Bisiklet Sürüşü

Şadan Sezgin

Zamansız bir mekândan geldik zamanlı bu dünyaya. Yaşadığımız zamanın içinde değişik evreler geçirerek önce bedenlerimiz büyüdü sonra ise belimiz bükülerek bedenlerimiz tekrar küçüldü. Yavaş yavaş, ağır ağır… Aynı, bir zaman dilimi içinde önce var olup sonra da yok olacağımız gibi…

Sadece bedenlerimiz büyüyüp küçülmedi… İsteklerimiz, hislerimiz, düşüncelerimiz, öfkelerimiz, hırslarımız, hedeflerimiz, iştahlarımız, kırıklıklarımız, pişmanlıklarımız, kırgınlıklarımız, kızgınlıklarımız da nasibini aldı; bu durumlardan.

Çocuktuk, cahildik, bilmiyorduk…

İçimizde bir heves vardı, hemen büyümek istiyorduk, güçlü olmak istiyorduk, büyüklerimizin yapabildiği şeyleri yapabilmek, onlar kadar her şeyi bilmek istiyorduk. Onların bildikleri; ilimler içinde zerre değilken bizim dünyamızda her şeydi.

Küçük şeylerden mutlu olur büyük şeyleri istemeyi bırak; düşünmezdik bile. Dünyamız gördüğümüz kadar, iştahımız yiyeceğimiz kadar, heveslerimiz yorulana kadardı. Yarını hiç düşünmezdik. Tam tevekkül halindeydik. Fıtrat üzereydik.

Dünya sevgimiz ise üzerinde bulunduğumuz hal üzere çocukça idi. Harçlık olarak verilen kâğıt parayı beğenmeyip metal parayla mutlu olurduk. İnsanın en kıymetli duygusu olan hayaller ile yaşardık, hayallerin içinde kaybolurduk. Bazı hayallerin bazı gerçeklerden daha gerçek olduğunu hissederdik.

Sahibi olmak istediğimiz en büyük oyuncak bisikletti; bizler için. Yaz günleri mahallemizin sokaklarında rüzgârla yarışmak isterdik.

Tabi o zamanlar pahalıydı bisikletler… Herkes alamazdı çocuğuna… İşin garip tarafı ise bisikleti iki tekeri üzerinde sürmeyi bisikleti olmayanlar daha çabuk öğrenirdi. Çünkü imkânı kısıtlı, deneme şansı azdı. O deneme şansıysa bisikleti olan arkadaşının kısa süre için verdiği zaman dilimiydi. O kısacık zaman diliminde sokağın köşesinden dönüp gelmesiydi. Bazı uyanık çocuklar köşeye varır dönüş yolunda bir u dönüş ile köşeye tekrar varır ve bunu büyük kâr sayardı kendine. Tabi iyi niyeti istismara uğrayan bisikletin sahibi arkadaşının güvenini de kaybederek.

Daha sonra her çocuğun bisikleti oldu ve sokaklarda bisiklet yarışı yapılarak sürüş kabiliyeti gelişti çocukların. Küçük tekerli bisikletlerin ulaştığı azami hız sürüş deneyimini geliştiren çocukları tatmin etmeyince onlar da ya babalarının ya da dedelerinin ‘u’ dümenli bisikletlerine binmeye başladı. Ne de olsa onların tekerleri daha büyük ve daha ince, pedal kolları da daha uzun.

Tabi boyumuz kısa olduğundan dolayı, bisikletin üst kadro demirinden bacağımızı atamadığımızdan biz de bacağımızı aradan atıp ‘bacakarası sürüş’ dediğimiz metodu geliştirdik. O şekilde sürüş yapabilmek için bisikletin sol tarafına gelip sağ bacağımızı kadronun arasından geçirip sağ pedala koyar ve sol ayağımızı da sol pedala koyar o şekilde devam ederdik sürüşe. Tabi bu yamuk duruştan dolayı da bisiklet hafif sağa yatık olur ve bisiklet hafifçe tekerin yanağı üzerinde giderdi.

Bu sürüşte en riskli durumla sağ diz kapağımız karşılaşırdı. Zira alt kadro demirinin üst kısmında bisiklet pompa yeri olurdu. O yerde birbirine bakan ‘L’ şeklinde iki tane ucu sivri demir parçası olurdu. Pompa o iki demir parçasına sıkıştırılırdı. Tabi çalınma durumuna karşı pompalar evde tutulduğundan orası boş kalırdı ve diz kapağımızı sivri kısmı aşağı bakan üst taraftaki demir yere çarpardı. Ama acısı çabuk geçerdi.

Daha sonra bizler büyüdük, büyük bisikletlere normal şekilde biner hale geldik ve düz dümenli, vitesli bisikletler çıktı. Suluğu ve üçgen şeklinde çantası olanlardan… On sekiz vitesli bisikletler en lüks olanıydı, yirmi bir vites olanlar tutulmazdı, yirmi dört vites olan bisikletler de pek azdı; sahibi mahallede elle gösterilirdi.

Bu özelliklerden sonra bir de ön maşadan amortisörlü bisikletler çıktı ve özentimiz bir nebze daha arttı.

Ne özentiler biter bu dünyada ne de özenilecek şeyler…

Süfyan-ı Servî (r.a.) beraberinde yürüyen ve o esnada başını kaldırıp mamur ve yüksek bir kapıya bakan arkadaşına: “Sakın ona ve onun gibi kapılara bakma. Çünkü senin gibiler o kapılara bakmamış olsaydı, onların sahipleri de bu israfa girmezlerdi” dedi.

Daha sonra bedenlerimizin büyümesi durdu ama isteklerimizin büyümesi hiç durmadı.

Bir de şöyle düşünün! İnsanlığı ölen bedenler neyle yaşarlar?

Bir zamanlar sahip olabileceğimiz en büyük oyuncak olan bisikletlerimiz şimdi bodrumlarda ve markası bile okunmayacak şeklide toz tabakasına kaplanmış halde. Onların toza karşı alerjisi olabileceğini hiç düşünmeden terk ettik evimizin mahzenlerine.

Sahip olmaya çalıştığımız, uğruna birçok fedakârlık yaptığımız birçok dünyevi malın da bir zaman sonra en kıymetli oyuncağımız olan bisiklet gibi tozlar içinde kalıp harabe olacağını düşünüyor muyuz?

“Bir şeyler fazlalaştıkça hayatımızda, bir şeylerde eksiliyor” dedi, Gökhan ÖZCAN abimiz.

Zaman geçti!

Bir su gibi, bir rüzgâr gibi…

Bizler de büyüdük…

Büyümek isterken eskiyi özleyeceğimizi de bilemeden.

Çocuktuk, cahildik, bilmiyorduk…

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.