Bizim herhalde en temel meselelerimizden biri de, söylemle eylemlerimizin birbirini tutmaması, tatbikat meselesi. Hatta bir açıdan bakıldığında müminin yegâne derdi.
Bilginin, akîdenin ete kemiğe büründürülmesi, tutarlılık, denge önemli bir sorun.
Çünkü artık öyle oluyor ki, inanç da, din de; şahsî menfaatlere, siyasî çıkarlara, sırf bu dünyaya bağlı ve maddî âlemle geçerli, müntesiplerince büyük zikzakları, gelgitleri bulunan, güvenirliği kaybedilebilecek bir alan.
Dünya saldırılarıyla, içsel yozlaşmalarla, esasen inancı etkisizleştirdiğimiz, İlâhî Davet’i güçsüzleştirip işlevsizleştirdiğimiz bir oyunbazlık.
Ama muktedirseniz, güçlüyseniz bütün kusurlar, hatalar affedildiği mazur görüldüğü gibi; lehinize yazılıyor, size yakıştırılıyor ve daha ileri noktalara uzanması için muazzam bir dalga meydana getiriliyor.
Tarih zaman, kurallar, gelenek hepsi çarpıtılıp, esnetiliyor. Hikâye tekrar yazılıyor. Şakşakçılar, dalkavuklar, popüler tacirler, envai çeşit bezirgânlar, yapay aydınlar korosu; bu balonsu, yalan dünyanın çığırtkanları ve piyonları.
…
Ak Saray, biz hep geçmişteki yanılgılarla meşgul edildiğimiz için kamuoyunda pek tartışılmadı. “Azametin, büyüklüğümüzün simgesi” gibi sözlerle savunulmaya, halka hazmettirilmeye çalışıldı.
En azından bir çifte standart mevcut. “Bize her şey lâyık ve mubahtır” gibi de bir netice.
Bir kadın yazar ve benzerleri, Asrın Liderine, Dünya Liderine “bir kuru sarayı çok gördüler” diye; daha öte, üst tüketimlere, çılgınlıklara yol veren, hoşgörülü yazılar kaleme aldı mesela.
Hâlbuki “Kuru Saray”; Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan’ın verdiği bilgilere göre, bodrumla birlikte binlerce oda.
“Candan, Ak Saray’ın yer üstündeki dört katında 2000 odasının bulunduğunu” söylüyor. “Bina yer üstünde dört katlı yer altında dört katlı olmak üzere 8 kattan oluşuyor. Yer üstünde üç bloktan oluşan yapıda, idari bina olarak ifade edilen iki blokta 750 odadan 1500 oda, ana bina olarak ifade edilen blokta 500 oda var.”
Candan’a göre, saray maliyetini açıklanandan daha fazla. “Sadece Kaçak Saray’a giden yolun maliyeti toplam 60 milyon”.
…
Malûm hepimiz dindarız; lüks ihtişamlı yapılara, mekânlara falan hapsolmayız sığmayız, avuç açmayız.
Ötelere hasret, göklerin sesine kulak verir, üzerimizde kıl kadar dünyalık taşımaz, daima halka ve Hakka hizmet peşinde ömür tüketir, yiğitçe koşarız:
Öyleyse dinî bir kıssa son sözü söylesin: Hikâye bir Bilgeden, Shems Frıedlander’den.
“Büyük İskender ölürken yanına tabiplerini çağırtmış. Genç yaşında dünyayı fethetmiş olan bu adam tabiplerine yalvarmış:
“Herhangi biriniz annemi tekrar görecek kadar hayatımı uzatabilirse krallığımın, yani dünyanın yarısını ona veririm!”
Tabipler bir kenara çekilip müzakereye başlamışlar. Bir müddet sonra da gelerek demişler ki, “Efendim, bize bütün mülkünüzü bile verseniz hiç bir kimse sizi mukadder olandan bir nefes fazla yaşayamaz.”
Bu hükmü duyan İskender, kendisini kaderine terk etmiş, ertesi gün cenaze merasiminde, tabutunun kapağının açık bırakılmasını ve boş ellerinin de sanki dua eder gibi yukarıya bakar şekilde ve tabutun iki yanından avuçlarını gösterir halde sarkıtılması talimatını vermiş ki herkes bilinen dünyanın bütünüyle fethini yaşamış o koca İskender’in şimdi elleri bomboş gittiğini görsün.”