Gençlik inceleme yazı serisi
Dışından bütün ihtişamı ile görünen bir ağacın içine bir kurt girerse, zamanla o kurt ağacın içini yiyerek boşaltılır. Kuvvetli bir rüzgâr çıktığında ise “bunu hiçbir kuvvet yıkamaz” zannettiğimiz ağacın bir kütük gibi devrilmiş olduğunu görürüz. Aslında ağaca nispetle kurt çok küçük bir hayvandır ve bu kurdun bir ağacın yıkılmasını sağlayabileceği düşünülemez.
Bir ağaca benzeyen toplum da onu oluşturan fertlerin aile bağları, akrabalık bağları, komşuluk bağları, hemşerilik bağları, zengin ve fakir arasındaki yardımlaşma (zekât, sadak-i fıtır, bağış ve hibeler) sivil toplum çalışmaları ve vakıf çalışmalarından hâsıl olan manevi bağlarla ayakta durur. Bunlara ilaveten toplum olarak aynı şeylere sevinmek ve üzülmek (tasada ve kıvançta birlik) gibi bağlara “milli duygular” demekteyiz.
Bu ve buna benzer bağlarla birbirlerine kenetlenmiş toplumlara “millet” denir. Bu bağların bulunmadığı materyalist topluluklarda, kalabalık manasına gelen bir isim verilir ki o da “halk” tır. İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy; “Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez” derken işte toplundaki bu yapının önemine işaret etmektedir.
Ancak topluma bencillik, kendini düşünme, yalan (başkasını hakkını alma) zan, iftira gibi kötü duygular sardığında artık toplum eski özelliğini kaybeder ve bir muazzam toplum gücü basit bir ferdi güce dönüşür. Milyar tane ferdi güç artık tek bir ferdi güce eşit olur.
BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR
Mevlana hazretleri, Mesnevi isimli eserinde bu olayı şu veciz hikâye ile anlatır.
“Her tarafın karlarla kaplı olduğu bir kış günü, rızklarını aramak ve boş mideleri doldurmak üzere guruplar halinde kuşlar havada uçmaktadırlar. Bu durumu bilen ve kuşları yakalamak isteyen bir avcı karların üzerine kuşların konmasını sağlamak üzere biraz yem atar ve oraya ağını gerer.
Kuşlar ağdan habersiz yemleri gagalamak için karın üzerine inince, her birinin bacağına ağın bir ilmiğinin sarıldığını görürler. Her biri ağdan kurtulabilmek için çırpınmaya ve kanat çırpmaya başlar. Fakat kanat çırpış o kuşu ağa daha çok bağlar ve bu çırpınma onların yorgunluklarını artırmaktan başka bir işe yaramaz.
Durumun vahametini (çok acıklı olduğunu) fark eden bir bilgin kuş; “Kardeşlerim, durun kanatlarınızı boşa çırparak gücünüzü boşa harcamayın. Şu anda hepimiz bir avcını ağına düşmüş bulunuyoruz. Buradan kurtulabilmek için sizlere bir teklifim (önerim) var.
Durun, kanat çırpmayı bırakın. Bir müddet dinlenin ve eski gücünüzü toplayın. Sonra ben komut vereyim. Hep birlikte aynı yöne gitmek için kanatlarımızı çırpalım” der.
Bu tavsiyeye (teklife) uyan kuşlar, bilgin kuşun verdiği komutla kanatları hep birlikte çırpmaya başlarlar ve yüzlerce kuşun aynı anda oluşturduğu kaldırma kuvveti sayesinde kendilerini yakalayan ağı yerden kaldırarak avcını ulaşamayacağı bir yere getirirler. Orada gagalarıyla ağı kemirerek kurtulurlar.”
BİRLİĞİ BOZAN HASTALIKLAR
İnsanlar arasında soğukluk meydana getiren onları birbirlerine dargın veya düşman yapan bütün kötü huy ve davranışlar toplumun birlik ve beraberliğini bozar. Bunların başında da “Zan” gelmektedir. Zan; bir konu hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olunmadığı halde o konu hakkında hüküm yürütmektir.
Her olaya ve eşyaya iyi düşüncelerle yaklaşan kimsenin zannına “hüsn-ü zan (iyi zan)” her gördüğün şeyin arkasında kötülükler olduğunu söyleyen kimsenin zannına da “sui zan (kötü zan)” denir. Kaçınmamız gereken kötü zandır.
Dışarıdan bakıldığında, bakana yanlış veya ters gelen nice olaylar aslında iyi niyetlerle ve iyilik olması için yapılmışlardır. Olayın dış görünüşüne göre karar verir ve hareketlerinizi bu konuya göre ayarlarsanız, çok geçmez yanılmış olduğunuzu görürsünüz. Ve tabii bu yanlış zandan dolayı bazı insanları da etkilemişseniz, o insanlarında vebalini omuzlarınızda taşıyorsunuz demektir.
O halde zanla hareket etmemek için “Bilmek” konusunu ele alalım. Bilmek, üçe ayrılmaktadır. Bunlar, eskilerin tabiriyle; “Bunlar; ilm’el yakin bilmek, ayn’el yakin bilmek ve hakk’el yakin bilmektir, denilmiştir.
Bir şeyin varlığını okuyarak öğrenmek, o şeyi ilm’el yakin bilmek anlamı taşır. O şeyi gözle görmek ve incelemek de ayn’el yakın bilmek sınıfına girmektedir. O şeyin yapılışında veya olayın içerisinde bizzat yaşamak ise hakk’el yakin bilmek manalarını taşımaktadır.
Değerli bir hocamız bu konulara misal (örnek) verirken “Atlas okyanusunu” ele alırdı. Eğer coğrafya dersinde Atlas okyanusunu öğrenmişseniz bu onu ilm’el yakin biliyorsunuz demektir. Eğer bir gemiye binerek Atlas okyanusundan geçmiş ve burada Atlas okyanusunu incelemişseniz bu da Ayn’el yakin (gözle görme) demektir, demişti. Bilmenin bir başka şekli de Hakk’el yakin bilmedir ki, geminiz Atlas okyanusunda batmış, siz deniz üzerinde batmamak için çırpınıyorsanız bu da Atlas okyanusunu bilmek olur ama bu bilmeler birbirlerinden çok farklıdır” derdi.
ZAN, NELERE SEBEP OLUYOR
Her toplulukta güvenilir, sağlam ve sadık insanlar olabildiği gibi şüpheci, hizip çıkarmaya müsait, güvenilmez insanlar da bulunmaktadır. Bu insanlar genellikle hastalığın kendi kalplerinde olduğunu bilmezler de karşıdaki insanlara çamur atar dururlar. Bilhassa o toplumu yöneten bir başkan var da çalışmalarında kararlarının gerekçelerini kamuoyuna açıklamamışsa, hemen dedi kodu başlar. “Bakın işte burada yanlış yapıyor. Tenkit etmek benim de hakkım. Bizim başkan kendi kafasının doğrusuna gidiyor v.b” sözlerle yapılan çalışmayı ve dolayısıyla başkanını tenkit eder, dururlar.
Etraflarında kendilerini dinleyenler de bulurlarsa artık çoştukça çoşarlar. Netice de üyelerinin tek kalp ve tek gönül yapması gereken çalışmalar bu yanlış kulisler sebebiyle parçalara ayrılır. Bu parçalara siyasi platformda “hizip” denmektedir.
Hizipler genellikle kendi inanç ve kanatlarını karşı tarafa kabul ettirmek ve toplumda kendi fikirlerinin egemen olmasını istediklerinden baskıcı ve kavgacıdırlar. Mesela Dernek ve partilerin Genel kurul toplantılarında yaşanan kavgaların sebebi bu hizipler savaşıdır.
Hizipleşmenin akıbeti ise bir gaye için bir araya gelmiş insanların parçalanması ve insanların birbirlerinden uzaklaşmasını doğurmaktadır.
Dışından bütün ihtişamı ile görünen bir ağacın içine bir kurt girerse, zamanla o kurt ağacın içini yiyerek boşaltılır. Kuvvetli bir rüzgâr çıktığında ise “bunu hiçbir kuvvet yıkamaz” zannettiğimiz ağacın bir kütük gibi devrilmiş olduğunu görürüz. Aslında ağaca nispetle kurt çok küçük bir hayvandır ve bu kurdun bir ağacın yıkılmasını sağlayabileceği düşünülemez.
Bir ağaca benzeyen toplum da onu oluşturan fertlerin aile bağları, akrabalık bağları, komşuluk bağları, hemşerilik bağları, zengin ve fakir arasındaki yardımlaşma (zekât, sadak-i fıtır, bağış ve hibeler) sivil toplum çalışmaları ve vakıf çalışmalarından hâsıl olan manevi bağlarla ayakta durur. Bunlara ilaveten toplum olarak aynı şeylere sevinmek ve üzülmek (tasada ve kıvançta birlik) gibi bağlara “milli duygular” demekteyiz.
Bu ve buna benzer bağlarla birbirlerine kenetlenmiş toplumlara “millet” denir. Bu bağların bulunmadığı materyalist topluluklarda, kalabalık manasına gelen bir isim verilir ki o da “halk” tır. İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy; “Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez” derken işte toplundaki bu yapının önemine işaret etmektedir.
Ancak topluma bencillik, kendini düşünme, yalan (başkasını hakkını alma) zan, iftira gibi kötü duygular sardığında artık toplum eski özelliğini kaybeder ve bir muazzam toplum gücü basit bir ferdi güce dönüşür. Milyar tane ferdi güç artık tek bir ferdi güce eşit olur.
BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR
Mevlana hazretleri, Mesnevi isimli eserinde bu olayı şu veciz hikâye ile anlatır.
“Her tarafın karlarla kaplı olduğu bir kış günü, rızklarını aramak ve boş mideleri doldurmak üzere guruplar halinde kuşlar havada uçmaktadırlar. Bu durumu bilen ve kuşları yakalamak isteyen bir avcı karların üzerine kuşların konmasını sağlamak üzere biraz yem atar ve oraya ağını gerer.
Kuşlar ağdan habersiz yemleri gagalamak için karın üzerine inince, her birinin bacağına ağın bir ilmiğinin sarıldığını görürler. Her biri ağdan kurtulabilmek için çırpınmaya ve kanat çırpmaya başlar. Fakat kanat çırpış o kuşu ağa daha çok bağlar ve bu çırpınma onların yorgunluklarını artırmaktan başka bir işe yaramaz.
Durumun vahametini (çok acıklı olduğunu) fark eden bir bilgin kuş; “Kardeşlerim, durun kanatlarınızı boşa çırparak gücünüzü boşa harcamayın. Şu anda hepimiz bir avcını ağına düşmüş bulunuyoruz. Buradan kurtulabilmek için sizlere bir teklifim (önerim) var.
Durun, kanat çırpmayı bırakın. Bir müddet dinlenin ve eski gücünüzü toplayın. Sonra ben komut vereyim. Hep birlikte aynı yöne gitmek için kanatlarımızı çırpalım” der.
Bu tavsiyeye (teklife) uyan kuşlar, bilgin kuşun verdiği komutla kanatları hep birlikte çırpmaya başlarlar ve yüzlerce kuşun aynı anda oluşturduğu kaldırma kuvveti sayesinde kendilerini yakalayan ağı yerden kaldırarak avcını ulaşamayacağı bir yere getirirler. Orada gagalarıyla ağı kemirerek kurtulurlar.”
BİRLİĞİ BOZAN HASTALIKLAR
İnsanlar arasında soğukluk meydana getiren onları birbirlerine dargın veya düşman yapan bütün kötü huy ve davranışlar toplumun birlik ve beraberliğini bozar. Bunların başında da “Zan” gelmektedir. Zan; bir konu hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olunmadığı halde o konu hakkında hüküm yürütmektir.
Her olaya ve eşyaya iyi düşüncelerle yaklaşan kimsenin zannına “hüsn-ü zan (iyi zan)” her gördüğün şeyin arkasında kötülükler olduğunu söyleyen kimsenin zannına da “sui zan (kötü zan)” denir. Kaçınmamız gereken kötü zandır.
Dışarıdan bakıldığında, bakana yanlış veya ters gelen nice olaylar aslında iyi niyetlerle ve iyilik olması için yapılmışlardır. Olayın dış görünüşüne göre karar verir ve hareketlerinizi bu konuya göre ayarlarsanız, çok geçmez yanılmış olduğunuzu görürsünüz. Ve tabii bu yanlış zandan dolayı bazı insanları da etkilemişseniz, o insanlarında vebalini omuzlarınızda taşıyorsunuz demektir.
O halde zanla hareket etmemek için “Bilmek” konusunu ele alalım. Bilmek, üçe ayrılmaktadır. Bunlar, eskilerin tabiriyle; “Bunlar; ilm’el yakin bilmek, ayn’el yakin bilmek ve hakk’el yakin bilmektir, denilmiştir.
Bir şeyin varlığını okuyarak öğrenmek, o şeyi ilm’el yakin bilmek anlamı taşır. O şeyi gözle görmek ve incelemek de ayn’el yakın bilmek sınıfına girmektedir. O şeyin yapılışında veya olayın içerisinde bizzat yaşamak ise hakk’el yakin bilmek manalarını taşımaktadır.
Değerli bir hocamız bu konulara misal (örnek) verirken “Atlas okyanusunu” ele alırdı. Eğer coğrafya dersinde Atlas okyanusunu öğrenmişseniz bu onu ilm’el yakin biliyorsunuz demektir. Eğer bir gemiye binerek Atlas okyanusundan geçmiş ve burada Atlas okyanusunu incelemişseniz bu da Ayn’el yakin (gözle görme) demektir, demişti. Bilmenin bir başka şekli de Hakk’el yakin bilmedir ki, geminiz Atlas okyanusunda batmış, siz deniz üzerinde batmamak için çırpınıyorsanız bu da Atlas okyanusunu bilmek olur ama bu bilmeler birbirlerinden çok farklıdır” derdi.
ZAN, NELERE SEBEP OLUYOR
Her toplulukta güvenilir, sağlam ve sadık insanlar olabildiği gibi şüpheci, hizip çıkarmaya müsait, güvenilmez insanlar da bulunmaktadır. Bu insanlar genellikle hastalığın kendi kalplerinde olduğunu bilmezler de karşıdaki insanlara çamur atar dururlar. Bilhassa o toplumu yöneten bir başkan var da çalışmalarında kararlarının gerekçelerini kamuoyuna açıklamamışsa, hemen dedi kodu başlar. “Bakın işte burada yanlış yapıyor. Tenkit etmek benim de hakkım. Bizim başkan kendi kafasının doğrusuna gidiyor v.b” sözlerle yapılan çalışmayı ve dolayısıyla başkanını tenkit eder, dururlar.
Etraflarında kendilerini dinleyenler de bulurlarsa artık çoştukça çoşarlar. Netice de üyelerinin tek kalp ve tek gönül yapması gereken çalışmalar bu yanlış kulisler sebebiyle parçalara ayrılır. Bu parçalara siyasi platformda “hizip” denmektedir.
Hizipler genellikle kendi inanç ve kanatlarını karşı tarafa kabul ettirmek ve toplumda kendi fikirlerinin egemen olmasını istediklerinden baskıcı ve kavgacıdırlar. Mesela Dernek ve partilerin Genel kurul toplantılarında yaşanan kavgaların sebebi bu hizipler savaşıdır.
Hizipleşmenin akıbeti ise bir gaye için bir araya gelmiş insanların parçalanması ve insanların birbirlerinden uzaklaşmasını doğurmaktadır.