Büyük Doğum Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)

Muzaffer Dereli
Yıl 571. Doğum sancıları çekmekte gökyüzü.
Sevinç gözyaşları dökmekte yeryüzü…
Meleklerde ayrı bir sürûr…
Zaman çatırdıyor, çatlamak üzere…
Âlemlerin en güzel doğumuna…
Azıcık bir andı durduran…
İşte böylesine bir doğumun arefesinde, Ebrehe ordusuyla geliyordu Mekke’ye. İhtişam, gurur, kibir alabildiğince… Burnundan soluklanıyordu Fil’lerin komutanı. Yıkacaktı, yerle bir edecekti Kâbe-i Muazzama’yı. Yağmalıyordu Arapların mallarını…
Bir ara karşısına dikilen, Büyük Doğum’un atası ve Mekke’nin reisi, Abdülmuttalib idi. O, yağmalanan develerini isteyince kendisinden;
“Ne kadar da küçüldün gözümde! Ben de senin Kâbe için yalvaracağını sanmıştım,” demişti.
Dede Abdülmuttalib inancından emîn ve kararlılık içerisinde;
“Ben develerin sahibiyim ve onları istiyorum. Kâbe’nin sahibi de Allah’tır. O, Beyt’ini korur” demişti.
Hücum emrine bir türlü uymayan Fil, orduyu ve bütün planları altüst edivermişti. Çünkü onun da sahibi Allah’tı, Celle Celâlühü. Sonra da hiç görülmemiş sürü sürü kuşlar ve attıkları kurşunlar… Daha sonra “yenilmiş bir ekin yaprağı” oluvermişti koskoca ordu.
Ezberlemişti bu hadiseyi bütün topluluklar. Senenin adı artık, Fîl Senesi olmuştu.
* * *
Sancıları iyice artmıştı Büyük Doğum’un. Sayılıydı günler. Sadece elli gün…
Evet, Fîl olayından elli gün sonraydı. Babanın göçtüğü, dedenin gözettiği o kutlu evde bir dalgalanma vardı. Sevinç rüzgârları esiyordu. Çünkü, “Muhammed” (s.a.v) geliyordu.
Muhammed! Yer ve gökler bu isme hasret!
Muhammed! Adıyla hatırlanır Hakk’a hamdetmek…
Muhammed! “Yerde insanlar, gökte melekler övsün” diye söylendi Muhammed!
Onadır binlerce salât ve selâm…
Sallallahü Aleyhi ve Sellem!
İNSANLIĞIN BİRİNCİSİ
Rebîü’l-Evvel ayı, nisanın yirmisi,
Doğmuştu yerler ve göklerin bir incisi,
O güzeldi ki, insanlığın birincisi,
Allah’ın Habîbî, kulların en iyisi.

Babası Abdullah, Âmineydi annesi,
Görenler sanırdı ki, o bir gül destesi,
Bir seher vaktiydi, günlerden pazartesi,
O gündü alemler Rabb’ına ilk secdesi.

Almıştı kucağına, götürmüştü Dedesi,
Çoktandır bekliyordu Allah’ın Kâbesi,
Ulaşacaktı kutlu mekândan duâsı,
Şifa bulacaktı Beytullah’ın yarası.

Meleklerdi intizar edip gözetleyen,
Putların yıkılacağı ânı bekleyen,
Tevhid sadâsını candan duymak isteyen,
Cebrail’di ilk vahye hazırlık eyleyen.

İşte o gün doğmuştu Ahmed’in yıldızı,
Tutmuştu Yahudîleri içli bir sızı,
Artık kesilecekti, şirkle küfrün sözü,
Gerçeği görecekti, insanlığın gözü.

Şimdi gelenler vardı Benî Sa’d yurdundan,
Haber bekleniyordu yeni doğumlardan,
Hepsi de almıştı varlıklı olanlardan,
Kim isterdi ki, babadan yoksul olandan.

Eli boş gitmek istemiyordu Halîme,
Tevekkülle kucak açmıştı bu yetîme,
Hayran olmuştu görünce gül cemaline,
Kaptırmıştı kendini gülümsemesine.

Bindirince Halîme cılız merkebine,
Bakakalmıştı sür’atlice gidişine,
Geçmişti kabîlesinin kadınlarını,
Artırmıştı bu hal, onların kıskancını.

Dolakalmıştı göğsü sütle Halîme’nin,
Hem de koyunlarıyla o zayıf devenin,
Doyuvermişti karınları her birinin,
Anlamışlardı kıymetini Muhammedin…

Vakit tamam olduğu an gelmişti Cibrîl,
Artık kuduracaktı nice Ebu Cehil,
Îmana koşacaktı Ammarlar, Bilâller,
Güç yetiremeyecekti Ebu Lehebler…

Şimdi kan kokan eller, şefkat doluyordu,
Taşlaşan kalpler artık, rahmet sunuyordu,
Zalimlerin kılıcı kesmez oluyordu,
Diller coşkuyla “Allahü Ekber” diyordu.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.