Çanakkaleyi Anma, Anıtlar ve İnsanlık Dersi

Ahmet Güldağ
Bu günlerde Çanakkale Savaşı’ndaki oluşum ve kahramanlıklar üzerinde törenler, konferanslar ve yazılımlar yanında Anadolu’nun bağrından koşarak savaş yerlerindeki törenlere katılmak ve görmek için gidenlerimiz çoğunlukta.
Gerçi birkaçı hariç okuyucu ve seyircisine daha çok magazin sunan mâlum medyamız. Sadece tören haberi ile kalsalar da son yıllardaki bu ilerlemeyi kıvanç içinde algılamaktayım.
Bizim kuşağın gençliğinde, bırakın bizleri götürme düşüncesinde olabilecekleri. Ankara bile sağırlık içinde olurdu.
Sadece kırklı yıllarda İstanbul üniversite gençliği denizyollarınca mı İstanbul Belediyesi’nce mi hangisi tahsis etmişse bir vapurla giderlerdi ama bu gezi için Büyük Doğuda çıkan eleştiriden vapurda olan uygunsuz oluşumları okumakla kalırdık.
***
Ya şehitlerimiz için anıtı bırakın düzenli bir mezarları var mı idi?
İngilizler sömürgeleri olan Avustralya’dan getirdiği askerleri için isimlerini yazarak anıt ve park yapıp bakımını da titizlikle devam ederken…
Bugün gördüğümüz Morto Limanı ile Çanakkale Boğazı’nın girişi arasındaki Muhteşem Abide, Devletçe ele alınmış değildi…
Bunun fikir babası Atatürk'ün silah arkadaşı ve ilk askeri pilotu Emin Nihat Sözeri olmakta.
Sözeri, yapılması için gerekli olan paranın bulunabilmesi için onlarca yıl mücadele vermiş sonunda devletçe de ele alınarak yapımına 1952 yılında karar verilmiştir.
 Temeli 17 Nisan 1954 tarihinde atılan anıt finansal nedenlerden dolayı yapımı birkaç defa durdurmuş olmakla 15 Mart 1958’de sadece gövde kısmı tamamlanabilmiş bundan sonra açılan bağış kampanyaları neticesi tamamlanarak resmî açılış 21 Ağustos 1960 günü yapılmıştır.
Böylece Sözeri’nin amacı yerine gelmiş ve 253 bin şehidin anısına, milletimize armağan edilmesine vesile olmuştur. (Kaynak: Vikipedi)
Ya ferdi kahraman şehitlerimizin mezarları? Bırakın diğerleri ve yılları.
1977 yılında ziyaret edebildiğim bu şehitler havalisinde karşılaştığım  “Şehit Mezarı yapma ve Bakımı Derneği” başkanınca şöyle böyle yapılı mezar başında  durduğumuz anlattıklarına bakalım..
Oradaki bataryada 16 eri ile bulunan Yusuf Çavuş boğazı geçmeye çalışan düşman gemilerini durdurabilmek için canla başla topa tutmaya çalışmış. Takviye gelinceye kadar düşmanın ateşi karşısında şehit olmuşlar ama geçirmemişler.
Evet, bu kahraman şehidimizin mezarı devlet değil, dernek yani halk yardımı ile yapılıp bakılmakta idi. Gerisini siz düşünün.
Yüce Yaradan mükâfatlandırsın. Rahmetli Özal ele almasa ne günlere kalırdı bu günkü görülen yaptırımlar bilemem!
***
Çanakkale ismi yanında Anafartalar ovasını da içine aldığı için Anafartalar Savaşı da dediğimiz savaşta, düvellerin hayalini somutsuz hale çeviriveren Mehmetçiğimiz…
Yalnız zafer kazanmakla kalmamıştır. Dünyaya nezaket ve insanlık dersi de vermiş, aynı zamanda savaş oyunlarını da başarı ile yapmıştır.
Birkaç tanedir böyle insanlık destanı ama köşeme ikisini sığdırabileceğim.
***
Dönemin Güreş Federasyonu Başkanı Vehbi Emre hatıratından…
“Güreş takımımız la 1956 Melbourn Olimpiyatları’na katılmak üzere Avustralya’ya gittik. Bizi olimpiyat görevlilerinden önce Anzak kafilesi büyük bir sevgi ile karşılamakla kalmadı sporcularımla beni ısrarla evlerine davetle şeref misafiri olarak yemek başına oturttular.
Yemek sonu içeriye gür sesli, iri yarı, burma bıyıklı saçları beyazlamış bir adam girdi.
Benimle göz göze gelen kişi hiçbir şey söylemeden sevgi ile sarıldı ve anlatmaya başladı.
İngilizler beni 17 yaşında iken askere alıp, Türklerle çarpışmak üzere Çanakkale’ye gönderdiler.
Çanakkale’de ki savaşta, akşama doğru muharebenin şiddetlendiği bir anda Türklerle siperlerde göğüs göğüse savaşıyorduk. Nasıl olduysa siyah bıyıkları olan iri yarı bir Türk askerinin süngüsünü göğsümde hissettim. Yakalanmıştım. Süngüyü göğsüme yemek üzereydim. Gözlerimi kapattım, ölüm korkusu içinde beklemeye başladım. Son anımda bildiğim duaları okumak istediysem de, aklıma hiçbiri gelmedi.
Gözleri kapalı süngülenmeyi beklerken, bu arada Türk askerinin Türkçe bir şeyler bağırıp söylenmekte olduğunu fark ettim. Hafiften gözlerimi açtım. Bana arkamda bir yerleri göstermekte olduğunu anladım. Bağırarak konuşmaya devam ediyordu. Geri dönüp baktığımda, 30–40 metre ileride kendi siperlerimizi gördüm. Bana orayı işaret ediyordu. Kaçmamı istediğini anladım. Silahımı aldım. Telaşla toparlanarak kaçmaya başladım. Ben kaçarken, o arkamdan bağırmaya devam etti. Bağırarak beni korumak istediğini düşündüm. Şoke girmiş vaziyette kendimi sipere attım. Karanlık çöktü ve çatışmalar durdu.
Hemen bölüğün tercümanını buldum ve Türk askerinin bağırarak bana söylediklerini aklımda tutabildiğim, dilimin de döndüğünce aktarmaya çalıştım. Bu sözlerin ne demek olduğunu sordum. Tercüman beni anlamakta epey zorlandı. Ama nihayet anladıklarını bana anlattı.
Eğer yanlış anlamadıysam o Türk askeri sana şunları söylemiş. “Bu er meydanında senin işin ne be çocuk? Haydi, git yerine…”
İşte isteseydi beni öldürebilirdi. Ama yaşamıma müsaade etmekle o büyük insanlık duygusunu vurguladı. Hayatımı onun insanlığına borçluyum.
*** 
Anafartalar Savaşı’nda bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna dönüp hatıratını anlatırken şöyle diyor:
"Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz.” Hiç unutmam. Savaş sahasında dövüş bitmişti. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zayiat vermişlerdi.
Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi gömleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:
“Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun?” mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
"Bu askeriniz yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün".
“Bu asil ve âlicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim. Çünkü Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler..."
***
Evet, onlar İstiklâlimizi, toprağımızı vermemek için canlarını verirlerken
Yine toprağı için can vermekte olan Mehmetçiğimize pusu kurup şehitlik mertebesine ulaştıran dağlara çıkanları
Bırakın dış devletleri. Kendi içimizde destekleyen cahil, aydın, politikacı kişilerin yanında…
Birde Ergenekon oluşumlarını düşünürken…
İnanın içim gidiyor gözlerimden yaş süzülüyor…
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.