Zulüm, en basit kelime anlamı ile bir kişiye veya gruba, bir başka kişi veya grup tarafından ısrarlı olarak hatalı ve kötü davranılması, herhangi bir şeyi kendi asli yerinden daha başka bir yere konulmasıdır.
Dinî anlamdaki manası ise, hak yemek, eziyet, işkence ve baskı kullanmak, adaletsizlik yapmak, haddi aşmak söz ve fiilde aşın gitmek demektir. Kelime olarak zulüm, azgınlık, gadr, karanlık, azab ve ezâ ile de eş anlamlıdır.
Kur’an’ın çok kullandığı kelimelerden biri de “zulüm” kelimesidir. Aynı kökten gelen türevleriyle birlikte yaklaşık üç yüz on beş kadar yerde geçmektedir.
Dilimize Arapça’dan giren bu kelimenin esas anlamlarını en güzel Arapça ile inzâl edilmiş Kur’ân-ı Kerim’de buluruz. Kur’an’da zulüm, hepimizin bildiği eziyet, işkence ve haksızlık yanında, esas olarak hakkın zıddı, haktan sapma ve haddi aşma anlamlarıyla kullanılır.
Zulüm denilince çoğumuzun aklına sadece insanların birbirlerine karşı uyguladıkları haksızlık, adaletsizlik, eziyet ve işkence gelse de yukarıda ifade edildiği gibi dinimizde ve dilimizde bu kelimenin esas anlamı: “Bir şeyi (veya bir hakkı) kendi yerinden başka bir yere koymaktır.” Yani, hak edenin hakkını vermemek, haksıza hak etmediği bir şeyi vermektir. Allah’ın koyduğu sınırı, haddi tecavüz etmek, tayin ettiği sınırın dışına taşmak zulümdür. Zulüm, hakkı terk etmek demektir. Bir şeyi, meşrû olan yerinden başka bir yere koymaktır.
Zulüm, haktan sapma ve haddi aşma esasına dayanır. Allah’ın(cc) gösterdiği yolun üzerinde dosdoğru gitmemek de zulümdür. İslamî ıstılahta; bir eşyayı veya olayı, şer’î hükmünden başka bir şekilde değerlendirmeye de zulüm denir. Zulüm, başkasının mülkünde, onun izni olmaksızın tasarruf etmektir.
Daha devam edecek olursak zulüm; hakkı yerli yerine koymamak, adaleti uygulamamak, yer ve zaman, nitelik ve nicelik olarak iş ve davranışlarda yanlışlık yapmak ve sapkınlığa düşmek, az veya çok Allah’ın(cc) ve kullarının hakkına tecavüzde bulunmaktır. Bu anlamda zulmün karşıtı adalettir.
Adalet ise; Bir işi yerli yerine (hakkı olan yere) koymak, her şeyi yerli yerinde yapmak, hak sahibine hakkını vermek, hak ve hukuka uygunluk ile doğru ve yerinde olmak anlamlarına gelir. İnsan-eşya ilişkilerini, insanların birbirleriyle olan münasebetlerini ve insanın devletle olan alâkasını, Allah’ın(cc) indirdiği hükümlere göre düzenlemeye de adalet denir.
Müslümanların imanlarına zulüm karıştırmaları, Allah'ın(cc) büyüklüğünü, gücünü kavramasına, dünyada ve ahirette gerçek mutluluğu ve kurtuluşu için Peygamberimiz(sav) tarafından tebliğ edilen hak dine uyması gerektiğini bilmesine rağmen, iş ve davranışlarıile söz ve fiillerinde din dışı ahlâk özelliklerinden kopamamasıdır.
Bu anlamda imanını zulümle karıştıran kimselerin Kur’an-ı Kerim de iman edenlerin arasında yaşayan bir grup olduğundan söz edilir. Bu kişiler Müslümanlar gibi imanlarını yaşarlar, ancak nefsani istekleriyle/çıkarlarıyla çelişen durumlarda ya da zorluk zamanlarında, Kur’anî davranışlar yerine din dışı tavırlar da sergilerler.
Sözünü ettiğimiz imanını zulümle karıştıran kimseler, Allah’ın(cc) iman ve ibadet ile ilgili buyruklarını, Rasulullah’ın(sav) sünnetlerini titizlikle yerine getirerek bu konuda bir müminin göstermesi gereken tüm davranışları da eksiksiz bir şekilde gösterebilirler.
Ancak bazı konularda özellikle de muamelat ve adet konularında yaptıkları bir takım davranışlar ile sarf ettikleri sözlerin Kur’an ahlâkına, Peygamberimiz(sav) in sünnetine aykırı olduğunu düşünemezler ya da düşünmek istemezler.
Mesela bu kişiler Ramazan ayı geldiğinde kendilerini bu mübarek günlere aylara tekrar kavuşturan Allah'ın(cc) takdirinden hoşnut olarak farz olan oruçlarını tutar, nisap miktarına sahiplerse zekâtlarını ve fıtr sadakalarını verir, 5 vakit namazlarını, özellikle de teravih ve gece namazlarını kılarlar, Müslümanlar ile bu ayda vefat eden kardeşleri için hayır dua ve dileklerde bulunurlar.
Ancak iftar edilip ruhen ve bedenen rahatlık vakitleri geldiğinde yani Ramazan Akşamlarının da Ramazan Ayının ruhuna uygun bir şekilde geçirilmesi gündeme geldiğinde iş değişir ve bidat olan bir takım eğlence, oyun ve gösterilerin Ramazan akşamlarında ve gecelerinde sergilenmesine/gösterilmesine karşı çıkmadıkları gibi bunların uygulayıcısı ve destekçisi olurlar.
Hatta son zamanlarda şehrimizde artan bir şekilde uygulanmaya başladığı gibi bu konser/eğlence türü faaliyetlerin olmadığında Ramazan akşamlarının kültür ve sanat yönünden eksik kalacağını, nargilenin, tavlanın ve diğer oyunların ise eskiden beridir uygulanan ramazan eğlencesi olduğu konusunda büyük büyük laflar bile ederler. Dolayısıyla dünya hayatının kendisinin bir eğlence ve boş iş olduğu gerçeğini bilmelerine rağmen, bazen ikazlar karşısında aşırı tepkiler verir, hatta Kur’an ahlâkına uygun olmayan sözler söyler, bu davranışları gösteren kişilerin, Allah’ın(cc) beğendiği Rasülünün(sav) ikame etmeye gayret sarf ettiği Kuran Ahlâkından uzak oldukları/ olabileceklerini düşünmezler.
Halbuki; Kur’an'da müjdelenen sonsuz cenneti isteyen her insanın, İslam Dinine uygun olmayan sonradan icad edilmiş gayri İslami ahlâk diyebileceğimiz özelliklerden arınması ve bunun yerine Kur’an'a uygun yaşaması gereklidir. Samimi ir şekilde iman eden her insan, Kur’an ayetlerinde bildirilen Peygamberi ahlâka ters davranış ve düşüncelerden sıyrılmalıdır.
Kur’an ile haber verilen gerçekleri yalnızca bilmek yeterli değildir; hissetmek ve yaşamak önemlidir. Allah, elbette insanın içindeki gizlinin gizlisini bilir; samimiyetsizlikleri de görür. Buna karşılık insan da Allah(cc) aşkını ve korkusunu içinde hissetmeli, olumsuz davranışlarından kendini kurtarmalıdır. Aksi takdirde gerçek anlamda iman etmemiş olacaktır.
Bu düşüncelerle yaşanan bir hayat sonunda imanını zulümle karıştırmayan insanın ahret hayatında karşılaşacağı nimetler bir tarafa, dünyada alacağı karşılık da çok daha güzeldir. Bunu yolu Allah’ın kulunu sınamak için yarattığı olaylar karşısında Rabb’ini(cc) hoşnut kılabilmek, imanını sabır ve adalet sınırları içinde yaşamak ve imanına zulüm karıştırmamaktır.
Bu konuda hiç unutulmaması gereken 2 ayet meali ile yazımızı sonlandırıyoruz
"Dünya hayatının rahatına dalarak eğlenceyi ve geçici zevkleri dinleri haline getiren, dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatının kendilerini aldatmış olduğu kimseleri, kendi haline bırak; ama hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur'an ile öğüt ver. Bu durumda ( onlara )hatırlat ki ( ahirette ) her insan yaptığı yanlışlardan dolayı rehin tutulacak ve kendisini ne Allah'a(cc) karşı koruyacak, ne de kayırıp kollayacak ( ne veli ne de şâfi ) bulamayacaktır... " (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar kazandıkları yüzünden helake sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap vardır. (En'am Suresi Ayet 70 meali )
"İman edip de imanlarını zulümle karıştırmayanlar var ya; işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermiş Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır." (En'am Suresi Ayet 82 meali)
Dinî anlamdaki manası ise, hak yemek, eziyet, işkence ve baskı kullanmak, adaletsizlik yapmak, haddi aşmak söz ve fiilde aşın gitmek demektir. Kelime olarak zulüm, azgınlık, gadr, karanlık, azab ve ezâ ile de eş anlamlıdır.
Kur’an’ın çok kullandığı kelimelerden biri de “zulüm” kelimesidir. Aynı kökten gelen türevleriyle birlikte yaklaşık üç yüz on beş kadar yerde geçmektedir.
Dilimize Arapça’dan giren bu kelimenin esas anlamlarını en güzel Arapça ile inzâl edilmiş Kur’ân-ı Kerim’de buluruz. Kur’an’da zulüm, hepimizin bildiği eziyet, işkence ve haksızlık yanında, esas olarak hakkın zıddı, haktan sapma ve haddi aşma anlamlarıyla kullanılır.
Zulüm denilince çoğumuzun aklına sadece insanların birbirlerine karşı uyguladıkları haksızlık, adaletsizlik, eziyet ve işkence gelse de yukarıda ifade edildiği gibi dinimizde ve dilimizde bu kelimenin esas anlamı: “Bir şeyi (veya bir hakkı) kendi yerinden başka bir yere koymaktır.” Yani, hak edenin hakkını vermemek, haksıza hak etmediği bir şeyi vermektir. Allah’ın koyduğu sınırı, haddi tecavüz etmek, tayin ettiği sınırın dışına taşmak zulümdür. Zulüm, hakkı terk etmek demektir. Bir şeyi, meşrû olan yerinden başka bir yere koymaktır.
Zulüm, haktan sapma ve haddi aşma esasına dayanır. Allah’ın(cc) gösterdiği yolun üzerinde dosdoğru gitmemek de zulümdür. İslamî ıstılahta; bir eşyayı veya olayı, şer’î hükmünden başka bir şekilde değerlendirmeye de zulüm denir. Zulüm, başkasının mülkünde, onun izni olmaksızın tasarruf etmektir.
Daha devam edecek olursak zulüm; hakkı yerli yerine koymamak, adaleti uygulamamak, yer ve zaman, nitelik ve nicelik olarak iş ve davranışlarda yanlışlık yapmak ve sapkınlığa düşmek, az veya çok Allah’ın(cc) ve kullarının hakkına tecavüzde bulunmaktır. Bu anlamda zulmün karşıtı adalettir.
Adalet ise; Bir işi yerli yerine (hakkı olan yere) koymak, her şeyi yerli yerinde yapmak, hak sahibine hakkını vermek, hak ve hukuka uygunluk ile doğru ve yerinde olmak anlamlarına gelir. İnsan-eşya ilişkilerini, insanların birbirleriyle olan münasebetlerini ve insanın devletle olan alâkasını, Allah’ın(cc) indirdiği hükümlere göre düzenlemeye de adalet denir.
Müslümanların imanlarına zulüm karıştırmaları, Allah'ın(cc) büyüklüğünü, gücünü kavramasına, dünyada ve ahirette gerçek mutluluğu ve kurtuluşu için Peygamberimiz(sav) tarafından tebliğ edilen hak dine uyması gerektiğini bilmesine rağmen, iş ve davranışlarıile söz ve fiillerinde din dışı ahlâk özelliklerinden kopamamasıdır.
Bu anlamda imanını zulümle karıştıran kimselerin Kur’an-ı Kerim de iman edenlerin arasında yaşayan bir grup olduğundan söz edilir. Bu kişiler Müslümanlar gibi imanlarını yaşarlar, ancak nefsani istekleriyle/çıkarlarıyla çelişen durumlarda ya da zorluk zamanlarında, Kur’anî davranışlar yerine din dışı tavırlar da sergilerler.
Sözünü ettiğimiz imanını zulümle karıştıran kimseler, Allah’ın(cc) iman ve ibadet ile ilgili buyruklarını, Rasulullah’ın(sav) sünnetlerini titizlikle yerine getirerek bu konuda bir müminin göstermesi gereken tüm davranışları da eksiksiz bir şekilde gösterebilirler.
Ancak bazı konularda özellikle de muamelat ve adet konularında yaptıkları bir takım davranışlar ile sarf ettikleri sözlerin Kur’an ahlâkına, Peygamberimiz(sav) in sünnetine aykırı olduğunu düşünemezler ya da düşünmek istemezler.
Mesela bu kişiler Ramazan ayı geldiğinde kendilerini bu mübarek günlere aylara tekrar kavuşturan Allah'ın(cc) takdirinden hoşnut olarak farz olan oruçlarını tutar, nisap miktarına sahiplerse zekâtlarını ve fıtr sadakalarını verir, 5 vakit namazlarını, özellikle de teravih ve gece namazlarını kılarlar, Müslümanlar ile bu ayda vefat eden kardeşleri için hayır dua ve dileklerde bulunurlar.
Ancak iftar edilip ruhen ve bedenen rahatlık vakitleri geldiğinde yani Ramazan Akşamlarının da Ramazan Ayının ruhuna uygun bir şekilde geçirilmesi gündeme geldiğinde iş değişir ve bidat olan bir takım eğlence, oyun ve gösterilerin Ramazan akşamlarında ve gecelerinde sergilenmesine/gösterilmesine karşı çıkmadıkları gibi bunların uygulayıcısı ve destekçisi olurlar.
Hatta son zamanlarda şehrimizde artan bir şekilde uygulanmaya başladığı gibi bu konser/eğlence türü faaliyetlerin olmadığında Ramazan akşamlarının kültür ve sanat yönünden eksik kalacağını, nargilenin, tavlanın ve diğer oyunların ise eskiden beridir uygulanan ramazan eğlencesi olduğu konusunda büyük büyük laflar bile ederler. Dolayısıyla dünya hayatının kendisinin bir eğlence ve boş iş olduğu gerçeğini bilmelerine rağmen, bazen ikazlar karşısında aşırı tepkiler verir, hatta Kur’an ahlâkına uygun olmayan sözler söyler, bu davranışları gösteren kişilerin, Allah’ın(cc) beğendiği Rasülünün(sav) ikame etmeye gayret sarf ettiği Kuran Ahlâkından uzak oldukları/ olabileceklerini düşünmezler.
Halbuki; Kur’an'da müjdelenen sonsuz cenneti isteyen her insanın, İslam Dinine uygun olmayan sonradan icad edilmiş gayri İslami ahlâk diyebileceğimiz özelliklerden arınması ve bunun yerine Kur’an'a uygun yaşaması gereklidir. Samimi ir şekilde iman eden her insan, Kur’an ayetlerinde bildirilen Peygamberi ahlâka ters davranış ve düşüncelerden sıyrılmalıdır.
Kur’an ile haber verilen gerçekleri yalnızca bilmek yeterli değildir; hissetmek ve yaşamak önemlidir. Allah, elbette insanın içindeki gizlinin gizlisini bilir; samimiyetsizlikleri de görür. Buna karşılık insan da Allah(cc) aşkını ve korkusunu içinde hissetmeli, olumsuz davranışlarından kendini kurtarmalıdır. Aksi takdirde gerçek anlamda iman etmemiş olacaktır.
Bu düşüncelerle yaşanan bir hayat sonunda imanını zulümle karıştırmayan insanın ahret hayatında karşılaşacağı nimetler bir tarafa, dünyada alacağı karşılık da çok daha güzeldir. Bunu yolu Allah’ın kulunu sınamak için yarattığı olaylar karşısında Rabb’ini(cc) hoşnut kılabilmek, imanını sabır ve adalet sınırları içinde yaşamak ve imanına zulüm karıştırmamaktır.
Bu konuda hiç unutulmaması gereken 2 ayet meali ile yazımızı sonlandırıyoruz
"Dünya hayatının rahatına dalarak eğlenceyi ve geçici zevkleri dinleri haline getiren, dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatının kendilerini aldatmış olduğu kimseleri, kendi haline bırak; ama hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur'an ile öğüt ver. Bu durumda ( onlara )hatırlat ki ( ahirette ) her insan yaptığı yanlışlardan dolayı rehin tutulacak ve kendisini ne Allah'a(cc) karşı koruyacak, ne de kayırıp kollayacak ( ne veli ne de şâfi ) bulamayacaktır... " (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar kazandıkları yüzünden helake sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap vardır. (En'am Suresi Ayet 70 meali )
"İman edip de imanlarını zulümle karıştırmayanlar var ya; işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermiş Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır." (En'am Suresi Ayet 82 meali)