Eski devirlerde harplerde alınan esirler öldürülmez, işkence edilmez, hapse atılıp orada çürütülmez, bir şahsa veya aileye bağlı olarak çalıştırılır, böylece onların da ülke ekonomisine katkıları sağlanırmış. Tabi köleler kendileri gibi köle olan eşle evlendirilirlermiş. Bunlardan doğan çocuk ta yine köle olarak kalırmış.
İslam’da köleler zaman zaman azat edilir (serbest bırakılır) hatta serbest bırakılmak teşvik edilir, böyle yapanlara büyük sevaplar verilir. Onlara kesinlikle zulmedilmez, onlar sahipleri yediklerinden yer ve giydiklerinden giyinirler.
Peygamberimize uzun yıllar hizmet eden ve bir köle olan Usame bin Zeyt (r.a) babasının kendisini almaya gelmesi üzerine kendisi Peygamberimizin yanında kalmayı tercih etmiş (seçmiş). Daha sonra bu köle İslam ordularında başkumandanlık da yapmıştı.
İşte Gazneliler döneminde de Ayaz adlı bir köle varmış. Takdir-i İlahi bu ya bu köle bir gün Sultan Mahmut’un kölesi olmuş.
Sultan, köleyi ve çalışmalarını inceleyerek onun taşıdığı asil karakteri, yaptığı işleri iyi bilmesi, çalışkanlığı, azmi, sabrı ve sebatı (iş bitinceye kadar o işin peşinde olması) sebebiyle onu çok sevmiş. Bir konu hakkında fikri sorulunca bu kölenin verdiği cevaplar, onun yapmakta olduğu işlerin çok ötesindeki işlerin de bilgilerine sahip olduğunu göstermekteymiş.
HAZİNEDARI ÇEKEMEYENLER
Derken köle Sultan'ın öylesine itimadını kazanmış ki, bütün sultanlığın hazinedarı olarak tayin edilmiş ve en kıymetli ve zarif mücevherler, taşlar ona emanet edilir olmuş.
Bu gelişmeyi gören saraylılar ise durumdan pek rahatsız olmuşlar. Hasetleri (kıskançlıkları) ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit bir köleye böyle yüksek bir mevki verilmesine ve bir anda kendi rütbelerine çıkarılmasına bir türlü hazmedememişler.
Bu duygular içinde, özellikle Sultan yakınlarında olanlar, ondan gün geçtikçe daha çok şikâyet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını (saygınlığını) zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar.
Bir gün Sultan'ın huzurunda, bir saraylının diğerine şöyle dediği duyulmuş: "Köle Ayaz'ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musun? Onun mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim.”
Sultan kulaklarına inanamamış. Güvenip de kendisine emanet edilen hazinenin köle tarafından çar-çur edilip edilmediğini (israf etme veya aşırma) kendisi görmek istemiş.
"İşin aslını kendi gözlerimle görmeliyim" demiş ve hazinenin saraya bitişik duvarına küçük bir delik yaptırıp, içeride olanları seyretmek istemiş.
ASIRLIK BİR DERS
Bu takip esnasında bir gün kölenin sessizce hazine dairesine girdiğini, kapıyı kapattığını ve orada bulunan bir küçük sandığa gittiğini görmüş.
Köle doğruca kıymetli ve değerli taşların arkasına yönelmiş ve arkadan bir bohça çıkarmış. Orada sakladığı küçük bir bohçaymış bu. Bohçayı öpmüş alnına koymuş ve sonra da açmış. İçinden çıkan, onun köleyken giydiği yırtık pırtık bir elbiseymiş.
Eski elbiselerini giymiş ve aynanın karşısına geçerek kendi kendine; "Bu elbiseyi giydiğin zamanlar, kim ve nasıl biri olduğunu hatırlıyor musun?" diye sormuş. Ve arkasından ilave etmiş;
"Bir Hiçtin sen... Hep satılacak bir köleydin ve Allah, Sultan'ın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler lütfetti. Asla nereden geldiğini unutma! Çünkü mal mülk insanın hafızasınıuçurur, insanı hıyanetlere (kötülük yapmaya) sürükler. Şimdi sen de bu gün nimetçe senden aşağı olanlara sakın kibirle bakma ve daima geçmişini hatırla. Ayaz, hatırla, hatırla…" demiş.
Eski elbiselerini çıkarmış sandığın içine yerleştirmiş ve sandığı kapatmış, kilitlemiş. Geldiği gibi sessizce kapıya doğru yürümüş. Hazine dairesinden çıkarken birden Sultan'la yüz yüze gelivermiş.
SULTAN’IN ALDIĞI DERS
Sultan, gözlerini Ayaz'ın yüzüne dikmiş dururken, yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyormuş. Boğazına öyle düğümlenen bir zorluk onun konuşmakta güçlük çektiğini gösteriyormuş. Bir müddet sonra;
"Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedarıydın, ama şimdi kalbimin de hazinedarı oldun” demiş.
Sultan devamla, “Benim de Allah önünde bir hiç olduğumu, Sultan olarak maiyetimdekilere (yanımda çalışanlara) nasıl davranmam gerektiğinin dersini verdin" diyerek onu takdir etmiş (yüceltmiş).
Sultana verilen bu ders o günden bu yana bütün idarecilerin (yöneticilerin) de dersi olmuş. İdareciler, yanında çalışan fedakâr insanları karalayanların sözlerine değil, verdikleri görevlerin onlar tarafından nasıl bir hassasiyetle yapılıp yapılmadığı araştırılır olmuşlar.