“Biz ilkokuldan sonra Kayseri Anatemir fabrikası Çırak Okulunda okuyan orta okul öğrencisi gencecik çocuklardık.(..) bu okulun beş dönem aldığı 250 öğrencisi arasından yetişen üç yazar, şair ve edebiyat adamıydık. Mustafa Miyasoğlu, Hasan Nail Canat ve ben” diyor “Bir Yaşama Biçimi Edebiyat” isimli yeni eserinde.
“Necip Fazıl Şiiri, Kültür ve Edebiyatımızdan Manzum Portreler ve Rubaiyyât-ı Oğuz, Rubaiyyât-ı Oğuz:2 Geleneğin İzinde” gibi eserleri; kültür sanat edebiyat konusunda Türk Edebiyatı, Hisar, Erciyes, Berceste, Büyük Doğu; Millî Kültür; Somuncu Baba gibi çeşitli dergilerde deneme inceleme, eleştiri yazıları bulunan Şair-Yazar Bekir Oğuzbaşaran; hâlen Erciyes Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatı Öğretim Görevlisi olarak çalışmakta.
Kitabının ilk başında Yazmak, Şair(lik), Şiir, Edebiyatın özü, Eleştiri gibi meseleler üzerine hassas belirlemeler, tespitlerde bulunup, Edebiyat Deryasına açılıyor. Yazmanın gayesi, hedefleri nedir, yazı bilincine nasıl erişilir, işaret ediyor.
“Kişisel tarihini yazıyla başlatmak(...) Dil içinde yeni bir dil oluşturmak(...) kendi özünün bilincine ulaşmak(...) yaratılmışla ve Yaratan’la dost olmaktır yazmak.”
Şairlikse, “benlik madenini, ruh mücevherini mütemadiyen işlemektir”(sh.14)
Gene şiir “Dünyâya ses, şekil, koku ve renk verendir.”(sh.17)
Kayseri’nin yetiştirdiği başta Mimar Sinan, Kadı Burhaneddin, Seyrani, Mevlevî şeyhi Ahmet Remzi Akyürek, Coşkun Ertepınar, Mustafa Necati Karaer, İsmet Özel, Muhsin İlyas Subaşı, Ümit Fehmi Sorgunlu, Sergül Vural, Abdullah Satoğlu gibi değişik kesim ve devirlerden bazı sanatçılara, şairlere özel yer veriyor ama önemli bir yaraya, bir anlayışın yanlışlığına da işaret ederek, özeleştiride bulunmaktan geri durmuyor:
“İnsanlar paraları kadar değil, bilgileri, görgüleri, yetenekleri, fikirleri ve duyguları, projeleri ölçüsünde konuşmalı ve yazmalıdırlar.” (sh. 164).
Sadece Kayseri’nin değil, Türkiye’nin açmazı; fikre ve kültüre, bilime yeterince önem verilmemesi, maddî değerlerin hayatımızdaki tazyiki rehberliği.
Sayın Oğuzbaşaran, edebiyatımızın parlak yıldızlarından ve mutantan zekâlarından olan Necip Fazıl Kısakürek’in sanat ve kültürümüzdeki yerine, nesiller üzerindeki etkisine de değinmiş eserinde.
Arkadaşlarıyla birlikte; Büyük Doğu Dergileri okumuş, konferanslarında bulunmuş, Kayseri’deki Büyük Doğu Fikir kulübüne gitmişlerdir.
“Üstad Necip Fazıl büyük bir yazardı. Biz de yazar olmalıydık. Üstad Necip Fazıl, büyük bir tiyatro yazarı ve tiyatro adamıydı aynı zamanda.. biz de tiyatro ile yakından ilgilenmeliydik.”(sh. 83)
Yine Mehmet Âkif gibi, gönül bağlantısı kurduğu, akrabalık duyduğu değerlerdendir Arif Nihat Asya…
Bekir Beyefendiye göre O; “Cumhuriyet döneminde millî edebiyatın mirasını geliştiren, genişleten ve zenginleştiren(..) kimi şiirlerinde Necip Fazıl kadar derinleşen(..) Hz. Peygamber sevgisini terennüm eden, son devir edebiyatımızın önde gelen N’atgû’larından, Türkçenin bayraklaşan şâirlerinden biridir”.(sh 85-94)
“Duâyla şiir arasında ne kadar sıkı bir bağ, çok yönlü bir bağlantı var. Sanıyorum her ikisi de aynı ilâhî ve rahmanî kaynaktan doğuyor, besleniyor.. Bir kere her ikisi de ilham adı verilen havuzdan alınıyor(..) Her ikisi de hikmetin çocuğu” diyerek düşüncelerini sürdürüyor “Duâ ve Şiir” isimli denemesinde.
Dilekler, niyazlar; lâtif bir zincir gibi, sürüp gidiyor, kanatlanıyor sayfalar boyunca: “Bir dil istiyorum: Duâdan başka söz bulamayan(…) Bir gönül istiyorum: Sevgi bahçesinde açılan.(…) Bir kelime istiyorum: Ebedî kurtuluşa vesile olan…”
Nitekim kitabın sonunu, bir çeşit dua, “İftihar ve teşekkür belgesiyle” taçlandırıyor: “Allah tarafından bir insan ve kul olarak yaratıldığım için iftihar ediyorum(..) Selçuklu’nun ve Osmanlı’nın torunu olmak da benim için en büyük şeref madalyaları(…) Ahî Evran’ların, Somuncu Baba’ların, İbrahim Tennûrî’lerin yaşadığı şehirden olmak, bir ayrıcalık değil midir?”
Kitabın bütününde edebiyatla yürüyen, kalemine dolanmış kelimelerle hayatına nizam veren, şiirle yaşayan bir edebiyatçıyla karşılaşıyoruz.
Bilgelikle “metafizik ürpertilerle” karışmış, bir edebiyat sesi, bir güzellik neşidesi: “Bir Yaşama Biçimi Edebiyat”.
Bekir Oğuzbaşaran; Bir Yaşama Biçimi Edebiyat, Romantik Kitap, 2010.
“Necip Fazıl Şiiri, Kültür ve Edebiyatımızdan Manzum Portreler ve Rubaiyyât-ı Oğuz, Rubaiyyât-ı Oğuz:2 Geleneğin İzinde” gibi eserleri; kültür sanat edebiyat konusunda Türk Edebiyatı, Hisar, Erciyes, Berceste, Büyük Doğu; Millî Kültür; Somuncu Baba gibi çeşitli dergilerde deneme inceleme, eleştiri yazıları bulunan Şair-Yazar Bekir Oğuzbaşaran; hâlen Erciyes Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatı Öğretim Görevlisi olarak çalışmakta.
Kitabının ilk başında Yazmak, Şair(lik), Şiir, Edebiyatın özü, Eleştiri gibi meseleler üzerine hassas belirlemeler, tespitlerde bulunup, Edebiyat Deryasına açılıyor. Yazmanın gayesi, hedefleri nedir, yazı bilincine nasıl erişilir, işaret ediyor.
“Kişisel tarihini yazıyla başlatmak(...) Dil içinde yeni bir dil oluşturmak(...) kendi özünün bilincine ulaşmak(...) yaratılmışla ve Yaratan’la dost olmaktır yazmak.”
Şairlikse, “benlik madenini, ruh mücevherini mütemadiyen işlemektir”(sh.14)
Gene şiir “Dünyâya ses, şekil, koku ve renk verendir.”(sh.17)
Kayseri’nin yetiştirdiği başta Mimar Sinan, Kadı Burhaneddin, Seyrani, Mevlevî şeyhi Ahmet Remzi Akyürek, Coşkun Ertepınar, Mustafa Necati Karaer, İsmet Özel, Muhsin İlyas Subaşı, Ümit Fehmi Sorgunlu, Sergül Vural, Abdullah Satoğlu gibi değişik kesim ve devirlerden bazı sanatçılara, şairlere özel yer veriyor ama önemli bir yaraya, bir anlayışın yanlışlığına da işaret ederek, özeleştiride bulunmaktan geri durmuyor:
“İnsanlar paraları kadar değil, bilgileri, görgüleri, yetenekleri, fikirleri ve duyguları, projeleri ölçüsünde konuşmalı ve yazmalıdırlar.” (sh. 164).
Sadece Kayseri’nin değil, Türkiye’nin açmazı; fikre ve kültüre, bilime yeterince önem verilmemesi, maddî değerlerin hayatımızdaki tazyiki rehberliği.
Sayın Oğuzbaşaran, edebiyatımızın parlak yıldızlarından ve mutantan zekâlarından olan Necip Fazıl Kısakürek’in sanat ve kültürümüzdeki yerine, nesiller üzerindeki etkisine de değinmiş eserinde.
Arkadaşlarıyla birlikte; Büyük Doğu Dergileri okumuş, konferanslarında bulunmuş, Kayseri’deki Büyük Doğu Fikir kulübüne gitmişlerdir.
“Üstad Necip Fazıl büyük bir yazardı. Biz de yazar olmalıydık. Üstad Necip Fazıl, büyük bir tiyatro yazarı ve tiyatro adamıydı aynı zamanda.. biz de tiyatro ile yakından ilgilenmeliydik.”(sh. 83)
Yine Mehmet Âkif gibi, gönül bağlantısı kurduğu, akrabalık duyduğu değerlerdendir Arif Nihat Asya…
Bekir Beyefendiye göre O; “Cumhuriyet döneminde millî edebiyatın mirasını geliştiren, genişleten ve zenginleştiren(..) kimi şiirlerinde Necip Fazıl kadar derinleşen(..) Hz. Peygamber sevgisini terennüm eden, son devir edebiyatımızın önde gelen N’atgû’larından, Türkçenin bayraklaşan şâirlerinden biridir”.(sh 85-94)
“Duâyla şiir arasında ne kadar sıkı bir bağ, çok yönlü bir bağlantı var. Sanıyorum her ikisi de aynı ilâhî ve rahmanî kaynaktan doğuyor, besleniyor.. Bir kere her ikisi de ilham adı verilen havuzdan alınıyor(..) Her ikisi de hikmetin çocuğu” diyerek düşüncelerini sürdürüyor “Duâ ve Şiir” isimli denemesinde.
Dilekler, niyazlar; lâtif bir zincir gibi, sürüp gidiyor, kanatlanıyor sayfalar boyunca: “Bir dil istiyorum: Duâdan başka söz bulamayan(…) Bir gönül istiyorum: Sevgi bahçesinde açılan.(…) Bir kelime istiyorum: Ebedî kurtuluşa vesile olan…”
Nitekim kitabın sonunu, bir çeşit dua, “İftihar ve teşekkür belgesiyle” taçlandırıyor: “Allah tarafından bir insan ve kul olarak yaratıldığım için iftihar ediyorum(..) Selçuklu’nun ve Osmanlı’nın torunu olmak da benim için en büyük şeref madalyaları(…) Ahî Evran’ların, Somuncu Baba’ların, İbrahim Tennûrî’lerin yaşadığı şehirden olmak, bir ayrıcalık değil midir?”
Kitabın bütününde edebiyatla yürüyen, kalemine dolanmış kelimelerle hayatına nizam veren, şiirle yaşayan bir edebiyatçıyla karşılaşıyoruz.
Bilgelikle “metafizik ürpertilerle” karışmış, bir edebiyat sesi, bir güzellik neşidesi: “Bir Yaşama Biçimi Edebiyat”.
Bekir Oğuzbaşaran; Bir Yaşama Biçimi Edebiyat, Romantik Kitap, 2010.