Bizim neslin ve daha öncesinin çocukluğunda, camilerin bakımıyla kendilerini vazifeli addeden yaşlı dedeler, hacı amcalar vardı. Camilerin hemen her şeyi bunlardan sorulurdu. Camiyi namazdan en az yarım saat önce açarlar, kış günüyse sobayı yakarlar. Caminin kömürü, odunu ve tabi temizliği bu aksakallı dedelerden sorulurdu. Hâliyle müezzinlik işi de onların uhdesindeydi. Çoğu zaman caminin resmi görevlisinden daha çok söz sahibi olan onlardır. Çünkü ne cami görevlileri ne de cemaat camiyi sahiplenmiş, camiye hizmeti hayatın birinci gayesi haline getirmiş hasbî insanları kırmak istemezlerdi.
Silleli Delibabaoğlu Ali Çavuş (ö. 1968), cami cemaati ve mahallelinin bildiği ismiyle “Ali Baba” da böyle birisidir. Kendisini cami hizmetine adamış, caminin tuvalet temizliğinden diğer her türlü bakımından kendisini sorumlu bilen bir tatlı-sert bir ihtiyar. Tuvalet temizliğinin o yıllarda bilinenden daha zahmetli bir tarafı bulunmaktadır. Zira Konya’ya dışarıdan gelmiş bazıları, suyla taharet öncesi çevreden topladığı çakıl taşlarıyla temizliğini yapmakta ve o taşları da ya tuvaletin içine veya kenarına bırakmaktadır. Bunları temizlemek de Ali Baba’nın işleri arasındadır…
Camiyle olan ilişkisine geçmeden önce Ali Baba’dan kısaca bahsetmem gerekecek. 01/07/1884 Sille doğumlu. O tarihte doğan pek çokları gibi bâğ-ı dehrin daha çok hazânını görmüş birisi. Savaşlar görmüş; gözü kara, gençliğinde attığını vuran, yaşlı halinde bile kış günü bahçe çeşmesinde başını yıkayan bir Osmanlı bakiyesi. Öyle ki Kore savaşına Türkiye birlik gönderdiği zaman, gönüllü olarak cepheye gitmek üzere ciddi ciddi şubeye gider. Subayların iknası sonucu zoraki evine döndürülür.
Biz torununun çocukları olarak onun sadece duvarda asılı kılıcını hatırlıyoruz. Bir de evde ona dair anlatılan kırık dökük hatıraları… Meslek olarak çerçilik yaptığını ve uzun seyahatlere çıktığını biliyoruz. O dönemdeki pek çok baba gibi fazlasıyla disiplinli. Üstelik bu Sille’ye mahsus bir disiplin... Mesela evde o varken radyo açılmıyor. Yanında o zamanki her evde olduğu üzere başı takkesiz durulmuyor vs. Kendisi de camiye gidip gelirken -şapka kanununa rağmen- devetüyü rengi keçe takke üzerine sardığı a(ğ)bânî sarığını hiç çıkartmıyor.
Aile son derece dinine diyanetine bağlıdır; gece büyükler teheccüde kalkıyor. Sabah namazına kadar her kesin elinde mushafı bildiği kadar kelam-ı kadimi tertil ediyor. Ali Baba’nın görevi ise Konya Merkez İmam Hatip’in yanındaki Kadı İzzeddin ya da diğer adıyla Karpuzoğlu Cami’ne gitmek ve aynı zamanda kapı komşusu olan Ali Uca Hocaefendi ve cemaat gelmeden camiyi açmak. Ali Baba sabah namazına giderken ucuna hususi demir çakılmış bastonuyla kaldırımlara sert sert vurarak gidiyor, demir pencereli bir evin yanından geçiyorsa da bastonuyla pencerenin demirlerine sürtüyor ve kendi dilince mahalleliyi namaza kaldırıyor. Bu gün olsa pek çoğumuz için kavga ya da karakolluk olma sebebi olacak bu hadise o gün bütün mahalleli tarafından iyi niyetle hatta tebessümle karşılanıyor. İsterseniz dahasını da söyleyelim: Konya’da o tarihte bunlar yaşanırken mübadeleden öncesi Sille’sinde bazı Rumlar sabah ezanı okunduğu halde komşusunun ışığı yanmamışsa, penceresini hafifçe tıklatıp, “bre ne uyursunuz ezan okundu!” derlermiş. Kısaca o yıllar, gayr-i müslimin bile Müslüman komşusunun ahiretini düşündüğü bir kültürün izlerini taşımaktadır.
Ali Baba’nın çocuklarla ilişkisini ise çocukların yaklaşımı belirliyor: Eğer şeker için gelirlerse onlar için hususi olarak cebinde depoladığı “sorma şeker”le ödüllendiriliyorlar, yok muziplikleri tutar da “Ali Baba tin tin sakalına bindin” şeklinde kızdırmaya kalkarlarsa bu sefer o çok işlevli bastonuyla karşılaşıyorlar ki bu da çocuklar için bir tür oyun demek oluyor.
Çocuklarla olan bu ilişki biçimi, onların aileleriyle de bir başka boyutta devam ediyor. Onun mahalleliyle olan ilişkisi o kadar farklıdır ki olur da mahalle kadınları cami temizliğine icabet etmezlerse iştirak ettikleri ilk kandil namazı çıkışı Ali Baba tarafından kapı üzerlerine kitleniyor, cami temizliğine geleceklerine dair yeminli billahlı sözlerden sonra ancak evlere gidiliyor. İstisnasız hepsi ertesi gün söz verdikleri gibi geliyor, Ali Baba da onların Allah’ın evine yaptıkları bu hizmetten dolayı onlara etli ekmek ikram ediyor. Böylece mübarek aya mahalleli olarak neşe ve huzur içinde girilir. O yıllar mahallenin büyük bir aile olduğu, herkesin bir birinin hastasında sağında, düğününde cenazesinde bulunduğu yıllardır. Her komşu diğerinden kendisini sorumlu bilmektedir. Ali Baba onlar için sadece Babacan ailesinin büyüğü değil, mahallenin de büyüğüdür. Ahiret trenine binmiş bu ihtiyarla mahalleli arasında karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı bir anlaşma vardır: O mahallenin Ali Baba’sıdır.
Onun bir diğer görevi de cami bahçedeki yatır olan Kadı İzzeddin’in türbesini de düzenli olarak temizlemektir. Rahmetli Muammer Erden Hoca’nın anlattığına göre bir gün caminin hücresinde Ali Uca Hocaefendi’den ders okudukları bir esnada Ali Baba eli ayağı titrer bir vaziyette içeriye girer ve yatırı kast ederek “hoca bu beni çarptı” der. Uca Hocaefendi, son derece rahat bir şekilde: “Sen de doğru duraydın Ali Baba” der. Olayın detayları sonradan anlaşılır ki Ali Baba aynı zamanda caminin odunluğu olarak kullanılan kabrin bakımını, cila işini bir ara ihmal eder. İçeri girdiğinde yatır olan zat, “beni niye ihmal ediyorsun!” diyerekten Ali Baba’yı korkutacak şekilde kuvvetlice duvara çarpıverir. Hadisenin sebebi ve sonucu bundan ibarettir.
Ali Baba’nın bir diğer güzel hasleti ise bulunduğu mahalleden kilometrelerce uzakta, Siile yolu üzerinde, yoldan geçenlerin içmesi için koyduğu su sebillerine her Allah’ın günü merkep sırtında tatlı su taşımasıdır. Bir de velisi olmayan gariban İmam Hatip Okulu öğrencilerine veli olmaktır. Kayıt için kaç kişiye veli olduğunu kendisi de bilmez. Bu arada ailenin en çok haz duyduğu şey; İmam Hatip parasız yatılıda kalan hafız çocukları evlerinde misafir edip çamaşırlarını yıkamak, karınlarını doyurmaktır. Bu gelenek babadan oğula geçmiş, dedem rahmetli de Kur’an okuyuşunu beğendiği, köyden gelmiş kalacak yeri olmayan hafız çocukları evinde misafir etmiştir. Bu aile için hafız bir çocuğun ihtiyacını görmek, ona aile sıcaklığını yaşatmak bu hayattaki en büyük mutluluk ve şereftir.
Ali baba hasta döşeğinde ateşler içindedir. Allah’ın evine hizmet görevini oğlu Mustafa Babacan’a tevdi eder. Dünyaya dair ara vermediği tek şey namazdır. Çok geçmez, emr-i Hak vâki olur. Yalnız yerine getirilmesi gereken zarif bir vasiyeti vardır. Hayattayken kabrine sapma olarak konulacak kerpiçleri elleriyle dökmüştür. Bu kerpiçler bir ömür boyu camiden biriktirdiği tozlardan yaptığı kerpiçlerdir…
Kerpiçler mizanına konsun Ali Baba. Ruhuna Fâtiha.