Ötekileri gibi, imaj savaşları da mevcut bu dünyada. Markalı, zengin temsiller. Sergileme, bir saltanatın dokunaklı izleri.
Bir maneviyat dünyasıyla varlığını hissettiren kişilerin, süs ve teşhircilik tutkusu; “İtibarı” para, şöhret, makam gösteri(ş)leriyle sağlamaya çalışması önemli bir meseledir.
Müslüman şahsiyetiyle önde olması gereken, muhafazakârlığıyla dikkat çeken insanların ağırlıklı olarak, çantaları, ayakkabıları, giyim kuşamları, modaya uygun çıkışlarıyla kendilerinden söz ettirmeleri, eşyaya böylesine bir vurguyu öncelemeleri epeyce düşündürücü.
Dolayısıyla tepedeki hanımefendinin de, Almanya ziyareti esnasında fiyatı 10 bin dolarlık çanta taşıması, diğer hanımefendinin de marka pahalı çanta merakı, özellikle memleketin vaziyeti ortadayken ve ağlamaklı Somali türküleri çağrılırken bize kolayca anlaşılır gelmiyor.
Bir erkek yazar yazısında, takıntılı kadınlardan hareketle, “Bazı kadınlar için mesele çanta ve ayakkabı olunca gerisi teferruattır!” diyor. Ana mesele çanta-ayakkabı görülüyor da; siyasî eşlerince teferruat olan kısım nedir, onu merak ettik.
Uyumun çanta-ayakkabıdan çok; iç ve dış dünya ahenginde, vicdanın mutmain sesinde görülmesini sağlamalıyız. Tasarruf tedbirlerinin de halktan önce, yakın çevreden başlatılmasını.
Öncü kişilerin tipik kapitalist, tüketim meraklısı, sıradan insanların davranışlarını sergilemeleri tuhaf. Hatta belki problemli bir duyguyu çağrıştırıyor.
Bir takım eksiklikleri debdebe, şaşaa, lüks görüntüleriyle kapatma(giderme), alâyişle gün(dem)e takılma, bir bakıma iç hazinelerini görmezce, hafife alır gibi bir tavır. Yahut maddeyle eşitleme ya da hafifletme. Belki İslâmiyet’i algılama ve yaşama sorunu... Dinin “tevazuu” değil, paranın “imtiyazı” konuşur kimi kesimlerde.
Başörtüsü sorundan dolayı okuyamamakla, 10 bin dolarlık şerefli(!) bir çantayla gündeme dolanmak arasında, önemli bir değişim ve çizgi farkı olsa gerektir herhalde.
Temsil makamında olanları, örnek alacak kişiler; acaba hangi taraflarını benimseyerek içselleştirmeli. “Kabuğa” verilen bu ehemmiyet, toplumda menfî bazı yönelişleri teşvik edebilir mi?
En başta israfa dönük bu vakıa, bir saygınlık değil, bilâkis bir itibar kaybı yaratabilecek bir durum mu? İslâm’ın imajını da, kişi ve toplumlar belirliyor bir yerde.
Kutsaldaki sınırları öteleyip, kendi hudutlarımızı biz çiziyoruz böylece.
…
Ayrıca bedeli yüksek olan bir çantanın bile, nesne olarak işe yarama kabiliyeti, kullanım alanı sınırlıdır. Hepimizin malumudur ki en sevdiğimiz eşyadan bile bir müddet sonra sıkılırız. Değiştirmek icap eder.
Bir parantez açıp söyleyelim. (Özgüvenli, yüzüne bakılır bir kadın, semt pazarından alınmış bir çantayı bile kendine yakıştırabilir.
Beğenmediğimiz Angela Merkel, ayni elbiseyi bir kaç sene üst üste giydi diye, bizim tavuskuşu basın tarafından sanki büyük bir kusurmuş gibi tenkit edilmişti. Onlar böyle tasarrufa dikkat ediyor. Ya da imajı eylem ve fikirleriyle sağlıyorlar.)
Biz sanatçılarda, artistlerde, bazı geri kalmış ülkelerin, bir mevkii ele geçirince alabildiğine ileri(!) giden görgüsüz lider eşlerinde rastladığımız davranışlara, inancıyla temayüz etmiş insanlarda karşılaşmamalıyız sanırım.
İnancımızın süsü taşıdığımız değerler olmalı¸ üç kuruşluk mallar, üç günlük dünyalıklar değil.
Ele güne karşı, neyi “göstereceğimiz” sorusu yabana atılmaz, hayatidir.
Halk değilse de, inancımıza göre; bir gün yaptığımız fuzulî harcamalar önümüze dikilip, hesaba çekilmemize vesile olabilir.
Bir maneviyat dünyasıyla varlığını hissettiren kişilerin, süs ve teşhircilik tutkusu; “İtibarı” para, şöhret, makam gösteri(ş)leriyle sağlamaya çalışması önemli bir meseledir.
Müslüman şahsiyetiyle önde olması gereken, muhafazakârlığıyla dikkat çeken insanların ağırlıklı olarak, çantaları, ayakkabıları, giyim kuşamları, modaya uygun çıkışlarıyla kendilerinden söz ettirmeleri, eşyaya böylesine bir vurguyu öncelemeleri epeyce düşündürücü.
Dolayısıyla tepedeki hanımefendinin de, Almanya ziyareti esnasında fiyatı 10 bin dolarlık çanta taşıması, diğer hanımefendinin de marka pahalı çanta merakı, özellikle memleketin vaziyeti ortadayken ve ağlamaklı Somali türküleri çağrılırken bize kolayca anlaşılır gelmiyor.
Bir erkek yazar yazısında, takıntılı kadınlardan hareketle, “Bazı kadınlar için mesele çanta ve ayakkabı olunca gerisi teferruattır!” diyor. Ana mesele çanta-ayakkabı görülüyor da; siyasî eşlerince teferruat olan kısım nedir, onu merak ettik.
Uyumun çanta-ayakkabıdan çok; iç ve dış dünya ahenginde, vicdanın mutmain sesinde görülmesini sağlamalıyız. Tasarruf tedbirlerinin de halktan önce, yakın çevreden başlatılmasını.
Öncü kişilerin tipik kapitalist, tüketim meraklısı, sıradan insanların davranışlarını sergilemeleri tuhaf. Hatta belki problemli bir duyguyu çağrıştırıyor.
Bir takım eksiklikleri debdebe, şaşaa, lüks görüntüleriyle kapatma(giderme), alâyişle gün(dem)e takılma, bir bakıma iç hazinelerini görmezce, hafife alır gibi bir tavır. Yahut maddeyle eşitleme ya da hafifletme. Belki İslâmiyet’i algılama ve yaşama sorunu... Dinin “tevazuu” değil, paranın “imtiyazı” konuşur kimi kesimlerde.
Başörtüsü sorundan dolayı okuyamamakla, 10 bin dolarlık şerefli(!) bir çantayla gündeme dolanmak arasında, önemli bir değişim ve çizgi farkı olsa gerektir herhalde.
Temsil makamında olanları, örnek alacak kişiler; acaba hangi taraflarını benimseyerek içselleştirmeli. “Kabuğa” verilen bu ehemmiyet, toplumda menfî bazı yönelişleri teşvik edebilir mi?
En başta israfa dönük bu vakıa, bir saygınlık değil, bilâkis bir itibar kaybı yaratabilecek bir durum mu? İslâm’ın imajını da, kişi ve toplumlar belirliyor bir yerde.
Kutsaldaki sınırları öteleyip, kendi hudutlarımızı biz çiziyoruz böylece.
…
Ayrıca bedeli yüksek olan bir çantanın bile, nesne olarak işe yarama kabiliyeti, kullanım alanı sınırlıdır. Hepimizin malumudur ki en sevdiğimiz eşyadan bile bir müddet sonra sıkılırız. Değiştirmek icap eder.
Bir parantez açıp söyleyelim. (Özgüvenli, yüzüne bakılır bir kadın, semt pazarından alınmış bir çantayı bile kendine yakıştırabilir.
Beğenmediğimiz Angela Merkel, ayni elbiseyi bir kaç sene üst üste giydi diye, bizim tavuskuşu basın tarafından sanki büyük bir kusurmuş gibi tenkit edilmişti. Onlar böyle tasarrufa dikkat ediyor. Ya da imajı eylem ve fikirleriyle sağlıyorlar.)
Biz sanatçılarda, artistlerde, bazı geri kalmış ülkelerin, bir mevkii ele geçirince alabildiğine ileri(!) giden görgüsüz lider eşlerinde rastladığımız davranışlara, inancıyla temayüz etmiş insanlarda karşılaşmamalıyız sanırım.
İnancımızın süsü taşıdığımız değerler olmalı¸ üç kuruşluk mallar, üç günlük dünyalıklar değil.
Ele güne karşı, neyi “göstereceğimiz” sorusu yabana atılmaz, hayatidir.
Halk değilse de, inancımıza göre; bir gün yaptığımız fuzulî harcamalar önümüze dikilip, hesaba çekilmemize vesile olabilir.