Nereye gidiyoruz yazı serisi
Bizler çocukken (1960’lı yıllarda) anlatılırdı. “Komünist Rusya’da halkın içerisinde güven duygusu kalmamıştır. İhbar kanalları da açık olduğundan her kes birbirini ihbar eder, bazen kadın kocasını, bazen de koca karısını…” derlerdi. Biz de “Aman, yarabbi. Karı-koca birini ihbar eder mi? Bunlar birbirlerine güvenmeyecek dekim kime güvenecek? Böyle bir yuvada mutluluk olur mu? Böyle bir toplum mutlu olabilir mi?” diye düşünürdük.
21. asra girdiğimiz bu dönemde içinde yaşadığımız toplumumuzun, büyük bir güvensizlik bunalımına doğru hızla yuvarlanıyor olduğunu görmek “acaba biz de güvensizlik duygusu aileye kadar iner mi?” düşüncesini aklımıza getirdi. Daha doğrusu “insanların birbirine karşı güven duygularını kaybetmiş olmaları, toplumda güven bunalımı” şeklinde ortaya çıkacağından, bu toplum artık yaşanabilir bir toplum olmaktan çıkmaz mı? Bu, bizim uçuruma yuvarlamamız ve yok olmamız olmaz mı?
ZORDA KALANLAR PERİŞANDIR
Bir yerden diğer bir yere gitmek için (diyelim ki nöbetçi eczane arayacaksınız) yola çıktınız, bir an önce ilaçları almak ve evinize dönmek istiyorsunuz. Bir gece şehirlerarası bir seyahat yapma lüzumu hissettiniz gelen geçen araca el kaldırıyor ve sizi almalarını istiyorsunuz. Ne kadar sürede bir ehl-i insaf biri durur da sizi arabasına alır ve size yardımcı olabilir? Veya siz aracınızla bir yerden diğer bir yere gidiyorsunuz. Yolda birisinin size el sallayarak kendisini de arabanıza almanızı istediğini gördünüz. Ne yaparsınız?
Hemen kafanızdaki alarm zilleri çalmaya başlamaz mı? Yardıma muhtaç bu adamı arabanıza alabiliyor musunuz? Tabii sizden sonradakiler de aynı şeyi düşünmüş olacaklar ki onların da almadıklarını kabul edin. Yolda araç bekleyen bu insan ne yapmalıdır? Bekleyen siz olsaydınız ne yapardınız? Güvensizlik ortamında yaşamanın ne kadar zor olduğunu gördüğünüzde ağzınızda gayri ihtiyari “insanlık ölmüş” demez misiniz?
Birisine bir emanet veya borç para vermişsinizdir. (Bizim inancımızda borç para vermek, karşılıksız para (sadaka) vermekten daha efdaldir) Emanetin geri getirilmesi için verdiğiniz süre dolmuştur ama emanetiniz bir türlü geri gelmezse… Bir de emanetinizi alabilmek için adamın peşine takılmışsanız, bir daha ki sefere muhtaç biri sizden bir emanet istese bu insana her hangi bir borç para veya emanet verebilir misiniz?
BİR GARİP HİKÂYE
Arabasıyla seyahat eden bir adamın yolu üzerinde, birisinin el kaldırarak “arabasına kendisini de almasını” işaret ettiğini görür.
İyi niyetli bu sürücü el kaldıran adamı almadan gidemez ve yolun sağına yaklaşarak durur ve adamı arabasına kabul eder. Arabaya binen adam aracın arka koltuğunu oturmayı tercih eder ve selam vererek oraya oturur. Araba tekrar yola koyulunca malum konuşmalar da başlar ve arabanın sahibi arkada oturan adama sorar.
Böyle nereden nereye gidiyorsunuz? Siz kimsiniz? Adam da:
“Ben Azrail’im. Senin ruhunu almak için arabana bindim” der.
Arabanın sürücüsü bir kahkaha atarak güler. “Böyle bir şaka için gerçekten çok uygun olmayan bir ortamı seçmişsiniz. Biraz ciddi olamaz mısınız” der. Adam;
“Gayet ciddiyim” der, adam. “İnanmıyorsan 500 metre kadar ileride sana biri el kaldıracak ve sen bu adamı da arabana alacaksın” der.
Aracın sahibi, her ne kadar söylenenlere inanmamışsa da içine bir korku da düşmüştür. Nitekim 500 metre kadar sonra kendisine el kaldıran bir adam görür ve biraz da arka koltukta oturan adamla yalnız kalmamak için ikici adamı da aracına alır.
İkinci adam selam verir ve aracın ön koltuğunda ki sürücünün yanına oturur. Otomobil tekrar hareket eder. Aracın sahibi bu kere yanına aldığı adama, kim olduğunu ve nereye gittiğini sorar. İkinci adam; Adını söyler, nereye gitmekte olduğunu bildirir. Bu adamın söylediklerinde her hangi bir fevkaladelik yoktur.
Aracın sahibi bu sefer yanındaki adama dönerek; “Şu arka koltukta oturan adamı biraz önce yoldan aldım ama adam bana Azrail olduğunu söyledi” der. Ve tekrar güler.
Ön koltukta oturan ikinci adam başını arkaya çevirir ve bakar. Sonra da aracın sahibine dönerek; “Ben arka koltukta kimseyi görmüyorum”
Bu söz üzerine aracın sahibi; “Nasıl görmezsin. İşte arka koltukta oturuyor ya” der.
İkinci adam tekrar başını arkaya çevirir ve ilk söylediği cümleyi tekrarlar ve “Ben kimseyi göremedim”
Bu esnada arkada ki adam söze karışır; “Sana demedim mi, ben Azrail’im, diye. Sen beni görebilirsin, duyabilirsin ama yanındaki adam beni ne görebilir ve nede işitebilir”
Aracın sahibinde şafak atmıştır. Ne yapacağını şaşırmış bir vaziyettedir.
Arka koltukta oturan ilk adam; “Aracını sağa çek ve dur. Bir abdest al ve iki rekât bir namaz kıl. Senin canını namazdan sonra alayım”
Şoför aracını sağa çeker ve durdurur. Aracından inerek abdest almaya gider.
Abdestini alıp geldiğinde bir de ne görsün (!) Aracın yerinde yeller esmektedir. Araba iki açıkgöz tarafından kaçırılmıştır.
OLMASI GEREKEN NEDİR
Görüleceği gibi “güven bunalımı, bir toplumun yok oluşa gitmesi ve ölümü demektir” ifadesi ne kadar doğrudur. Yukarıda hikâyeyi ve benzerlerinden birini duyan bir araç sahibi, yolda kendisine el sallayan bir kimseyi bir daha durup alabilir mi? El sallayan insan zaruret içerisinde kıvransa bile…
Toplumun mutluluğu, o toplumu oluşturan insanların birbirlerine karşı en yüksek güven duyguları taşımalarının sağlanmasındadır. İnsanlar birbirlerinden emin olmalı, birbirlerine sıkıntılı zamanlarında yardımcı olmalıdır. “Bu gün bana yarın sana” kuralı değişmeyeceğine göre her insan bir gün bir sıkıntıya düşebilir ve çevresindeki insanların yardımına ihtiyaç duyabilir. Sıkıntı ve üzüntünler el birliği ile kaldırılır ve mutluluğun devamı sağlanır.
Söylenen bir atasözümüz; “Paylaşılan sevinçler artar, paylaşılan üzüntü ve sıkıntılar azalır” diye bildirmektedir.
Toplumu yönetenler eğer yönettikleri topluma “seçim propagandalarına vaat ettikleri gibi huzur, refah ve mutluluk getireceklerse…” mutlaka toplumdaki “güven bunalımını” ortadan kaldıracak ciddi tedbirler (önlemler) almalıdırlar.
Bizler çocukken (1960’lı yıllarda) anlatılırdı. “Komünist Rusya’da halkın içerisinde güven duygusu kalmamıştır. İhbar kanalları da açık olduğundan her kes birbirini ihbar eder, bazen kadın kocasını, bazen de koca karısını…” derlerdi. Biz de “Aman, yarabbi. Karı-koca birini ihbar eder mi? Bunlar birbirlerine güvenmeyecek dekim kime güvenecek? Böyle bir yuvada mutluluk olur mu? Böyle bir toplum mutlu olabilir mi?” diye düşünürdük.
21. asra girdiğimiz bu dönemde içinde yaşadığımız toplumumuzun, büyük bir güvensizlik bunalımına doğru hızla yuvarlanıyor olduğunu görmek “acaba biz de güvensizlik duygusu aileye kadar iner mi?” düşüncesini aklımıza getirdi. Daha doğrusu “insanların birbirine karşı güven duygularını kaybetmiş olmaları, toplumda güven bunalımı” şeklinde ortaya çıkacağından, bu toplum artık yaşanabilir bir toplum olmaktan çıkmaz mı? Bu, bizim uçuruma yuvarlamamız ve yok olmamız olmaz mı?
ZORDA KALANLAR PERİŞANDIR
Bir yerden diğer bir yere gitmek için (diyelim ki nöbetçi eczane arayacaksınız) yola çıktınız, bir an önce ilaçları almak ve evinize dönmek istiyorsunuz. Bir gece şehirlerarası bir seyahat yapma lüzumu hissettiniz gelen geçen araca el kaldırıyor ve sizi almalarını istiyorsunuz. Ne kadar sürede bir ehl-i insaf biri durur da sizi arabasına alır ve size yardımcı olabilir? Veya siz aracınızla bir yerden diğer bir yere gidiyorsunuz. Yolda birisinin size el sallayarak kendisini de arabanıza almanızı istediğini gördünüz. Ne yaparsınız?
Hemen kafanızdaki alarm zilleri çalmaya başlamaz mı? Yardıma muhtaç bu adamı arabanıza alabiliyor musunuz? Tabii sizden sonradakiler de aynı şeyi düşünmüş olacaklar ki onların da almadıklarını kabul edin. Yolda araç bekleyen bu insan ne yapmalıdır? Bekleyen siz olsaydınız ne yapardınız? Güvensizlik ortamında yaşamanın ne kadar zor olduğunu gördüğünüzde ağzınızda gayri ihtiyari “insanlık ölmüş” demez misiniz?
Birisine bir emanet veya borç para vermişsinizdir. (Bizim inancımızda borç para vermek, karşılıksız para (sadaka) vermekten daha efdaldir) Emanetin geri getirilmesi için verdiğiniz süre dolmuştur ama emanetiniz bir türlü geri gelmezse… Bir de emanetinizi alabilmek için adamın peşine takılmışsanız, bir daha ki sefere muhtaç biri sizden bir emanet istese bu insana her hangi bir borç para veya emanet verebilir misiniz?
BİR GARİP HİKÂYE
Arabasıyla seyahat eden bir adamın yolu üzerinde, birisinin el kaldırarak “arabasına kendisini de almasını” işaret ettiğini görür.
İyi niyetli bu sürücü el kaldıran adamı almadan gidemez ve yolun sağına yaklaşarak durur ve adamı arabasına kabul eder. Arabaya binen adam aracın arka koltuğunu oturmayı tercih eder ve selam vererek oraya oturur. Araba tekrar yola koyulunca malum konuşmalar da başlar ve arabanın sahibi arkada oturan adama sorar.
Böyle nereden nereye gidiyorsunuz? Siz kimsiniz? Adam da:
“Ben Azrail’im. Senin ruhunu almak için arabana bindim” der.
Arabanın sürücüsü bir kahkaha atarak güler. “Böyle bir şaka için gerçekten çok uygun olmayan bir ortamı seçmişsiniz. Biraz ciddi olamaz mısınız” der. Adam;
“Gayet ciddiyim” der, adam. “İnanmıyorsan 500 metre kadar ileride sana biri el kaldıracak ve sen bu adamı da arabana alacaksın” der.
Aracın sahibi, her ne kadar söylenenlere inanmamışsa da içine bir korku da düşmüştür. Nitekim 500 metre kadar sonra kendisine el kaldıran bir adam görür ve biraz da arka koltukta oturan adamla yalnız kalmamak için ikici adamı da aracına alır.
İkinci adam selam verir ve aracın ön koltuğunda ki sürücünün yanına oturur. Otomobil tekrar hareket eder. Aracın sahibi bu kere yanına aldığı adama, kim olduğunu ve nereye gittiğini sorar. İkinci adam; Adını söyler, nereye gitmekte olduğunu bildirir. Bu adamın söylediklerinde her hangi bir fevkaladelik yoktur.
Aracın sahibi bu sefer yanındaki adama dönerek; “Şu arka koltukta oturan adamı biraz önce yoldan aldım ama adam bana Azrail olduğunu söyledi” der. Ve tekrar güler.
Ön koltukta oturan ikinci adam başını arkaya çevirir ve bakar. Sonra da aracın sahibine dönerek; “Ben arka koltukta kimseyi görmüyorum”
Bu söz üzerine aracın sahibi; “Nasıl görmezsin. İşte arka koltukta oturuyor ya” der.
İkinci adam tekrar başını arkaya çevirir ve ilk söylediği cümleyi tekrarlar ve “Ben kimseyi göremedim”
Bu esnada arkada ki adam söze karışır; “Sana demedim mi, ben Azrail’im, diye. Sen beni görebilirsin, duyabilirsin ama yanındaki adam beni ne görebilir ve nede işitebilir”
Aracın sahibinde şafak atmıştır. Ne yapacağını şaşırmış bir vaziyettedir.
Arka koltukta oturan ilk adam; “Aracını sağa çek ve dur. Bir abdest al ve iki rekât bir namaz kıl. Senin canını namazdan sonra alayım”
Şoför aracını sağa çeker ve durdurur. Aracından inerek abdest almaya gider.
Abdestini alıp geldiğinde bir de ne görsün (!) Aracın yerinde yeller esmektedir. Araba iki açıkgöz tarafından kaçırılmıştır.
OLMASI GEREKEN NEDİR
Görüleceği gibi “güven bunalımı, bir toplumun yok oluşa gitmesi ve ölümü demektir” ifadesi ne kadar doğrudur. Yukarıda hikâyeyi ve benzerlerinden birini duyan bir araç sahibi, yolda kendisine el sallayan bir kimseyi bir daha durup alabilir mi? El sallayan insan zaruret içerisinde kıvransa bile…
Toplumun mutluluğu, o toplumu oluşturan insanların birbirlerine karşı en yüksek güven duyguları taşımalarının sağlanmasındadır. İnsanlar birbirlerinden emin olmalı, birbirlerine sıkıntılı zamanlarında yardımcı olmalıdır. “Bu gün bana yarın sana” kuralı değişmeyeceğine göre her insan bir gün bir sıkıntıya düşebilir ve çevresindeki insanların yardımına ihtiyaç duyabilir. Sıkıntı ve üzüntünler el birliği ile kaldırılır ve mutluluğun devamı sağlanır.
Söylenen bir atasözümüz; “Paylaşılan sevinçler artar, paylaşılan üzüntü ve sıkıntılar azalır” diye bildirmektedir.
Toplumu yönetenler eğer yönettikleri topluma “seçim propagandalarına vaat ettikleri gibi huzur, refah ve mutluluk getireceklerse…” mutlaka toplumdaki “güven bunalımını” ortadan kaldıracak ciddi tedbirler (önlemler) almalıdırlar.