Konya'ya laf yok... Gerçi karalayan, kendince dudak büküp küçümseyen çok. (Fakat çokluk, çoğunlukla sanıldığı kadar kayda değer ve anlamlı değildir.) Basma kalıp ön yargılarla ve kulaktan dolma bir kaç kötücül sözle ve kötü niyetle beslenen ve aslında tamamen kör bir cehaletten kaynaklanan bu eylemin karşısında, nedendir bilmem, dinime sövülmüş gibi, vatanıma dil uzatılmış gibi; o kadar derinden ve ciddi bir şekilde kızıyor ve kırılıyorum. Hoş, kentin tarihî öneminden ve gelişmiş şehircilik anlayışından ve son yıllarda basbayağı parlayıp güzelleşen yüzünden, çehresinden ve simasından bahsedeceğim bir yazı değil bu. Daha çok, kişisel bir yazı olacak bu...
Meram, diyecektim. Konya denilince, 'etliekmek' ve 'Mevlana' sözcüklerinin ardından akla hemen geliveren ilk kelime. Yani ilk 3'te. Yüz ölçümü, bazı Anadolu kentlerinden katbekat büyük olan Meramımız, meramımız ve dermanımız...
Ne olurdu değmeseydi mabedimin göğsüne namahrem eller? Kamulaştırma, rekreasyon kılıflarıyla, zaten çıplak hali yeterince albenili ve ışıltılı olan bir bedeni değişim ve dönüşüm süreçlerine hiç tabi tutmasaydık? Az ötede çocukluğum var çünkü benim... Az ötede, rahmetli babaannemin ve dedemin evi; mabedimin göğsü, çocukluğum var.
Evet, az ötede. Yürüyüş süresi bir kaç dakikayı bulabilecek bir uzaklıkta. Ya da, elimi uzatsam dokunabileceğim bir yakınlıkta.
Zaman ve uzam(mekan) kesişiminden, bu değerlerden yalnızca birini çıkartsak bile olmuyor ve fakat. Olmuyor. Dönemiyorsunuz. Mekan, tek başına yeterli olmuyor 'orada' olabilmek için. Şimdi, elimi uzatsam dokunabileceğim o yere gitsem, çocukluğumu orada bulamam ya!
Meram denilince içimin hep ürpermesi bundandır işte. Uzam kavramını tam karşılığıyla doğrulayan bir adresin, zaman karşısındaki eli kolu bağlı hali ve çaresizliğinin aklıma gelmesinden; kaybolan çocukluk dönemini geri getirmeye hiç bir 'zaman sihirbazı'nın gücünün yetmeyişinden, sözünün geçmeyişinden... "Bari mekana dokunmayın ve değiştirmeyin" diyorum işte, sözünün dinlenmeyeceğini bilen her çaresizin asileşip yozlaştığı acı dolu bir ifadeyle.
Çocukluk, insanın ana yurdu, ata diyarı gibidir çünkü. O dönemi hatırlatan her kim ya da her ne var ise, ona dünya dışı bir kıymet atfettiğiniz, öyle dokunulmaz, öyle mahrem bir dönemdir. Özeldir.
Dün gibi hatırlarım, henüz çocukluk döneminin sonlarındayken kaybettiğim rahmetli dedemi ve daha çok da babaannemi. Meram'daki evlerini; evlerini ve Meram'ı.
Meram... Çocukluk hatıralarımı yenileyip yapılandırmaya, hele hele, kamulaştırmaya kimin gücü yetebilir ki şimdi? Artık kuruyan Meram Deresi'nin hatrımdaki gürül gürül çağlama sesine, bahsettiğim o evin bahçesini hala suluyor oluşuna set çekmeye kimin gücü yetti ki sanki?
Ben de... Anıları kamulaştırmaya, değiştirip dönüştürmeye kim kalkışacakmış, şaşarım!