Mehmet Sinan Bey, günlüğünün bir yerinde şunları yazar: "Bittabi bu şerâit (şartlar) altında hareket etmenin ve hatta yaşamanın bile imkânı yoktu. Nitekim kolordu mıntıkasında harp ikinci plana düşmüş, iaşe derdi ön safta bütün zihinleri işgal etmiş bulunuyordu… karınları doymayan efrâd (fertler, askerler) karınca yuvalarını kazarak tane bulmaya ve buldukları kemikleri ezerek (ve ebegümeci otu) yemekle savaşıyor, başıbozuklar ise açlıktan ölen her nevi hayvanların leşlerini paylaşıyorlardı.” (1)
Çanakkale Savaşları esnasında "Cepheden Cepheye" ismiyle günlük tutan muhariplerden, Mümin Mustafa hatıralarının bir yerinde şöyle der: "…Ah bir damla sirke. Bir parça şeker ne enfes bir şeymiş. Dünyanın bu nefis gıdalarını görmesek, kokusunu duymak da yetişir. Ah bir tabak salata!"
O günkü ecdadımız ile bugünkü torununun hayat felsefesi ne kadar farklı. Çanakkale’de çarpışan askerlere verilen çok cüz’i miktardaki maaşı bile; “Tütünü ve yemeği bulduktan sonra ne yapacağız biz parayı” diyerek reddedenler olmuştur. (2)
Günlerdir boğazından hiçbir şey geçmemiş, aç bir vaziyette savaşırken ağır yaralanan Mehmetçiğe ekmek verdiklerinde şöyle demiştir: “…Kardeşlerim şimdi benim bu ekmeği yemem uygun düşmez. Ben birazdan öleceğim için bu ekmek ziyan olmasın (boşa gitmesin). Gâvurla çarpışan bir arkadaş yesin de ona enerji olsun.” (3)
Giyecek hususunda da Mehmetçiğin çektiği sıkıntıları, yaşadığı imkânsızlıkları anlatan birkaç anekdot sunuyorum: “…Bazı askerlerin ayağında iple tutturulmuş çarıklar bulunuyordu. Bazıları ayaklarına çaput bağlamıştı. Kiminin ayağı ise çıplaktı. 19. Tümen Kurmay Başkanı Yarbay İzzettin (Çalışlar) 59. Alayın talimini izlediğini, her taburda ayağı tamamen çıplak 50-60 asker gördüğünü söyler.” (4)
“Erat için istenen sayıda haki üniforma bulunamamıştı. Bu erler kendi giysileri ile hizmet etmek zorunda kalmışlardı. Birliklerin büyük bir bölümü kaputsuzdu. Özellikle ayakkabı yokluğu duyuluyordu. Dayanıklı ayakkabı azdı. Eratın pek çoğu çarık giyiyordu. Bir bölümü ise daha perişandı. Yalın ayak yürüyenler vardı. Çamaşır durumu da iyi değildi. Köyünden kentinden getirdiği eşya, kullanılmış ve yenilemek olanağı bulunamamıştı. Böylece er, yırtık ve acınacak durumdaki giysisini iç çamaşırsız giymek zorunda kalmıştı.” (5 )
Şu olayda ne kadar ibretli: İki taburu daha önce Anzakların karşısında tamamen şehit olan, fakat Anzaklar’a geçit vermeyen "... 57. Alayın komutanı, Bombasırtının güney eteklerinden aşağıya baktığında çok garip bir şekilde, arazide yayılmış küme küme beyazlıklar görür ve hemen tabur komutanını çağırarak sorar: "Bunlar ne?"
Tabur komutanının cevabı ilginçtir:
"Efendim, onlar, fecre az bir zaman kala emriniz ile hücuma geçecek erlerimizin iç çamaşırlarıdır." (6) Onlar kendilerinin mutlaka şehit olacaklarını biliyorlar ve yine biliyorlar ki, geride kalan, düşmanla çarpışacak Mehmetçik kardeşlerinin çoğunun giyecek iç çamaşırı yok. Hiç olmazsa boşa gitmesin, onlar giysinler diye geride bırakıyorlar.
"Osmanlı ordusunda savaşan eratın durumu öylesine içler acısıdır ki; siperler için yeterli derecede kum torbası dahi bulunmamakta ve bazen İstanbul’dan birkaç yüz yeni torba getirildiğinde, bunların kum torbası olarak mı, yoksa erlerin harap elbiselerine yama olarak mı kullanılacağına karar vermek zor olmaktadır. (7)
“Çanakkale Cephesinde, bitlerden sonra, herkes için kâbus olan bir başka şey de sineklerdi. Hiç kimse sineklerle başa çıkamıyordu. Tedbir almak ise imkânsızdı. Bunun yanı sıra başta kolera ve dizanteri olmak üzere bütün hastalıklar da kol gezmekteydi.
O günlerde çekilen sıkıntılara şu misal bile yeter artar her halde: Meşhur Kahramanımız Seyit Onbaşıya Cevat Paşa:
-"Bu yaptıkların tarihlere geçecek, Allah senden razı olsun, seni nasıl mükâfatlandıralım…" deyince, iki defasında sağlığınızı isterim komutanım olmuş, üçüncü ısrarda şu cevabı almıştır:
-“Kumandanım! Hiçbir şey istemem. Lâkin ben pehlivan yapılı olduğumdan dolayı verilen ekmekle karnım doymuyor. Düşman karşısında daha güçlü olmam için emretseniz de bana iki tayın verseler!” demiş. Bu isteğe tebessüm eden Cevat Paşa Onu onbaşı yaparak mükâfatlandırmıştır. (8)
Balkan Savaşı ve sonraki savaşlarda yaralanıp uzuvları kopan ve sokaklarda, üzerlerindeki yırtık-pırtık asker elbiseleri ile, dilenmek mecburiyetinde kalan gazileri gören yetkililer: “Keşke şunlara giydirecek sivil elbiseler verebilsek, asker elbiseleri ile dilenmeseler, ama heyhat!..” derlermiş. Balkan Savaşında düşman kurşunu ve açlıktan ölenler hariç, sadece koleradan 40 bin Mehmetçik şehit olmuştur. (9)
Savaştan sonra yol yok, kışlık elbise yok, ayakkabı yok, doktor ve ilaç yok, doğru dürüst karınları doymuyor, şimdiki gibi nakil vasıtaları da yok. Haberleşme araçları da yok. Halkta da yok ki bu gariplere baksın. Birçoğu memleketlerine ulaşmak için yolculuk yaparken yol boyu köylerde vefat etmişler... o köy halkı insanları, kabirlerinin bir bölümünde bu insanlar için “Garipler Mezarlığı” denen bölümler yapmışlar. Birçok köyde hâlâ bu bölümler mevcuttur. (10)
Fakat ne gariptir ki; 9 cephede savaştığımız, sadece Çanakkale’de 253 bin şehit verdiğimiz bir memlekette, aradan yarım asır geçmeden bunların hepsi nesillerimize unutturulmuş, gençlerimiz çarpık ideolojilere müptela edilmiş, yalancı tarihler yazılmış, yabancı hayranlığı ve hastalığı başlamış, başta Ebu Eyyüb el-Ensari olmak üzere birçok sahabenin medfun bulunduğu İstanbul’da, Allah Resülünün mübarek dudakları ile övdüğü Fatih’e, inancımıza, maneviyatımıza, kutsal değerlerimize nasıl küfredilip kimlere selam gönderilmiş? Tek bir misal: 1974 yılı 1 Mayıs mitinginde Taksim Meydanında taşınan şu bez afiş ne kadar ibretli:
Din neymiş, iman neymiş, kim bakar safsataya
Fatih'te kahramanlık denilen palavraya
Osman Gâzi'de kimmiş, kim bakar Mustafa'ya
Devrim hiç durmamalı davran tamamlamaya
Selâm Lenin, Stalin, Kosigin ve Mao'ya
Savaştayız yoldaşlar sol yumruklar havaya
---------------------------------
1- Mülâzım Mehmet Sinan,“Harp Hatıralarım”, (Çanakkale-Irak- Kafkas Cephesi), Hazırlayanlar: Hasan Babacan, Servet Avşar, Muharrem Bayar, Vadi Yay. Ankara, 2006. s. 98.
2- Harp Mecmuası, Hazırlayanlar: Ali Fuat Bilkan, Ömer Çakır, Kaynak Kitaplığı, İst. 2004, s. 142.
3- Türk Dünyası Tarih Dergisinde yer alan Aydın Ayhan’ın Tespitlerinden naklen Mustafa Turan, Mustafa Turan, “Destanlaşan Çanakkale”, Papatya Yay. İst. 2005. s. 125.
4- Yusuf İzzettin Barış, “Çanakkale Savaşları”, s. 95.
5- Binbaşı Muhlman, “Çanakkale Muharebesi”, Çev. Alb. Halil Kemal, Askeri Matbaa, İst. 1927, s. 4.
6- Necdet Muallimoğlu, “Düşünen İnsana Hazire”, Şahsi Basım, İst. 1996, s. 1106.
7- Liman Von Sanders, “Türkiye’de Beş Yıl”, Çev. M. Şevki Yazman, İst. 1969.
8- Türk Dünyası Tarih Dergisinde yer alan Aydın Ayhan’ın Tespitlerinden naklen Mustafa Turan, a. g. e. s. 102.
9- Alptekin Müderrisoğlu, “Sakarya Meydan Muharebesi Günlüğü”, Kastaş Yay. İst.2004, s. 68, 69, 74, 103, 126.
10- İbrahim Refik, “Sohbet Tadında Tarih”, Albatros Yay. İst. 2005, s. 67.
Çanakkale Savaşları esnasında "Cepheden Cepheye" ismiyle günlük tutan muhariplerden, Mümin Mustafa hatıralarının bir yerinde şöyle der: "…Ah bir damla sirke. Bir parça şeker ne enfes bir şeymiş. Dünyanın bu nefis gıdalarını görmesek, kokusunu duymak da yetişir. Ah bir tabak salata!"
O günkü ecdadımız ile bugünkü torununun hayat felsefesi ne kadar farklı. Çanakkale’de çarpışan askerlere verilen çok cüz’i miktardaki maaşı bile; “Tütünü ve yemeği bulduktan sonra ne yapacağız biz parayı” diyerek reddedenler olmuştur. (2)
Günlerdir boğazından hiçbir şey geçmemiş, aç bir vaziyette savaşırken ağır yaralanan Mehmetçiğe ekmek verdiklerinde şöyle demiştir: “…Kardeşlerim şimdi benim bu ekmeği yemem uygun düşmez. Ben birazdan öleceğim için bu ekmek ziyan olmasın (boşa gitmesin). Gâvurla çarpışan bir arkadaş yesin de ona enerji olsun.” (3)
Giyecek hususunda da Mehmetçiğin çektiği sıkıntıları, yaşadığı imkânsızlıkları anlatan birkaç anekdot sunuyorum: “…Bazı askerlerin ayağında iple tutturulmuş çarıklar bulunuyordu. Bazıları ayaklarına çaput bağlamıştı. Kiminin ayağı ise çıplaktı. 19. Tümen Kurmay Başkanı Yarbay İzzettin (Çalışlar) 59. Alayın talimini izlediğini, her taburda ayağı tamamen çıplak 50-60 asker gördüğünü söyler.” (4)
“Erat için istenen sayıda haki üniforma bulunamamıştı. Bu erler kendi giysileri ile hizmet etmek zorunda kalmışlardı. Birliklerin büyük bir bölümü kaputsuzdu. Özellikle ayakkabı yokluğu duyuluyordu. Dayanıklı ayakkabı azdı. Eratın pek çoğu çarık giyiyordu. Bir bölümü ise daha perişandı. Yalın ayak yürüyenler vardı. Çamaşır durumu da iyi değildi. Köyünden kentinden getirdiği eşya, kullanılmış ve yenilemek olanağı bulunamamıştı. Böylece er, yırtık ve acınacak durumdaki giysisini iç çamaşırsız giymek zorunda kalmıştı.” (5 )
Şu olayda ne kadar ibretli: İki taburu daha önce Anzakların karşısında tamamen şehit olan, fakat Anzaklar’a geçit vermeyen "... 57. Alayın komutanı, Bombasırtının güney eteklerinden aşağıya baktığında çok garip bir şekilde, arazide yayılmış küme küme beyazlıklar görür ve hemen tabur komutanını çağırarak sorar: "Bunlar ne?"
Tabur komutanının cevabı ilginçtir:
"Efendim, onlar, fecre az bir zaman kala emriniz ile hücuma geçecek erlerimizin iç çamaşırlarıdır." (6) Onlar kendilerinin mutlaka şehit olacaklarını biliyorlar ve yine biliyorlar ki, geride kalan, düşmanla çarpışacak Mehmetçik kardeşlerinin çoğunun giyecek iç çamaşırı yok. Hiç olmazsa boşa gitmesin, onlar giysinler diye geride bırakıyorlar.
"Osmanlı ordusunda savaşan eratın durumu öylesine içler acısıdır ki; siperler için yeterli derecede kum torbası dahi bulunmamakta ve bazen İstanbul’dan birkaç yüz yeni torba getirildiğinde, bunların kum torbası olarak mı, yoksa erlerin harap elbiselerine yama olarak mı kullanılacağına karar vermek zor olmaktadır. (7)
“Çanakkale Cephesinde, bitlerden sonra, herkes için kâbus olan bir başka şey de sineklerdi. Hiç kimse sineklerle başa çıkamıyordu. Tedbir almak ise imkânsızdı. Bunun yanı sıra başta kolera ve dizanteri olmak üzere bütün hastalıklar da kol gezmekteydi.
O günlerde çekilen sıkıntılara şu misal bile yeter artar her halde: Meşhur Kahramanımız Seyit Onbaşıya Cevat Paşa:
-"Bu yaptıkların tarihlere geçecek, Allah senden razı olsun, seni nasıl mükâfatlandıralım…" deyince, iki defasında sağlığınızı isterim komutanım olmuş, üçüncü ısrarda şu cevabı almıştır:
-“Kumandanım! Hiçbir şey istemem. Lâkin ben pehlivan yapılı olduğumdan dolayı verilen ekmekle karnım doymuyor. Düşman karşısında daha güçlü olmam için emretseniz de bana iki tayın verseler!” demiş. Bu isteğe tebessüm eden Cevat Paşa Onu onbaşı yaparak mükâfatlandırmıştır. (8)
Balkan Savaşı ve sonraki savaşlarda yaralanıp uzuvları kopan ve sokaklarda, üzerlerindeki yırtık-pırtık asker elbiseleri ile, dilenmek mecburiyetinde kalan gazileri gören yetkililer: “Keşke şunlara giydirecek sivil elbiseler verebilsek, asker elbiseleri ile dilenmeseler, ama heyhat!..” derlermiş. Balkan Savaşında düşman kurşunu ve açlıktan ölenler hariç, sadece koleradan 40 bin Mehmetçik şehit olmuştur. (9)
Savaştan sonra yol yok, kışlık elbise yok, ayakkabı yok, doktor ve ilaç yok, doğru dürüst karınları doymuyor, şimdiki gibi nakil vasıtaları da yok. Haberleşme araçları da yok. Halkta da yok ki bu gariplere baksın. Birçoğu memleketlerine ulaşmak için yolculuk yaparken yol boyu köylerde vefat etmişler... o köy halkı insanları, kabirlerinin bir bölümünde bu insanlar için “Garipler Mezarlığı” denen bölümler yapmışlar. Birçok köyde hâlâ bu bölümler mevcuttur. (10)
Fakat ne gariptir ki; 9 cephede savaştığımız, sadece Çanakkale’de 253 bin şehit verdiğimiz bir memlekette, aradan yarım asır geçmeden bunların hepsi nesillerimize unutturulmuş, gençlerimiz çarpık ideolojilere müptela edilmiş, yalancı tarihler yazılmış, yabancı hayranlığı ve hastalığı başlamış, başta Ebu Eyyüb el-Ensari olmak üzere birçok sahabenin medfun bulunduğu İstanbul’da, Allah Resülünün mübarek dudakları ile övdüğü Fatih’e, inancımıza, maneviyatımıza, kutsal değerlerimize nasıl küfredilip kimlere selam gönderilmiş? Tek bir misal: 1974 yılı 1 Mayıs mitinginde Taksim Meydanında taşınan şu bez afiş ne kadar ibretli:
Din neymiş, iman neymiş, kim bakar safsataya
Fatih'te kahramanlık denilen palavraya
Osman Gâzi'de kimmiş, kim bakar Mustafa'ya
Devrim hiç durmamalı davran tamamlamaya
Selâm Lenin, Stalin, Kosigin ve Mao'ya
Savaştayız yoldaşlar sol yumruklar havaya
---------------------------------
1- Mülâzım Mehmet Sinan,“Harp Hatıralarım”, (Çanakkale-Irak- Kafkas Cephesi), Hazırlayanlar: Hasan Babacan, Servet Avşar, Muharrem Bayar, Vadi Yay. Ankara, 2006. s. 98.
2- Harp Mecmuası, Hazırlayanlar: Ali Fuat Bilkan, Ömer Çakır, Kaynak Kitaplığı, İst. 2004, s. 142.
3- Türk Dünyası Tarih Dergisinde yer alan Aydın Ayhan’ın Tespitlerinden naklen Mustafa Turan, Mustafa Turan, “Destanlaşan Çanakkale”, Papatya Yay. İst. 2005. s. 125.
4- Yusuf İzzettin Barış, “Çanakkale Savaşları”, s. 95.
5- Binbaşı Muhlman, “Çanakkale Muharebesi”, Çev. Alb. Halil Kemal, Askeri Matbaa, İst. 1927, s. 4.
6- Necdet Muallimoğlu, “Düşünen İnsana Hazire”, Şahsi Basım, İst. 1996, s. 1106.
7- Liman Von Sanders, “Türkiye’de Beş Yıl”, Çev. M. Şevki Yazman, İst. 1969.
8- Türk Dünyası Tarih Dergisinde yer alan Aydın Ayhan’ın Tespitlerinden naklen Mustafa Turan, a. g. e. s. 102.
9- Alptekin Müderrisoğlu, “Sakarya Meydan Muharebesi Günlüğü”, Kastaş Yay. İst.2004, s. 68, 69, 74, 103, 126.
10- İbrahim Refik, “Sohbet Tadında Tarih”, Albatros Yay. İst. 2005, s. 67.