Tam iki yıl olmuştu ve yine hüzünlü bir yıl dönümü kutlamalarında söndürülen mumlar bu defa henüz içimizde sönmemişti. Bıraktığı izler de kaybettiklerimiz geri gelinceye kadar da içimizi sızlatacaktı.
***
Çocukluğumun oyunlarının saklandığı mekanlar, yılların emekleri, hatıraları bir anda küllere dönmesini atlatabilecek miydik? Evet, evet; tabi ki yanlış yazmadım külleri! Bu defa küller; şiirlerdeki romanlardaki, aşklardaki edebi küller değildi.
***
Gözümüzle gördüğümüz, elimizle tuttuğumuz ama bu kez içimizi de yakan küllerdi. Dağlardan ovalara savulan, donuk rengiyle yazın sıcağında üşüten küller…
***
Cennet yurdumu cehenneme çeviren ve temmuz ayı sonlarında Manavgat’ta başlayan orman yangınlarında 60 Bin Hektar orman alan kül olmuştu. Binlerce evcil ve yabani hayvan telef olmuş ve 7 kişi hayatını kaybetmişti. Üstelik bu yangın en büyük orman yangınlarından biri olarak tarihe geçmişti.
***
Bu yangının bir ucu doğduğum topraklara doğru ilerlerken yaşanan korku dolu anlar ve sonunda bıraktığı izler hep içimizi sızlatacak. Dağların yeşil örtüsü grimsi dumanlara bürünmüş, artık mavi denizle mavi gökyüzü kombinesi bozulmuştu. Günlerce gökyüzü görünmedi ve hayaller, emekler tutuşup çıtırtılar arasında kaybolup gitmişti.
***
Duygusal boyutunu önemsiz sayamayız ama bir tarafa katlayıp koyalım. Olaylardan ders almak için bu dehşet saçan yangınların oluş sebeplerini bilmek ve tedbirlerini almayı öğrenmeliyiz. Çoğumuz her zaman doğayı korumanın kutsal bir görevimiz olduğunu söyleriz.
***
Bu konuda birçok insanımız duyarlı, ama toplumun çoğu yeterli bilince sahip değil maalesef.
Büyüyen ağaçların, yüzlerce yılda oluşan ormanların değerinin çoğu zaman onları kaybettiğimiz zaman ancak anlıyoruz.
***
Oysa doğadaki yeşil dengenin yerini bulması için de uzun yıllar gerekiyor ve insanoğlunun bu tedaviyi görmeye ömrü bile yetmiyor. Ne kadar çalışıp çabalasak da doğudan batıya, sahilden Toroslara uzanan yemyeşil Manavgat ormanlarını artık bir daha göremeyeceğiz.
***
Dillerinin olmadığı ve feryadını duymadığımız ve doğanın ormanlar gibi dengesini sağlayan binlerce canlı türleri türlerinin de bu yangınlarla telef olması adeta bir biyolojik kırıma uğramasının da felaketin büyüklüğünü anlatmaya yetmiyor.
***
Diğer yandan günümüzün yaklaşan en büyük felaketlerinden biri olacak gibi görünen küresel ısınma ve su kıtlığı sorunları için de alarm zilleri sürekli çalıyor.
***
Son olarak şunu eklemek isterim ki doğanın bize ihtiyacı yok ama bizim doğaya çok ihtiyacımız var. Yaşanılır bir dünya yaratamadığımız için doğaya yaptığımız haksızlık bize türlü çeşitli afetler olarak geri dönüyor.
***
Yine de umudu yitirmeden şöyle söyleyebiliriz:
Unutmamalıyız ki eğer doğaya sahip çıkarsak doğa da bize sahip çıkacaktır.