Büyükbaşların Anlam Krizi Ve Kabuklar

Hüzeyme Yeşim Koçak

İster çok okusun, âlim geçinsin, ister seyyah olup daldan dala kuş gibi gezsin, dünyayı anlamlandırmamız da bakış açımız önemlidir.

Hz. Mevlânâ Mesnevi’sinde bize bambaşka manalarla ufuk açar.

“Nice kişiler vardır ki” der “bulundukları memleketten uzaklara, ta Şam’a, Irak’a kadar gitmişlerdir. Fakat kendi gönüllerindeki küfür ve nifakı da oraya taşıdıkları için, gittikleri yerlerde küfür ve nifaktan başka bir şey görmemişlerdir!

Çok kimse vardır ki, ticaret maksadı ile Hindistan’a, Herat’a kadar gitmiş, orada alışverişten başka bir şey görmemişlerdir!(..)

Gezip dolanan kişi renkten, kokudan başka bir şey görmezse, yani gördüklerinin dış yüzünde kalırsa, isterse bütün dünyayı dolaşsın, hep bunu görür: Kendi nasılsa her tarafı öyle görür!

Mesela öküzün biri, ansızın Bağdat’a gelir ve şehri bir baştan öbür başına kadar dolaşır.

Bağdat şehrindeki hoşlandığı nimetlerden yalnız kavun, karpuz kabuklarını görür!

Öküzle eşeğin seyrine layık olan şey, ya yola dökülen samandır yahut yolların kenarında biten çayır çimendir.

Kurumuş, kadidi olmuş et parçası gibi tabiat mıhına asılıp kalmış kişinin canı, sebeplere bağlanmıştır; bundan ötesini göremez!(…) “Allah’ın geniş yeryüzü her ân suret değiştirir, mevsimler oluşturur!

Şekilden şekle giren ruh, yaşadığı o geniş yeryüzünde yeniden yeniye, apaçık başka bir âlem görür!

Fakat sen bir sıfata bürünür de donar kalırsan, bulunduğun yer cennet olsa, orada cennet ırmakları aksa, orası sana kupkuru, çirkin bir ova gibi görünür! Onun için bir yere yapışıp kalmama, daima ileri doğru gitmek ve yaşadığı günü bir gün evvelinden daha iyi yaşamak, kemâle ulaşmanın gereğidir.( Cevâhir-i Mesnevîyye I, Şefik Can, Ötüken Yayınları, 2001, s. 299)

İçimizdeki hayvanat nereye bakar, gözünün uzandığı ve içine aldığı cazibe merkezleri neresi olmaktadır. Binbir hevesle eşyanın kollarına mı atılmaktadır?

Hz. Mevlâna’nın misalindeki hayvancağıza belki de bühtan ederiz. Mesela o muhtemelen hayranlıkla (hızlı) trene bakmaktadır ve masumdur. Oysa biz nice tren kazalarının, hayat çarpmalarının, amansız süratin altında kalacağızdır.

İdraki, basireti engelleyip çeviren, yolu saptıran bir sürü ayartıcı, tuzak vardır.

Kişinin anlayışına göre dünya görüşü, sevdası kabuklar da değişmektedir.

Herhalde kimilerini yöneten, şehirleri ülkeleri yaşanılan şartları berbatlaştıran deriinn görüşlü kan(at)ma ustası büyükbaşların sayısı zannedildiğinden fazladır ve kuru başları vücutları safi kabuk bağlamıştır. Mesuliyetleri, yanılgı katsayıları, aradıkları buldukları mânâ, müsebbip oldukları sorunlar da devasadır.

Acaba yeryüzünü nasıl bir b(akışla) algılamakta; uhrevî, ikinci bir âlemde yer alma meselesini nasıl yorumlamaktadırlar. Yoksa kabuktan kabuğa gezmekte ve yığınak mı yapmaktadırlar?

Dahası hangi böceğin kabuğunu kuşanmışlardır?

Dünya kabuğunu görüp, çekirdeğini fark etmeyen ünlü yazar Virginia Woolf da kabuklara takılır, ama sonunda çıkış yolu bulamayıp, intihar edecektir:

“Bütün sahil kasabalarında olduğu gibi her taraf balık kokuyordu. Oyuncakçılar vernikli, sert ama yine de kırılgan deniz kabuklarıyla doluydu. Yöre halkının bile kabuksu bir görünümü vardı –sanki içlerindeki hayvan iğneyle çıkarılmış da yalnızca kabuktan ibaret kalmışlar gibi manasız bir halleri vardı. Volta atan ihtiyar adamlar kabuklardı. Tozlukları, jokey pantolonları, casus gözlükleri onları oyuncağa çeviriyordu adeta. Fotoğraf çerçevelerinin ve aynalarının etraflarına yapıştırılan deniz kabukları denizin derinliklerinde ne derece uzanabilirse, onlar da ancak o kadar gerçek denizciler ve sporcular olabilirlerdi. Kadınlar da, o pantolonları ve küçük yüksek topuklu çizmeleri ve hasır çantaları ve inci kolyeleriyle, sabahları evlerinin alışverişini yapmaya çıkmış gerçek kadınların kabukları gibiydiler.”(Virginia Woolf, Bütün Öyküleri, Haz: Susan Dick, Çeviri: Deniz Arslan, Timaş, İstanbul 2013, sh. 447)

Kabuk adamlar ve kabuk kadınlarla çok işimiz uğraşımız var.

Ve en mühimi bize bakan ne görecek; geriye ne bırakacağız, gözlerimizi kapatan kabuk gözlüklerden, kat kat perdelerden ne vakit kurtulacağız.

Yoksa biteviye, kabuklardan üst üste mezarlar mı yapacağız?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.