Yalnız zafer kazanmakla kalmamıştır. Dünyaya nezaket ve insanlık dersi de vermiş, aynı zamanda savaş oyunlarını da başarı ile yapmıştır.
Fazlaca açıklama yapıp köşeyi doldurmadan oluşumları izleyelim.
***
İnsanlık dersi:
1- Dönemin Güreş Federasyonu Başkanı Vehbi Emre hatıratını şöyle anlatır:
“Güreş takımımızla 1956 Melbourn Olimpiyatlarına katılmak üzere Avustralya’ya gittik. Bizi olimpiyat görevlilerinden önce Anzak kafilesi büyük bir sevgi ile karşılamakla kalmadı sporcularımla beni ısrarla evlerine davetle şeref misafiri olarak yemek başına oturttular.
Yemek sonu içeriye gür sesli, iri yarı, burma bıyıklı saçları beyazlamış bir adam girdi.
Benimle göz göze gelen kişi hiçbir şey söylemeden sevgi ile sarıldı ve anlatmaya başladı.
İngilizler beni 17 yaşında iken askere alıp, Türklerle çarpışmak üzere Çanakkale’ye gönderdiler.
Çanakkale’de ki savaşta, akşama doğru muharebenin şiddetlendiği bir anda Türklerle siperlerde göğüs göğüse savaşıyorduk. Nasıl olduysa siyah bıyıkları olan iri yarı bir Türk askerinin süngüsünü göğsümde hissettim. Yakalanmıştım. Süngüyü göğsüme yemek üzereydim. Gözlerimi kapattım, ölüm korkusu içinde beklemeye başladım. Son anımda bildiğim duaları okumak istediysem de, aklıma hiçbiri gelmedi.
Gözleri kapalı süngülenmeyi beklerken, bu arada Türk askerinin Türkçe bir şeyler bağırıp söylenmekte olduğunu fark ettim. Hafiften gözlerimi açtım. Bana arkamda bir yerleri göstermekte olduğunu anladım. Bağırarak konuşmaya devam ediyordu. Geri dönüp baktığımda, 30–40 metre ileride kendi siperlerimizi gördüm. Bana orayı işaret ediyordu. Kaçmamı istediğini anladım. Silahımı aldım. Telaşla toparlanarak kaçmaya başladım. Ben kaçarken, o arkamdan bağırmaya devam etti. Bağırarak beni korumak istediğini düşündüm. Şoke girmiş vaziyette kendimi sipere attım. Karanlık çöktü ve çatışmalar durdu.
Hemen bölüğün tercümanını buldum ve Türk askerinin bağırarak bana söylediklerini aklımda tutabildiğim, dilimin de döndüğünce aktarmaya çalıştım. Bu sözlerin ne demek olduğunu sordum. Tercüman beni anlamakta epey zorlandı. Ama nihayet anladıklarını bana anlattı.
Eğer yanlış anlamadıysam o Türk askeri sana şunları söylemiş. “Bu er meydanında senin işin ne be çocuk? Haydi, git yerine…”
İşte İsteseydi beni öldürebilirdi. Ama yaşamıma müsaade etmekle o büyük insanlık duygusunu vurguladı. Hayatımı onun insanlığına borçluyum.”
***
2- Anafartalar Savaşı’nda bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna dönüp hatıratını anlatırken şöyle diyor:
"Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz.” Hiç unutmam. Savaş sahasında dövüş bitmişti. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zayiat vermişlerdi.
Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi gömleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:
“Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun?”. Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
"Bu askeriniz yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün".
Bu asil ve âlicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim. Çünkü, Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutan ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler..."
***
3- Savaş bütün acımasızlığı ile düşmanın kurşun yağmuru altında idi. Askerler mecburen siperlere çekilirken kayıplar vermiş yaralanan veya şehit olanlar gelememişti.
Siperdeki askerlerin komutanı Üst Teğmen Süavi’ ye bir Mehmetçik gelerek:
“Komutanım izin ver de ilerde yatan arkadaşımı alayım geleyim.”
Komutan hayret içinde “Olacak iş mi oğlum. Kurşunlar vızıldıyor. Çıkar çıkmaz vurulursun. Arkadaşına bile gidemezsin. Belki şehit de olmuştur. Seni de kaybetmek istemem, lazımsın. Değmez bu anda çıkıp gitmek” dedi ise de..
“Ne olur komutanım mutlaka gitmeliyim onun yanına.” Diyerek defalarca yalvarınca…
Dayanamaz komutan istemeye istemeye izin verir.
Mehmetçik kurşun vızıldamaları arasından koşarak ilerde yatan arkadaşına ulaşır.
Ağır yaralı yatan arkadaşının başını kaldırınca arkadaş gözlerini açar ve gelen arkadaşını görür.
Yarı zorlama sesi ile “geleceğini biliyordum” der ve şehitlik mertebesine ulaşır.
Dönerken kurşun yarası alan Mehmetçik’e komutan “değdi mi şimdi bu yaptığın” diye azarlar gibi sorunca…
“Değdi komutanım. Çünkü beni bekliyordu ” der.
***
Mehmetçik’in daha pek çok olan bu insanlık düşünüşleri ibret vericidir. Diğer oluşumlarla beraber birkaçını daha anlatmak istediğim bu âlicenaplıkları, gelecek yazımda devam etmeye bırakırken vurgulayacağım bir husus da var.
Kendilerine toz kondurmayan batılılara ait askerlerin halen de acımasızca yaptıklarını görmekle beraber.
O günlerde ki askerleri çekilip giderken bile, şehitlerimizin başlarını kesip yanlarında götürmüşlerdir.
Batı hayranlarına “ibreti âlem” diyeceğim ama tabii anlayabilirlerse…
***
Sağlık ve esenlik içinde yaşam dileğimle…