Bugün herkes Ak Parti'de hafta sonu gerçekleştirilen temayülü yazacak çizecek...
***
Bizden de böyle bir yazı beklenebilir...
***
Herkesin yazdığı zaman değil, kimsenin yazamadığı zaman yazmayı seviyoruz... Temayül sonuçlarının değerlendirilmesi için erken bir süre bana göre...
***
Alınan sonuçları içinde bulunduğumuz haftaya iyice bir yaydıktan sonra, daha rahat ve işin perde arkası daha net görülecek şekilde yazarız inşallah...
***
Toz duman içinden ilk duyulan ses neticeyi belli etmez... Tecrübe ile sabittir... Biraz zaman lazım bu temayülün kime yaradığını görmek için...
***
Gelelim bugünkü konumuza... Mustafa Gündoğar ve Mustafa Bacak kardeşlerimizle etrafımızda bulunan kimi kerpiçten kim izbe diye tabir edilen evlerde yaşayan birkaç mülteci aileyi ziyaret ettik...
***
Sözcüklerin bittiği yerler bunlar...
***
Yardımlarda bir koordinasyon eksikliği olduğu aşikar... İyi niyetli birkaç vakfın üzerinde kalmış bu iş... Yetişemiyorlar...
***
Yardım yapacak çok... Gonya tabiriyle; “Baş tutan yok”
***
Mahallerdeki kıt kanaat yaşayan Konyalılar bağırlarına basmışlar muhacirleri... Güçleri yettiğince, ekmeklerini bölüp, çeyizlik yorganlarını çıkartıp veriyorlar...
***
Evlerin birinde yaşlı bir Halepli gördüm... Yüzünde savaşın ve yılların yorgunluğu istirahat ediyordu sanki...
***
Acıklı bir Arap ezgisi dinliyor, gözleri çok ötelerde, Halep'in, Şam'ın iyi günlerini anıyor ya da arıyor gibiydi...
***
Zihnimizde, Osmanlı tarihinden hüzünlü bir sahne canlandı...
***
Yıldırım Bayezid Han’ın en sevdiği oğlu Ertuğrul, Sivas’da vali olarak bulunuyordu...
***
Timur Han bütün İran’ı ele geçirip bir kasırga gibi Doğu Anadolu’ya girdi... Osmanlı Devleti’nin o zamanki en uzak noktası Sivas idi...
***
Timur, hızla Sivas’ı kuşattı ve teslim olmasını istedi... Fakat şehrin kumandanı olan Ertuğrul bunu reddedince şiddetli bir kuşatma başladı...
***
İçeriden elde ettiği adamları, şehrin kapılarını gizlice Timur askerine açınca, Sivas Timur’un eline geçti... Ertuğrul ise bir avuç askeriyle çarpışa çarpışa şehid oldu...
***
Bu haber Yıldırım’a ulaşınca acılar içinde kaldı... Bir yandan Ertuğrul gibi bir oğul, diğer yandan Sivas gibi bir kalenin kaybı onu çok sarstı... Bu yüzden efkar dağıtmak için arasıra Uludağ sırtlarına doğru gezintiye çıkıyordu...
***
Yine bir gün yanında veziri olduğu halde dağ eteklerine çıkmıştı. Biraz sonra, koyunlarını otlağa salmış, sırtını bir ağaca yaslamış bir çobanın, kavalıyla içli havalar çaldığını duydular ve oraya yöneldiler...
***
Bir müddet gözyaşları içinde onu dinledikten sonra Yıldırım Bayezid Han; “Çal çoban çal... Keyif de senin, rahat da senin... Kaybettiğin neyin var ki... Sivas gibi kalen mi gitti, Ertuğrul gibi oğlun mu gitti? ”
***
Halep gitti, Şam gitti peşinde nice can gitti...
***
Siyaset, temayül, seçim, geçim gelir geçer... Ahrete azık hazırlamak lazım... Muhacire, Ensar lazım...