Nereye gidiyoruz yazı serisi (2)
70’li yıllarda, yüksek tahsil için Ankara’ya gelmiş, genç bir mühendislik öğrencisiyim. Biraz merak ve biraz da arkadaşlarımızın teşviki ile bazı sohbetlere ve konferanslara gidiyordum. Bu arada geçlerle birlikte oturduğum evimize yakın bir eve bir hatip geldi dediler ve biz sohbeti dinlemek üzere o eve gittik.
O dönemde yazdığı romanlarla hayli popüler olan Hekimoğlu İsmail, namı diğer Ömer Okçu’yu bize tanıttılar. Onunla karşılaşmak ve dinlemek bizi çok heyecanlandırdı.
Bir buçuk saat kadar süren sohbetten bu gün bile hatırımda kalan çarpıcı bir cümlesini bu yazı münasebetiyle sizinle de paylaşmak istiyorum.
“Eğer bir ülkede genelevler varsa, o genelevlere ülkenin bütün kızları ve hanımları sermaye olmaya namzettirler. Zira o genelevler, sermayelerini o toplumdan alırlar” demişti.
Resim; Bu kadının ağzını kapatan elin, erkek eli olduğuna dikkat ettiniz mi?
Aman Ya rabbi… Beş vakit namazını kılan, Ramazan orucunu tutan, Hac ve Umresine devam eden nice Müslümanlar vardır ki, bu gerçeklerden habersizdirler. O sadece kendinden sorumlu olduğunu zannetmekte ve bataklığa düşmüş nice kız ve kadınlarımızın çığlıklarından habersiz, cennet ümit etmektedir. “Bir gün de onun kanadından tutarlar” ve adam başlar cıyak cıyak feryat etmeye ama bu sefer de ona kimse yardımcı olamaz.
Ey, kendisini bu ülkenin sahibi gibi görenler… Kızlarımız ve gelinlerimizin bu pis yere düşerek bir ömür feryat etmelerini istemeyenler, oturmalı, başını iki eli arasına almalı, uzun uzun düşünmeli ve ne yapmaları gerektiğine karar vermelidirler.
KIZLAR NASIL DÜŞÜRÜLÜYOR
Önce bir arının çiçeğe, bir bülbülün güle olan ilgi ve alakası artırılmalıdır ki arı çiçeğe, bülbül güle konsun. Gerçi çiçek arıyı ve gül de bülbülü çekecek bir cazibeye sahiptirler. Yaratıcımız iki kutup arasında ki bu cazibeyi onların birbirlerini çekmeleri için yaratmış ama araya “Nikâh kanunu” koyarak, birlikteliklerinin meşru olmasını istemiştir.
Ancak, ahlaksız ve materyalist adamlar, bu cazibeyi kullanarak önce dişileri tuzaklarına düşürmekte, daha sonra yine ahlak düşkünü erkeklere bunları peşkeş çekerek onların namuslarından paralar kazanmaktadırlar.
Ülkemizde şu medya denilen televizyonlara ve gazetelerden bir kaçı hariç hemen hepsi erkek ve dişi arasında ki cazibeyi (çekim kanunu) istismar edecek haberler yapmakta, filimler göstermekte, diziler neşretmekte ve fotoğraflar basmaktadırlar. Bir tecavüz olayını bile haber yaparken, haberi dinleyenleri tahrik etmekte onları adeta fuhşa teşvik etmektedirler.
Bu propagandalar karşısında, aile içinde manevi terbiye alamamış kız ve oğlanlarımızı bu bataklığa adeta çekmektedirler. Zaten böyle olmasını da istemektedirler. Çünkü onlar bilmekte ve planlarını buna göre yapmaktadırlar.
Bir milleti yok etmenin en kolay yolu onları şehvetlerinden yakalamak suretiyle yok etmektir. Bu plana “Hayım Naum” doktrini denmekte olduğunu daha önceki yazılarımda da belirtmiştim.
Hayım Naum, bu asil milleti yok edebilmek için ortaya koyduğu yedi maddelik planından birisi; “Onların ahlakını bozunuz” şeklindedir.
Seyrettiği filmlerin, dinlediği tahrik kar haberlerin, seyrettiği fotoğrafların tesiri altında caddeye çıkan genç kız ve genç oğlanlar birbirlerini tavlamaya çalışmaktadırlar. Ve birbirlerini bulmaları uzun sürmemekte, “arayan Mevla’sını (Allah’ı) da bulur, belasını da…” kuralınca birbirini bulmakta ve bir müddet birlikte yaşamaktadırlar.
Bu arada özellikle muhafazakâr çevrelerde yetişmiş kızlar, biz de ki “görücü usulü evlenmenin” tu kaka ilan edildiği günümüzde “kendisiyle evlenebilecek koca adayı…” aramakta ve flört yapmaya yeltenmektedirler.
NİKÂH YAPMAYAN ERKEĞE GÜVENİLMEZ
Flört yaparak bir müddet kızla gönül eğlendiren delikanlı, ya kızdan bıkarak onu terk etmekte veya evlenmekte ama cicim ayları geçtikten sonra onu boşanmakta veya daha kötüsü kızı para karşılığı gazinolara, pavyonlara veya genelevlere satmaktadır.
Dürüst bir gencimizin itirafında; “Ben evlendiğim kızla 10 yıl flört yaptım. Ancak evlendikten ve yedi ay geçtikten sonra boşanmaya mecbur kaldım” demektedir.
Tabii boşanma başına gelinceye kadar hiçbir kızımız, “dul veya boşanmışlığın toplumumuz da nasıl üçüncü sınıf vatandaş durumuna düşeceğini” bilmemektedir. Bunu boşandığı zaman anlamakta, kendine yeni bir eş bulması da pek mümkün olamamaktadır.
Ankara’da anneleri ayrılmış, babaları bir müddet sonra ölen ve yaşlı bir babaannenin bakımına muhtaç olan ikisi kız bir oğlan çocukları olan, bir komşumuz vardı. Kapı bitişiği bu komşumuzun küçük kızları, evlendiği kocası tarafından pavyona satıldığını öğrendik. Yerini tespit ettik. Malatya’da bir gazino da konsomatris olarak çalıştırılmakta imiş. Kendisiyle yapılan telefon konuşmasında, ağlayarak; “Ne olur, beni buradan kurtarın” diye yalvarıyordu.
Milli Gençlik Vakfı Genel Başkanı olduğum (1990’lı yıllar) o devirde Malatya’da bir tüccar kardeşimize rica ettik. Allah kendisinden razı olsun. O zaman 500.000 TL. (Bu günün parasıyla belki 5.000 TL.) kızın gazinoya olan borcunu ödedi ve kızı alabildik.
Ancak aradan bir müddet geçince arkasına düşenler onu tekrar bataklığa düşürmüşler. Bu sefer kızın sesi Antalya’nın garajlar civarında ki bir pavyondan geldi. Bu sefer de Antalya’da bir tüccar kardeşimize rica ederek bir o kadar para ile kızı yeniden kurtardık.
Kız bataklıktan kurtuluşunun teşekkürü için yanıma gelince; “Ağabey. Ne olur orada bir annesi ve bir kızı olan bir kardeşimiz daha var. Onu da kurtarabilir misiniz?” dedi.
Ben de kendisine; “Kızım. Biz seni zar zor kurtarabildik. O kızımıza nereden para bulur kurtarırız?” dedim. Böylece o ve diğer kızlarımızı orada ki zalimlerin insafına terk ettik.