Bu bir reklamdır

Hüzeyme Yeşim Koçak

Edebî Hayatınızda mütevazı başarılar(!) olduğu gibi; menfileri, devasa muvaffakiyetsizlikler(!) de vardır. Bunlardan pek bahsedilmez ama ben söz edeceğim.

Bir kere hiç popüler, çok satar, hop star olmadım. Gökyüzündeki yıldızlara bakıp durup avundum.

Mesela gençliğimde 30-40 kadar polisiye romanların kraliçesi sayılan Agatha Christie’nin kitaplarını okumuştum. “Bu kadar kitabını okudun, belki el almışsındır bir de sen yaz” diye kendime hava verdim. Fakat polisiye roman işi azıcık ürküttü. “Önce bir hikâye deneyim” dedim.

Nizamettin’e Nasıl Kıyılır?” Hikâyenin başlığı buydu. Kocasının sekreteriyle kendisini aldattığına inanan genç bir gelinin, eşini öldürme planlarıydı konu. Nizamettin’e bıçakla mı kıymalı, başka bir eve çekip yangın mı çıkarmalıydı, zehirlemeli miydi?

“Elektrik verse… Sık sık kesintiler gündem geliyordu. Tam Nizamettin’i öldürme arifesinde, elektriklerin pat diye kesildiğini düşündü. Kimden jeneratör bulabilirdi. Elektriği tasarruflu, kıtım kıtım kullanmalıydı. Memleketin ihtiyacı vardı.

Kaynaklarımızı israf etmemeliyiz değil mi? Az miktarda elektrik de adamın içini gıdıklar, hoş bir masaj etkisi yapardı.

(…) Yoksa Nizamettin’i Düzce, Sapanca, Yalova gibi yerlere mi götürmeliydi? Bilim adamları mütemadiyen, çok yakında gerçekleşecek taze bir deprem felaketinden bahsediyordu. Fakat Nizamettin’in başına geçecek, daha doğrusu çökecek evi nereden bulacaktı. Kapı gibi ‘sağlam’ raporu almadan kesinlikle oturmazdı. Hadi oturdu diyelim, alçağı öbür tarafa postalayacak depremi nasıl meydana getirecekti. Ülkede Amerikalıların adı, habire komplo teorileriyle anılıyordu; hınzırlıkları da ortadaydı. Mesela, Amerikalılara gidip, ‘Affedersiniz! A şehrinin, B apartmanının, C katında” diyerek başkalarına halel gelmemesi için, uslu sadık kocaların günahı neydi, Şahsa özel bir deprem siparişi verebilir miydi?”

Mehlika Hanım, uçak kaçırıp, uçaktan atma, Boğaz Köprüsünden aşağı yuvarlama, çöllerde icabına bakma gibi pek çok zekice öldürme yöntemi düşündü ama hikâyenin sonu şöyle bitti: Nizamettin’e Nasıl Kıyılır?” KIYILIR mı o civana, arzın merkezine, dünyanın tuzu biberine” ( Hüzeyme Yeşim Koçak, BEKLEYEN, Akçağ, 2006)

Cinayet fırtınası, aşktan öl(dür)meyle(!) nihayete erdi. Kesin başarısızlık…

Başarısızlıklarımdan biri de şudur: Kitap fuarlarındayken, mesela Yazarlar Birliği standında, küçük öğrencilerden bazıları heyecanla yanımıza gelir: “Teyze siz de vampir kitapları var mı?” diye sorardı.

Amerikalı kadın yazarlar yazar da ben yazamaz mıyım, nem eksik? Lâkin çok geçmeden anladım ki -acı gerçek- büyük çaplı bir şey yapamayacaktım. Haspalar, vampirlerin hepsini almışlar, bize pek bi şey kalmamış.

Mademki gençler de kanla beslenmeyi şiddetle istiyor; bari bir vampir hikâyeciği yazayım diye hedefi küçülttüm, moralimi bozmak istemedim: “Önce Sarımsaklar Bozuldu”. Çünkü hepsi Çin malıydı.

Fakat Vampirim dişli biri çıktı. Bir kere yaşadığı zamanı beğenmedi. “Efendim neymiş, soysuzlar pek çokmuş da, soylu kan bulmak zorlaşmış. Sonra özellikle boynuna dişini geçireceği dişileri beğenmedi.

(…) görünüşte çekici bir bayana tesadüf ettim.

Genellikle hanımlar tipimizi, şekli şemailimizi beğenmez, bize yüz vermez, hatta kaçarlardı.

Onlar koşar, biz kovalardık. İşin içinde albenili, zevkli bir yan vardı. Ele geçirdiğimizde kanlı canlı lezzetler alırdık.

Önce tartışacak atıştıracak olduk. Ancak dişimi geçiremedim.

Ağzını bir açtı. İki koca, upuzun diş. Fark ettim ki surat, şakaklarına kulaklarına doğru çekilmiş. İçi dışı gergin. Kedi-kaplan karışımı, yapay bir yüz. Neden önce kavramadım.

Acaba yeni bir “şey türü” mü diye düşündüm. Bir de üstüme yürümez mi, çok film seyrediyordu herhalde. Kim kimi hipnotize ediyor, belli değildi.

Hiç hoşuma gitmedi, iştiham kapandı, canım çekmedi. Roller değişmişti sanki.

Hayatıma ne kesikler, ne kazıklar atıldı yanarım yanarım.

Masmavi gökleri, yemyeşil otlukları, kaskahverengi toprakları kaybettim.”

Drakula’m sonra uşağıyla bir diyaloğa girdi ki keyfimi kaçırdı:

(Kim yazdı bu klişe lâfları yahu!/ Yazıcı, bir kadınmış efendim/ Tövbe tevbe edebiyat kimlere kaldı. Git söyle düzeltsin. Billah önce onu ısırırım)

Korktum, hikâyeye biraz çekidüzen verdim:

Başına avuç avuç kül serpilmiş, obruk dolu kasvetli zulmetli topraklar; kirletilmiş gök(kuşağı) yüzü, kökü dışına çıkmış k(öksüz) ağaçlar, sefil tabiat, korunaksız biçare içi boş tabutlar, hürmetli tağutlar ağlıyordu kaderine.

Mezopotamya, Çin Maçin, kazma dişliler yanıyordu kederine, menhus yazısına.. için için.

Söyle bir şarkı, yankılansın çın çin: “Oy Laçin Laçin. Can sana kurban Laçin”

( Kadın gene hatları karıştırdı yahu! Evvela onun kalemini ısıracağım)”

Eyvah, Vampirim yazarına başkaldırdı, bir başarısızlık daha. Ne yapalım bütün vampirler Stefanie’nin olsun.

Efendim huzurlarınızda ŞEYDA’NIN ÖRGÜ KEYFİ, yeni öykü kitabım.

Hiç merak etmeyin, beni zaten kâfi derecede ısırdı; size burada vampirimle, kanlı canlı bir buluşmam ayarlayabilirim.

İyi okumalar dilerim.


Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.