‘Canım ne istiyorsa yaparım, bana karışmayın’ tarzında konuşmaları çevremizde sıkça duyarız. Devrimizde insanlar küçük yaştan itibâren kendi bireysel hayâtlarına kimsenin karışmasını tek müdahale yapılmasını istemiyorlar. Bilhassa küçükler büyükleri tarafından yapılan kendilerine müdahaleyi nefislerine yediremiyorlar. Ya derhal karşı çıkıyorlar ya da yeri geldiğinde patlatmak üzere içlerinde bâzı menfilikleri biriktiriyorlar. Bunlar güzel şeyler değil elbette. Zâten günümüzde düzgün karakter inşası kalmadı ki.
Her şeye sâhip olan tüm varlara istediği gibi hükmeden insanoğlu var olanları da hoyratça gâyet dikkatsizce hatta israf boyutunda tüketmiştir. Ve yine insanoğlu pervâsızca tükettiği maddi şeylerin yanında bol keseden harcadığı kültürel birikim değerlerini de yitirmiştir. Yedi düvelin gıptayla baktığı ahlâkî özelliklerini zaman içinde bir bir yitirmiştir. Geriye ne yazık ki kalitesizliğiyle âdeta sırıtan nefsi egoları, şımarıklığı, doymak bilmeyen hazları, hırsları, hezeyanları kalmıştır. Bu ne hazin bir tablodur!
Daha iyi hayat standartları, daha iyi maddi imkan, daha iyi bir kariyer, daha lüks yaşam, daha daha sürüyor dahalar. Modern insanda hayat önce kendini şımartmakla başlıyor. Bunun sonucunda pek tabi ki, bencil bir hayat çıkıyor kişinin karşısına. Başkaları için bir fedakarlık yapmak filan olacak şey mi? ‘Bana ne ondan-bundan’ diyor asrın insanı. Varsa yoksa hep kendisi. Halbuki eskiden; ‘Daha iyi bir insan olmak için bana ne lâzımdır?’ Onlara bakılırdı. Daha kaliteli, daha bilgili, daha güzel ahlaklı nasıl olabilirim? İnsanlara nasıl faydam dokunabilir? Muhtaçlara nasıl yardım edebilirim? Derdi vardı. Biz gençliğimizde öyleydik, arkadaş guruplarımızda öyleydi. Aileden bu terbiyeyi almıştık zira.
Şimdinin hep kendini önceleyen şımarık nesli, evlendiğinde sorunlarla iç içe oluyor. Eğer eşte de ayni duygular hâkimse iki kendini düşünen çıkarcı eşten hayırlı, huzurlu bir yuva beklenmiyor. Aralarında çıkan anlaşmazlıklarda her kesim kendinin haklı olduğu konuları öne çıkarıyor. Kısa sürede canım-cicimlerle başladıkları evlilik hayatları zamanla ego savaşlarına, bitmek bilmeyen tartışmalara dönüşüyor. Bu mutsuz evliliklerin neticesinde boşanmalar kaçınılmaz oluyor. Evliliklerini zar zor devam ettirenlerin yetiştirdikleri çocuklar ise ayni ebeveynleri gibi şımarık ve bencil oluyor. Bir dedikleri iki edilmeyen bu çocukların dünyâsında da yalnızca kendileri var. Kendi kardeşlerine dahi tahammülleri yok. Evde veya okulda çıkan en ufak tartışmada hep şâhit oluyoruz ki, filan kişi için meselâ; ‘Ya bana karışıyor bir daha bana karışmasın.’ Bu çoook yanlış bir gidiştir. Evet, toplum kurallarını çiğnersen sana öğretmenin karışır, ev kâidelerini ihlal edersen annen-baban sana karışır, kardeşlik hakkına dikkat etmezsen kardeşin sana karışır arkadaş. Yok öyle bedava bir dünya. Evet, tabiî ki karışacağız ki yaptığın yanlışlıklar önlensin. Ne diye bu kadar şımartıyoruz bu insanları ya!!! Azıcık dikkat, azıcık itidal, azıcık denge olsun hayâtımızda. Bırakıvermeyin her şeyi ulu orta. Hele yeni yetişen nesli! Aşırı özgürlük çoook sakıncalı…
En yakın çevremizde kendi evimizin içinde evin dışında ülkede dünyâda neler olup bitiyor. Çıkalım biraz kendi merkezimizin dışına bu ne hantallık? Çevreye kapalı gözlerimizi açalım birazcık, çevremizde bizden gayrıların hallerine, ahvallerine kafa yoralım. Hayat sâdece bizden oluşmuyor. Bu dünyâda ömür sürdüren başkaları da var. Onlar nasıl yaşıyorlar acaba?
Kıralım kabuğumuzu, bakalım başkalarının hayat tarzı nasıl işliyor? Bizim ki kadar bolluk ve refah içinde olmayanların hayatları da hayat. Onlar o sıkıntılı hayâtı nasıl omuzluyorlar. Biraz kafa yorsak, hislensek. Yoksa duygu yönümüzde mi körlendi?
Gerçekten bu gidiş, gidiş değil. Haydi hayırlısı.