Güncel olaylar yazı serisi
Bir taraftan fert başına milli gelirimizin 12.000 dolara çıktığını göğsümüzü gere gere ilan ederken, diğer taraftan 21. asırda, AB’nin kapısını tıklatıp yıllardır; “Ne olur bizi de alın diye yalvarırken…” ortaya çıkan bir olay söylenenlerin bir avutma olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Malumunuzdur ki bir evde yaşanan bir olay önce aile reisini ilzam eder, sonra da ülke yöneticilerini… Ülkemizde her şeyden sorumlu olanlar, önce o ülke idarecileridir. Zira aldıkları kararlarla ya ülkeyi abat (imar) ederler veya berbat (millet işsiz ve fakir kalır)… Biz de bu yazımızda o meşhur ifade ile “Yöneticimiz uyuyor mu?” diyeceğiz, hata ve sevaplarının üstüne gideceğiz.
Hazreti Ömer (r.a) kendisi Medine’de devlet merkezinde Halife (emir) olarak otururken bunun ızdırabını çekmiş ve “Fırat kenarında aşırsa bir kurt bir koyunu, yarın adl-i İlahi gelir de sorar Ömer’den onu.” diyerek hem taşıdığı yükün ağırlığını ve hem de bu yükün sorumluluğunun büyüklüğünü vurgulamaya çalışmıştır.
Maşallah(!) bizimkiler gayet pişkin bir eda ile “Ne olmuş efendim. Böyle olaylar her devirde olmaktadır” demekle kendilerini kurtarabileceklerini mi zannediyorlar?
Evet… Her devir de yaşanan ve birbirine benzeyen bir takım olaylar olabilir ama ya açlıktan ölme olayı… “Açlıktan ölen bir insanın katili o beldede, o ülkede bulunan her kestir” hükmü… Bu hükmü boynumuzdan nasıl kaldıracağız?
AÇLIKTAN ÖLENLER ÜLKESİ
2010 yılı ocak ayı başında Samsun'un Tekkeköy İlçesi Cumhuriyet Mahallesi'nde Necla (25) ve Murat Bakırcı (26) çiftinin 2,5 aylık bebekleri Kübra Bakırcı, rahatsızlanır ve Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi'ne kaldırılır. Sürekli ağlayan bebeği muayene eden doktorlar, yaptıkları tüm müdahaleye rağmen Kübra Bakırcı'yı kurtaramazlar. Yapılan ilk belirlemelere göre bebeğin beslenme yetersizliğinden öldüğü tespit edilir.
Bebeğin ölümünün şüpheli bulunması üzerine, anne ve baba ifadelerinde; “Ekmek parası bile bulmakta zorluk çektiklerini…” belirterek; "2,5 yıl önce 5,5 yaşındayken kızları Kumru'yu kaybettiklerini şimdi de Kübra’nın açlıktan öldüğünü söylerler. “Şimdi 2 çocuğumuz daha var. Onlar da açlar. Ancak ekmek almaya paramız yok" derler.
Çoğu zaman komşularının verdiği yemekle karınlarını doyurmaya çalıştıklarını da söyleyen anne Bakırcı ise "Sütüm yok. Çayla insanın sütü olur mu? İki günden beri tenceremde yemek yok. Komşularım bir tabak yemek getirecek de çocuklarım yiyecek" diyerek yaşadıkları acı hayatı anlatmaya çalışır.
Eşinin anlattıklarını çaresizlik içerisinde dinleyen ve kendisinin de 2008 yılında üzerine vinç düşmesi sonucu sağ ayağının bilekten aşağısının koptuğunu söyleyen Murat Bakırcı, "Bu yüzden çalışamıyorum. Çalışamadığım için evime ekmek getiremiyorum” der. Murat Bakırcı, bu sözlerinin ardından da gözyaşlarına hâkim olamaz ve ağlamaya başlar. Gözü yaşlı baba, evdeki içi boş buzdolabını gösterir.
BU BİR YANGININ HABERCİSİDİR
“Koskoca bir ormanı, bir küçük kibrit yakar.” Kimse bu olayı mevzi (yerel) bir olay zannetmesin. Göreceksiniz ki bunun arkasından daha birçok olaylar zuhur edecektir. Nitekim eskiden sadece geceleri yapılan “çöpten ekmek toplama işleri” dikkat ediyor musunuz şimdilerde artık gündüzleri de yapılır hale gelmiştir. Hırsızlık, soygun, kap – kaç artmış, artık sokağa çıkmaya cesaret edemez hale gelmiş bulunmaktayız.
Bu ülkede işsizliğin yüzde 13 olması gibi rakamlar tamamen uydurmadır. Düşünebiliyor musunuz(!)? İşsizlik hesaplamalarında üç ay içinde 1 saat bile çalışan bir kimseyi, işsiz saymıyor bu rakamlarla karşımıza çıkanlar. Bu gerçeklere göre işsizlik en az yüzde 20-25 civarındadır.
Pahalılık, zamlar, yeni vergiler… Önü alınamayan bir felaket gibi milletimizin evini, hanesini tarumar etmektedir. Kredi kartları bir büyük faciaya dönüşmüş durumda… Memurların yüzde ellisi kredi kartı mağduru olarak karşımızda durmakta, Diyanet İşleri Başkanlığı “Memurlar zekât alabilir” fetvası yayınlamaktadır.
Köylü, çiftçi, besici, üretici, küçük esnaf, sanayici ağır zamlar ve vergilerin altında ezilmekte. Bankaların faizli kredilerinden medet umar hale gelmiş bulunmaktadırlar. Banka kredilerinin de zamanında ödeyemeyen bu “orta direk(!)” sonuçta elinde avucunda kalan tapulu mallarını da icra kanalıyla bankaya terk etmeye mecbur kalmaktadır.
Ayrıca ahlak ve maneviyat tahribi büyük boyutlara ulaşmış, devleti yönetenler bile “içki ve seks hayatın tamamı değildir” diye beyanatlar vermektedirler. Yabancıların eline geçmiş televizyonlarımız, büyük tirajlı gazetelerimizi her gün gençlerimizin ve çocuklarımızın ahlakını dejenere edecek yayınlar yapmakta bir Allah’ın kulu çıkıp ta, “Durun ne yapıyorsunuz?” diyememektedir.
Elinde avucunda bir şey kalmayan, işsizlikte inim inim inleyen halk, bir de iyilik yapma duygusunu bünyesinde barındıran maneviyat yoksunu hale getirilince, işte böyle “açlık ölümleri” de kaçınılmaz hale gelmektedir.
Önümüzde yapılacak seçimler bir dönüm noktası olmalıdır. Seksen senedir devam eden faizci, vergileri fakirden alan, zamları halkın sırtına koyan, AB (Avrupa Birlikçi) liberal ekonomi sahibi insanlar artık bir daha iktidara gelmemelidirler.
İktidara gelir gelmez bütün dar gelirlilere (memur, işçi, çiftçi, köylü, emekli…) “yüzde elliye varan zamlar” verebilecek, devletin iç ve dış borçlanması önleyecek “denk bütçeyi” hazırlayabilecek, ekonomiye hareket ve ivme kazandıracak “havuz sistemini” kurabilecek, “önce ahlak ve maneviyat …” bayrağını en önde taşıyan bir siyasi görüşü iktidara taşımanın zamanı gelmiş ve geçmek üzeredir.
Bir taraftan fert başına milli gelirimizin 12.000 dolara çıktığını göğsümüzü gere gere ilan ederken, diğer taraftan 21. asırda, AB’nin kapısını tıklatıp yıllardır; “Ne olur bizi de alın diye yalvarırken…” ortaya çıkan bir olay söylenenlerin bir avutma olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Malumunuzdur ki bir evde yaşanan bir olay önce aile reisini ilzam eder, sonra da ülke yöneticilerini… Ülkemizde her şeyden sorumlu olanlar, önce o ülke idarecileridir. Zira aldıkları kararlarla ya ülkeyi abat (imar) ederler veya berbat (millet işsiz ve fakir kalır)… Biz de bu yazımızda o meşhur ifade ile “Yöneticimiz uyuyor mu?” diyeceğiz, hata ve sevaplarının üstüne gideceğiz.
Hazreti Ömer (r.a) kendisi Medine’de devlet merkezinde Halife (emir) olarak otururken bunun ızdırabını çekmiş ve “Fırat kenarında aşırsa bir kurt bir koyunu, yarın adl-i İlahi gelir de sorar Ömer’den onu.” diyerek hem taşıdığı yükün ağırlığını ve hem de bu yükün sorumluluğunun büyüklüğünü vurgulamaya çalışmıştır.
Maşallah(!) bizimkiler gayet pişkin bir eda ile “Ne olmuş efendim. Böyle olaylar her devirde olmaktadır” demekle kendilerini kurtarabileceklerini mi zannediyorlar?
Evet… Her devir de yaşanan ve birbirine benzeyen bir takım olaylar olabilir ama ya açlıktan ölme olayı… “Açlıktan ölen bir insanın katili o beldede, o ülkede bulunan her kestir” hükmü… Bu hükmü boynumuzdan nasıl kaldıracağız?
AÇLIKTAN ÖLENLER ÜLKESİ
2010 yılı ocak ayı başında Samsun'un Tekkeköy İlçesi Cumhuriyet Mahallesi'nde Necla (25) ve Murat Bakırcı (26) çiftinin 2,5 aylık bebekleri Kübra Bakırcı, rahatsızlanır ve Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi'ne kaldırılır. Sürekli ağlayan bebeği muayene eden doktorlar, yaptıkları tüm müdahaleye rağmen Kübra Bakırcı'yı kurtaramazlar. Yapılan ilk belirlemelere göre bebeğin beslenme yetersizliğinden öldüğü tespit edilir.
Bebeğin ölümünün şüpheli bulunması üzerine, anne ve baba ifadelerinde; “Ekmek parası bile bulmakta zorluk çektiklerini…” belirterek; "2,5 yıl önce 5,5 yaşındayken kızları Kumru'yu kaybettiklerini şimdi de Kübra’nın açlıktan öldüğünü söylerler. “Şimdi 2 çocuğumuz daha var. Onlar da açlar. Ancak ekmek almaya paramız yok" derler.
Çoğu zaman komşularının verdiği yemekle karınlarını doyurmaya çalıştıklarını da söyleyen anne Bakırcı ise "Sütüm yok. Çayla insanın sütü olur mu? İki günden beri tenceremde yemek yok. Komşularım bir tabak yemek getirecek de çocuklarım yiyecek" diyerek yaşadıkları acı hayatı anlatmaya çalışır.
Eşinin anlattıklarını çaresizlik içerisinde dinleyen ve kendisinin de 2008 yılında üzerine vinç düşmesi sonucu sağ ayağının bilekten aşağısının koptuğunu söyleyen Murat Bakırcı, "Bu yüzden çalışamıyorum. Çalışamadığım için evime ekmek getiremiyorum” der. Murat Bakırcı, bu sözlerinin ardından da gözyaşlarına hâkim olamaz ve ağlamaya başlar. Gözü yaşlı baba, evdeki içi boş buzdolabını gösterir.
BU BİR YANGININ HABERCİSİDİR
“Koskoca bir ormanı, bir küçük kibrit yakar.” Kimse bu olayı mevzi (yerel) bir olay zannetmesin. Göreceksiniz ki bunun arkasından daha birçok olaylar zuhur edecektir. Nitekim eskiden sadece geceleri yapılan “çöpten ekmek toplama işleri” dikkat ediyor musunuz şimdilerde artık gündüzleri de yapılır hale gelmiştir. Hırsızlık, soygun, kap – kaç artmış, artık sokağa çıkmaya cesaret edemez hale gelmiş bulunmaktayız.
Bu ülkede işsizliğin yüzde 13 olması gibi rakamlar tamamen uydurmadır. Düşünebiliyor musunuz(!)? İşsizlik hesaplamalarında üç ay içinde 1 saat bile çalışan bir kimseyi, işsiz saymıyor bu rakamlarla karşımıza çıkanlar. Bu gerçeklere göre işsizlik en az yüzde 20-25 civarındadır.
Pahalılık, zamlar, yeni vergiler… Önü alınamayan bir felaket gibi milletimizin evini, hanesini tarumar etmektedir. Kredi kartları bir büyük faciaya dönüşmüş durumda… Memurların yüzde ellisi kredi kartı mağduru olarak karşımızda durmakta, Diyanet İşleri Başkanlığı “Memurlar zekât alabilir” fetvası yayınlamaktadır.
Köylü, çiftçi, besici, üretici, küçük esnaf, sanayici ağır zamlar ve vergilerin altında ezilmekte. Bankaların faizli kredilerinden medet umar hale gelmiş bulunmaktadırlar. Banka kredilerinin de zamanında ödeyemeyen bu “orta direk(!)” sonuçta elinde avucunda kalan tapulu mallarını da icra kanalıyla bankaya terk etmeye mecbur kalmaktadır.
Ayrıca ahlak ve maneviyat tahribi büyük boyutlara ulaşmış, devleti yönetenler bile “içki ve seks hayatın tamamı değildir” diye beyanatlar vermektedirler. Yabancıların eline geçmiş televizyonlarımız, büyük tirajlı gazetelerimizi her gün gençlerimizin ve çocuklarımızın ahlakını dejenere edecek yayınlar yapmakta bir Allah’ın kulu çıkıp ta, “Durun ne yapıyorsunuz?” diyememektedir.
Elinde avucunda bir şey kalmayan, işsizlikte inim inim inleyen halk, bir de iyilik yapma duygusunu bünyesinde barındıran maneviyat yoksunu hale getirilince, işte böyle “açlık ölümleri” de kaçınılmaz hale gelmektedir.
Önümüzde yapılacak seçimler bir dönüm noktası olmalıdır. Seksen senedir devam eden faizci, vergileri fakirden alan, zamları halkın sırtına koyan, AB (Avrupa Birlikçi) liberal ekonomi sahibi insanlar artık bir daha iktidara gelmemelidirler.
İktidara gelir gelmez bütün dar gelirlilere (memur, işçi, çiftçi, köylü, emekli…) “yüzde elliye varan zamlar” verebilecek, devletin iç ve dış borçlanması önleyecek “denk bütçeyi” hazırlayabilecek, ekonomiye hareket ve ivme kazandıracak “havuz sistemini” kurabilecek, “önce ahlak ve maneviyat …” bayrağını en önde taşıyan bir siyasi görüşü iktidara taşımanın zamanı gelmiş ve geçmek üzeredir.