akrabalar akşamları birbirine oturmaya gider, evin çocuğu o kapıya varıp “Maniniz yoksa babamgil akşam size çay içmeye gelecekmiş” diye haber ederdi.
Bazen buna da gerek duyulmaz, çat kapı gidilir, böyle samimi ziyaret ve muhabbet edenlere de adı üstünde “teklifsiz” denirdi.
Şimdi bu telefon işi öyle yaygınlaştı, öyle çığırından çıktı ki her evde büyük-küçük, kadın-erkek demeden kelle başı birer-ikişer kullanılan telefon olduğu gibi, bir de eski model ya da hafif arızalı olmak üzere kullanılmayanları saysak nereden baksan bir-iki düzine cep telefonu peydah oldu.
Milli Gazete yazarı M. Şevket EYGİ Bey cep telefonu kullanmadığını söylüyor. Ben o kadar akıllı değilim, kullanıyorum, makul şekilde kullanılmasına da karşı değilim.
Sonuçta Allah’ın verdiği akıl sayesinde insanların icad ettiği bir nimet. Zararları yanında faydası da var elbette.
Fakat mesele bizim insanımızın görgüsüzlüğü, Gonya tabiriyle “gök görmedikliği.”
Bazıları kendini bu işe öylesine kaptırmış ki adam onsuz yaşayamaz, adım atamaz, iş yapamaz hale gelmiş.
Yukarıda da yazdık, eski insanlar telefonsuz nasıl yaşar, nasıl iş yapardı? Galat ifadeyle “hem vallaha hem billaha” bizden de iyi yaşarlar ve bizden de iyi anlaşırlardı birbirleriyle.
Lüzumu, ihtiyacı kadar kullan, tamam da emzik mi oldu bu gidi? Bebek bile emziği 24 saat ağzında tutmaz!
Hele hele telefonunun marka, model ya da fiyatıyla başkalarına hava atmaya kalkıp, bununla kendi itibarını yükseltmeye çalışanlar var ya, Necip Fazıl’ın tabiriyle yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana!
Cep telefonu aynı kapı çalmak gibi 3 kereden fazla çalınmamalı, olur olmaz saatte arama yapılmamalı, başkalarının yanında hanımıyla konuşurken “aşkım, hayatım, canım, ciğerim…” gibi laubalilikler yapılmamalı, oradaki her konuşma ve mesajın elektronik ortamda hiçbir gizliliği olmayıp siyasi, hukuki, ticari, ailevi… konulardaki her kelime ve cümlenin, duymasını istemediğiniz pek çok şahıs ve makam tarafından kaydedilebileceğini asla unutmamalıdır.
Sabah belli saatte uyanmak için sağlık açısından cep telefonunu başucuna kurmak yerine çalar saat kullanılmalıdır. Kemere bağlanan telefon kılıfları da her ne kadar pratik fayda sağlıyor gibi gözükse de, el bombası taşır gibi akıllı uslu adamlara pek de yakışmıyor.
Camide, okulda, cenazede, toplu taşıma araçlarında ve bazı hassas mekanlarda telefonun sesini kesmeli, kimseyi rahatsız ederek kul hakkına girmemelidir. Kendi şahsına ait telefonu istediğin saatte açıp kapatabilirsin ama faturası kamu tarafından ödenen resmi telefonları gece yarısı da olsa kapatma hakkın yoktur. O bedava telefonu taşıma yetkisine sahipsen, nimet-külfet dengesine göre rahatsız olma hakkın da yoktur, arandığında cevap vermek zorundasın.
Eski kitaplarımızda “Abdest adabı, camiye giriş adabı, selamlaşma adabı…” gibi klasik usül-adab bahisleri olurdu.
Şimdi gelişen çağa göre çağdaş Müslümanlar için sadece “Cep telefonu adabı“ değil, “İnternet, twitter, facebook, asansör, uçak, hızlı tren, apartman, site, plaj, 5 yıldızlı otel, kaplıca, stadyum, cafe, hatta kürdan kullanma adabı…” gibi yeni yeni bir dizi adab kitabı yazmak gerekiyor herhalde.
Bahsettiğim ve bahsedemediğim bu alanlarda öyle görgüsüzlükler yapılıyor ki Müslümanlar adına üzülmemek elde değil.