Oldukça yoğun ve hareketli bir Eylül ayından sonra, içinde genel olarak güzelliklerin ve olumlu gelişmelerin yaşanması arzulanan Ekim ayının içindeyiz.
Geçtiğimiz ay Ülkemiz için çok önemli sınavlar peş peşe verilmiş oldu. Bunların ilki Referandum oldu. İkincisi ise açıklanan büyüme rakamları oldu. Dikkatimi çeken gelişme ise yıllardır AB için yapılan çalışmaların ve uğraşların halen AB’li taraflar açısından görülmüyor olması. Bu konuda son bölümde fikir ve düşünceleri paylaşacağız ancak önce güzelliklerden bahsetmek istiyorum.
Evet, Türkiye 12 Eylül 2010 ‘da sandık başında çok önemli bir sınav verdi.
Ve bu sınavdan EVET çıkarak bir nevi Türkiye’nin istikrarı sağlanmış öne açılmış oldu. Siyasiler bunu her ne kadar kendilerince yorumlasalar da ortada bir gerçek var ki oda; bu ülke insanının ülkesine olan güven duygusunun sınanmasıydı ve bu gerçekten başarı ile sonuçlandı. Şimdi bu köşede Anayasa değişikliklerini tek tek anlatacak değilim, ancak anlamamız gereken bir husus varsa o da bu oylama ile Türkiye’nin “Dosta güven, düşmana korku verdiğidir”. Bugün gerek piyasalara gerek sektörlerdeki hareketlere baktığımızda EVET sonrası yaşanan gelişmeleri görmemiz mümkün oluyor. Hatta ŞEHİR ekimizin bu sayısının hazırlama sürecinde birebir görüştüğümüz firmalardaki ortak ifade EVET sonrası işlerinin hareketlilik kazandığı yönünde oldu. Benim asıl beklentim bu EVET’in sınırlarımız dışında yer alan tüm ülkelerde bize kazandıracaklarını hep birlikte yaşamak olacak. Bu ve bundan sonrada yapılacak çalışmalar hiç şüphesiz bu doğrultuda olacaktır. Bu nedende verilen EVET kararının ülkemizin her köşesinden en ortasına kadar hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.
• • •
Referandum sonrası şüphesiz ilk sevindirici haber Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ten geldi. Çünkü Türkiye İstatistik Kurumu, yılın ikinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre gayri safi yurtiçi hasılanın sabit fiyatlarla yüzde 10,3 arttığını açıkladı ve Türkiye ekonomisi yılın ikinci çeyreğinde yüzde 10.3 büyüyerek beklentileri aşmış oldu. Ekonomi üst üste 3 çeyrektir büyüyerek, kriz öncesine geri dönerken, iç talepteki canlanmanın sürmesi ve yatırımlardaki hızlanma, büyümenin yüksek çıkmasında etkili oldu. 2010 için yüzde 5.5’lik büyüme ise garantilenmiş oldu.
Özellikle iç talepteki canlanmanın devam etmesi, özel sektör tüketim ve toplam yatırım harcamalarındaki hızlanma, beklentilerin üzerinde gelen büyümede etkili olduğunun göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla bu gelişme ekonomi cephesini geleceğe daha bi umutla bakmaya ve ona göre yatırım yapmaya zorlayıcı etken oluyor.
Bunlar ülkemiz için güzel gelişmeler çünkü bu ülkede “Artar, devam eder, asla düşmez” denilen işsizlik verileri bile düşüş yaşıyor. Gazetemiz başta olmak üzere verilen elaman ilanlarına baktığımız zaman firmaların çalışan insan bulmakta zorlanması sanırım durumu daha açık ortaya koyuyor. Onun için bu gelişmelerin geneline baktığımızda ekonomik verilerin düzelmesi her kesime katkı sağlıyor diye düşünüyorum.
• • •
Son olarak dikkatimi çeken bir konu ise Avrupa Birliği konusunda ülkemize yapılmaya devam eden adaletsizliklerin halen devam etmesi. Ancak bu konuda ülkemizin tek olmadığını görmemiz de mümkün. Başka bir deyişle Avrupa'da ismi sıklıkla zikredilen ve Brüksel'i zorlayan dört ülke; İzlanda, Norveç ve İsviçre ile Türkiye olarak dikkat çekiyor.
Bilindiği gibi ekonomik kriz baş göstermeden önce Avrupa Birliği özellikle ekonomi sahasında bir çekim merkezi görevi görüyordu. AB’nin yakın ve uzak çevresinde yer alan ülkeler AB’ye üye olmak veya ayrıcalıklı bir ilişkiye sahip olmak için Brüksel’e en deneyimli diplomatlarını veya Brüksel’de varlık gösteren en iyi lobileri devreye sokmak suretiyle kazançlarını artırmaya çalışıyordu. Ancak bugünkü tabloya baktığımız zaman durum çok daha farklı bir hal almaya başladı.
Öyle ki yukarda saydığım dört ülkeden ikisi–Türkiye ve İzlanda- AB ile müzakere ederken İsviçre aktif tarafsızlığını korumaya Norveç ise iki referandum ile AB’ye katılmama kararının ardında duruyor. Ne var ki Norveç ve İzlanda Schengen ve Avrupa Ekonomik Alanı üyeleri olarak insan, mal, para ve hizmetlerin serbest dolaşımı hakkına sahip iken İsviçre karşılıklı antlaşmalarla AB ile münasebetlerini sürdürüyor. Türkiye AB üyesi olmamakla birlikte gümrük birliği içinde iken Avrupa Ekonomik Alanı’nın dışında tutuluyor. Türkiye’nin gümrük birliğinde olması her ne kadar ilk yıllarda bir zafer olarak gösterildiyse de bugün bunun Türkiye’nin avantajına olmadığı anlaşılıyor. Bunun içindir ki halkın AB’ye desteği yapılan kamuoyu yoklamalarında her geçen gün düşüyor. Türkiye-AB ilişkilerinde “büyünün bozulduğunu” söylemek mümkündür. Türkiye’nin yakın ve uzak komşularıyla ilişkilerini geliştirme politikası yeni ufukların açılmasını sağladı. Balkanlardan Kafkaslara, Kafkaslardan Orta Doğu’ya geniş bir coğrafyada Türkiye varlık göstermeye başladı. Bu defa Batı’da Türkiye’de eksen kayması yaşandığına dair eleştiriler yükselmeye başladı ama bu eleştirilere rağmen Türkiye’nin müzakere süreci hızlanmadı. AB’nin kırk yıldır kapısında beklettiği Türkiye’ye karşı dürüst olduğunu söylemek mümkün mü ?
Bu sorunun cevabını hiç şüphesiz hepimiz biliyoruz ancak benim bildiğim bir şey var ki Ülkemiz ile birlikte yukarda belirttiğim ülkelerin ilk ortak noktaları halklarının AB’ye şüpheyle yaklaşmasıdır.
Gerisi AB düşünsün artık…
Geçtiğimiz ay Ülkemiz için çok önemli sınavlar peş peşe verilmiş oldu. Bunların ilki Referandum oldu. İkincisi ise açıklanan büyüme rakamları oldu. Dikkatimi çeken gelişme ise yıllardır AB için yapılan çalışmaların ve uğraşların halen AB’li taraflar açısından görülmüyor olması. Bu konuda son bölümde fikir ve düşünceleri paylaşacağız ancak önce güzelliklerden bahsetmek istiyorum.
Evet, Türkiye 12 Eylül 2010 ‘da sandık başında çok önemli bir sınav verdi.
Ve bu sınavdan EVET çıkarak bir nevi Türkiye’nin istikrarı sağlanmış öne açılmış oldu. Siyasiler bunu her ne kadar kendilerince yorumlasalar da ortada bir gerçek var ki oda; bu ülke insanının ülkesine olan güven duygusunun sınanmasıydı ve bu gerçekten başarı ile sonuçlandı. Şimdi bu köşede Anayasa değişikliklerini tek tek anlatacak değilim, ancak anlamamız gereken bir husus varsa o da bu oylama ile Türkiye’nin “Dosta güven, düşmana korku verdiğidir”. Bugün gerek piyasalara gerek sektörlerdeki hareketlere baktığımızda EVET sonrası yaşanan gelişmeleri görmemiz mümkün oluyor. Hatta ŞEHİR ekimizin bu sayısının hazırlama sürecinde birebir görüştüğümüz firmalardaki ortak ifade EVET sonrası işlerinin hareketlilik kazandığı yönünde oldu. Benim asıl beklentim bu EVET’in sınırlarımız dışında yer alan tüm ülkelerde bize kazandıracaklarını hep birlikte yaşamak olacak. Bu ve bundan sonrada yapılacak çalışmalar hiç şüphesiz bu doğrultuda olacaktır. Bu nedende verilen EVET kararının ülkemizin her köşesinden en ortasına kadar hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.
• • •
Referandum sonrası şüphesiz ilk sevindirici haber Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ten geldi. Çünkü Türkiye İstatistik Kurumu, yılın ikinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre gayri safi yurtiçi hasılanın sabit fiyatlarla yüzde 10,3 arttığını açıkladı ve Türkiye ekonomisi yılın ikinci çeyreğinde yüzde 10.3 büyüyerek beklentileri aşmış oldu. Ekonomi üst üste 3 çeyrektir büyüyerek, kriz öncesine geri dönerken, iç talepteki canlanmanın sürmesi ve yatırımlardaki hızlanma, büyümenin yüksek çıkmasında etkili oldu. 2010 için yüzde 5.5’lik büyüme ise garantilenmiş oldu.
Özellikle iç talepteki canlanmanın devam etmesi, özel sektör tüketim ve toplam yatırım harcamalarındaki hızlanma, beklentilerin üzerinde gelen büyümede etkili olduğunun göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla bu gelişme ekonomi cephesini geleceğe daha bi umutla bakmaya ve ona göre yatırım yapmaya zorlayıcı etken oluyor.
Bunlar ülkemiz için güzel gelişmeler çünkü bu ülkede “Artar, devam eder, asla düşmez” denilen işsizlik verileri bile düşüş yaşıyor. Gazetemiz başta olmak üzere verilen elaman ilanlarına baktığımız zaman firmaların çalışan insan bulmakta zorlanması sanırım durumu daha açık ortaya koyuyor. Onun için bu gelişmelerin geneline baktığımızda ekonomik verilerin düzelmesi her kesime katkı sağlıyor diye düşünüyorum.
• • •
Son olarak dikkatimi çeken bir konu ise Avrupa Birliği konusunda ülkemize yapılmaya devam eden adaletsizliklerin halen devam etmesi. Ancak bu konuda ülkemizin tek olmadığını görmemiz de mümkün. Başka bir deyişle Avrupa'da ismi sıklıkla zikredilen ve Brüksel'i zorlayan dört ülke; İzlanda, Norveç ve İsviçre ile Türkiye olarak dikkat çekiyor.
Bilindiği gibi ekonomik kriz baş göstermeden önce Avrupa Birliği özellikle ekonomi sahasında bir çekim merkezi görevi görüyordu. AB’nin yakın ve uzak çevresinde yer alan ülkeler AB’ye üye olmak veya ayrıcalıklı bir ilişkiye sahip olmak için Brüksel’e en deneyimli diplomatlarını veya Brüksel’de varlık gösteren en iyi lobileri devreye sokmak suretiyle kazançlarını artırmaya çalışıyordu. Ancak bugünkü tabloya baktığımız zaman durum çok daha farklı bir hal almaya başladı.
Öyle ki yukarda saydığım dört ülkeden ikisi–Türkiye ve İzlanda- AB ile müzakere ederken İsviçre aktif tarafsızlığını korumaya Norveç ise iki referandum ile AB’ye katılmama kararının ardında duruyor. Ne var ki Norveç ve İzlanda Schengen ve Avrupa Ekonomik Alanı üyeleri olarak insan, mal, para ve hizmetlerin serbest dolaşımı hakkına sahip iken İsviçre karşılıklı antlaşmalarla AB ile münasebetlerini sürdürüyor. Türkiye AB üyesi olmamakla birlikte gümrük birliği içinde iken Avrupa Ekonomik Alanı’nın dışında tutuluyor. Türkiye’nin gümrük birliğinde olması her ne kadar ilk yıllarda bir zafer olarak gösterildiyse de bugün bunun Türkiye’nin avantajına olmadığı anlaşılıyor. Bunun içindir ki halkın AB’ye desteği yapılan kamuoyu yoklamalarında her geçen gün düşüyor. Türkiye-AB ilişkilerinde “büyünün bozulduğunu” söylemek mümkündür. Türkiye’nin yakın ve uzak komşularıyla ilişkilerini geliştirme politikası yeni ufukların açılmasını sağladı. Balkanlardan Kafkaslara, Kafkaslardan Orta Doğu’ya geniş bir coğrafyada Türkiye varlık göstermeye başladı. Bu defa Batı’da Türkiye’de eksen kayması yaşandığına dair eleştiriler yükselmeye başladı ama bu eleştirilere rağmen Türkiye’nin müzakere süreci hızlanmadı. AB’nin kırk yıldır kapısında beklettiği Türkiye’ye karşı dürüst olduğunu söylemek mümkün mü ?
Bu sorunun cevabını hiç şüphesiz hepimiz biliyoruz ancak benim bildiğim bir şey var ki Ülkemiz ile birlikte yukarda belirttiğim ülkelerin ilk ortak noktaları halklarının AB’ye şüpheyle yaklaşmasıdır.
Gerisi AB düşünsün artık…